LONDRA – Tayfun Salcı/Gökhan Kurtaran
İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda‘dan oluşan Birleşik Krallık için 2016’ya damgasını vuran gelişme, ülkenin 1973’ten bu yana üyesi olduğu AB‘den ayrılması (Brexit) yönünde sonuçlanan referandum oldu.
Ülkede 23 Haziran’da yapılan referandumda halkın yüzde 52’si Brexit’ten yana oy kullanınca, Birleşik Krallık’ın AB’de kalması için kampanya yürüten Başbakan David Cameron istifasını sunmak zorunda kaldı.
Geçen yıl yapılan seçimde Muhafazakar Partiyi yıllar sonra tek başına iktidara taşıyan Cameron, 2020’ye kadar sürdürmesi gereken başbakanlık görevini İçişleri Bakanı Theresa May’e devretti.
Cameron, 2015 genel seçimleri kampanyası sırasında bir seçim vaadi olarak gündeme getirdiği AB referandumunun kurbanı olurken, eylül ayında milletvekilliğinden de istifa ederek birçok siyasetçi için “yolun başı” sayılabilecek 50 yaşında emekliye ayrıldı.
Theresa May, Margaret Thatcher’dan sonra ülkenin ikinci kadın başbakanı unvanını alırken kabinede yaptığı değişikliklerle de dikkati çekti.
Türk asıllı dışişleri bakanı
Yeni Başbakan başta Maliye Bakanı George Osborne olmak üzere Cameron’a yakınlığıyla bilinen ve ülkenin AB’de kalmasından yana açık tutum alan isimlere yeni kabinede yer vermezken Brexit kampanyasının liderlerinden ve başkent Londra’nın son iki dönemde belediye başkanlığını yapmış olan Boris Johson’ı Dışişleri Bakanlığına atadı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde Damat Ferit Paşa kabinesinde içişleri bakanlığı yapan Ali Kemal Bey’in torununun oğlu olan Johnson, İngiliz kabinesine giren Türk asıllı ilk siyasetçi oldu.
Brexit Bakanlığı
May, Brexit’e odaklı kabine şekillendirmesinde iki yeni bakanlık kurmasıyla da dikkati çekti. Ülkenin AB’den ayrılma sürecini yürütmek üzere Brexit Bakanlığı, AB’den ayrıldıktan sonra ülkenin ekonomik olarak yalnız kalmaması ve ekonomiyi ayakta tutacak ikili ticaret anlaşmalarına imza atılması için de Uluslararası Ticaret Bakanlığı kuruldu.
Görevi almasını müteakip her fırsatta Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması yönündeki kararlılığını yineleyen Başbakan May, Brexit sürecini resmi olarak başlatacak Lizbon Anlaşması’nın 50. maddesini 2017 Mart sonuna kadar devreye sokacağını ilan etti.
Muhalefet, May’i Brexit müzakereleriyle ilgili planını ve takvimini açıklaması için zorlarken AB liderlerinin Birleşik Krallık’a fiilen Birlikten ayrılmış muamelesi yapması da yeni başbakanın işini güçleştirdi.
Birleşik Krallık’ın katıldığı AB zirvelerinde, Brexit’in tartışıldığı toplantıların dışında bırakılması ve kendisine muhatap bulmakta güçlük çekiyormuş görüntüsü vermesi, May’in imajını bozuyor.
Brexit mücadelesi
Birleşik Krallık’ın normal koşullarda iki yıl içinde tamamlanması gereken AB’den ayrılma sürecinin daha uzun yıllara yayılması ihtimali zaman zaman dile getiriliyor. Ülkenin AB ile müstakbel ilişkisinde gümrük birliği, ortak pazar, serbest dolaşım gibi unsurlar dikkate alınarak Brexit’in “yumuşak” veya “sert” versiyonlarının hayata geçirilmesini isteyen kesimler arasında da bir mücadele var.
Brexit’in ortak pazar ve gümrük birliği dahil AB’nin bütün kurumlarından çıkmayla sonuçlanmasını isteyen “sert” çevrelerin karşısında, ortak pazara erişimin sürmesi karşılığında AB ile arada belirli ölçüde bir serbest dolaşımın yürürlükte kalmasına izin verilmesini isteyen “yumuşak Brexitçiler” bulunuyor.
50. madde mahkemede
Theresa May hükümeti, Brexit konusunda siyaset ve ekonominin yanı sıra hukuki bir sınav da veriyor. May, AB ile ayrılık müzakerelerini başlatacak 50. maddenin devreye alınmasını kendi inisiyatifiyle olacağını ileri sürerken Gina Miller adlı İngiliz iş kadını ile Dier Dos Santos adlı bir berber, 50. maddenin devreye alınabilmesi için bir parlamento kararı gerektiği iddiasıyla hükümeti dava etti.
İngiliz mahkemesinin, 3 Kasım’da Miller ve Santos’un tezleri lehinde karar vermesiyle Brexit, ülkenin son 200 yıldaki en ilginç meselesi halini aldı. Hükümet, kararı temyiz ederek Yüksek Mahkemeye taşıdı.
Aralık başında gerçekleşen duruşmalara Yüksek Mahkemenin 11 yargıcının hepsinin katılmasıyla da bir ilk niteliği kazanan Brexit davasıyla ilgili karar, ocak ayında açıklanacak.
Mahkeme, 50. maddeyi işletme hakkının parlamentoda olduğunda ısrar ederse Brexit’in çöp tenekesine atılması dahil bir dizi ihtimal gündeme gelecek.
Parlamenterlerin büyük çoğunluğunun AB’de kalmaktan yana olması nedeniyle May hükümeti Brexit’in onaylanması için gereken çoğunluğu bulmakta zorlanabilir.
Brexit çöpe gidebilir
Referandum sonucunun tek başına hukuki bir bağlayıcılığı bulunmadığından, bunun Yüksek Mahkemeden çıkacak karara göre ya hükümet ya da parlamentonun inisiyatifiyle hayata geçirilmesi gerekiyor.
Yüksek Mahkeme parlamento onayının gerektiği yönünde karar verirse böyle bir oylama May hükümeti için de güven oylamasına dönüşebilir. Brexit’e parlamento onayı alamayan hükümetin, erken seçime gitmesi gündeme gelebilir.
Muhtemel bir erken seçim Birleşik Krallık’ın AB’de kalmasından yana kesimler için ikinci bir şans anlamına gelecek.
Seçim kampanyasını AB’de kalmak üzerine kuracak muhalefetteki İşçi Partisi veya Liberal Demokratların zafer kazanması ya da bir koalisyona gitmesi halinde, Brexit’in bütünüyle rafa kalkması bile söz konusu olabilir.
Johnson alternatifi
Öte yandan başbakanlık görevini, sadece Muhafazakar Partinin parlamento grubundaki bir oylamanın ardından devraldığı için Theresa May, bu görevi halk oyuna da sunması gerektiği yönünde muhalefet partilerinden baskı görüyor. Muhalefet, May’in başbakanlığına erken seçimle halk onayı alması gerektiğini ileri sürüyor.
Parti içinde de Cameron ekibine yakın isimlerin zaman zaman yaptığı çıkışlarla May’i muhtelif konularda zor durumda bıraktığı görülüyor.
Brexit sürecinin daha da karmaşıklaşmasıyla Birleşik Krallık’ta 2017’de erken seçim yapılması sürpriz gözükmüyor.
Muhafazakar Partinin erken seçime May’in değil, adı en başından beri Cameron’ın halefi olarak anılan Dışişleri Bakanı Johnson’ın liderliğinde gitmesi de güçlü bir ihtimal.
Her halükarda 2017, AB’nin Fransa ve Almanya gibi lokomotif ülkelerdeki seçimlerden çıkacak sonuçlara bağlı olarak Birleşik Krallık için kritik bir yıl olacak. Çünkü AB’den ayrılma kararını alan kendisi olsa da ayrılığın ve ayrılık sonrası ilişkilerin şekli konusunda Fransa ve Almanya’nın alacağı tutumlar belirleyici olacak.
İskoçya faktörü
Brexit, Birleşik Krallık’ın siyasi birliğini de tehdit ediyor. Referandumda İngiltere’de halkın yüzde 53’ü, Galler’de yüzde 52,5’i Brexit’ten yana oy kullanırken Kuzey İrlanda’da yüzde 55,8 ve İskoçya’da yüzde 62’si AB’de kalınması için oy kullandı.
Birleşik Krallık’tan ayrılmayı 2014’te referanduma götüren ancak bağımsızlık için yeterli çoğunluğu sağlayamayan İskoçya’da hükümet, AB referandumunun ardından yeni bir bağımsızlık referandumunu gündeme almış durumda.
Önceki yıl yapılan bağımsızlık referandumunda halkın “İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılması, AB’den de ayrılması anlamına gelir” argümanıyla korkutulduğunu hatırlatan bölgesel yönetimin başbakanı Nicola Sturgeon, Birleşik Krallık’ın kendisinin AB’den ayrılma yoluna girdiğini ancak İskoçya’yı da peşinden sürüklemesine izin vermeyeceğini söylüyor.
Brexit’in bölgesel parlamento onayını da gerektirdiğini savunan İskoçya, Yüksek Mahkemede görülen Brexit davasına müdahil olarak katılıyor.
Birleşik Krallık’ın her şeye rağmen AB’den ayrılması durumunda, İskoçya’nın yeni bir referandumla bağımsızlığını ilan etmesi ve AB’ye hızlı bir şekilde yeniden katılması dikkate alınması gereken bir ihtimal olarak duruyor.
Londra Müslüman başkana emanet
Birleşik Krallık’ta 2016’nın önemli gelişmelerinden biri de başkent Londra’nın belediye başkanlığına bir Müslüman’ın seçilmesi oldu. Mayıs ayında yapılan seçimlerden İşçi Partisinin Pakistan asıllı adayı Sadık Han galip çıkarak dünyanın en önemli başkentlerinden birinin en üst yöneticisi olmayı başardı.
Başkentin yönetimi bir Müslüman’a emanet edilse de İngiltere’de özellikle AB referandumu sürecinde ve sonrasında nefret suçlarında dikkate değer bir artış yaşandı. Son bir yılda nefret suçlarında yüzde 20 artış görülürken camiler ve genel olarak göçmenlere ait kültür merkezleri giderek artan bir şekilde hedef haline geldi.
– Milletvekiline suikast, Prevent’e dava
Kayıtlara geçen en önemli olay İşçi Partili kadın milletvekili Jo Cox’un referanduma günler kala seçim bölgesinde aşırı sağcı bir İngiliz tarafından öldürülmesi oldu. Neo-nazi örgütlerle bağlantısı da tespit edilen katil Thomas Meir, 23 Kasım’da ömür boyu hapse mahkum edildi.
Öte yandan ülkede 2011’den bu yana aşırılıkla mücadele amacıyla uygulamada olan ve çoğunlukla Müslümanları hedef alan Prevent (Önle) programı ilk kez mahkemeye taşındı. Programın mağdurlarından biri olan İngiliz aktivist Salman Butt’ın başvurusuyla Prevent davası 6 Aralık’ta görülmeye başlandı. Mahkemenin kararını yeni yılda açıklaması bekleniyor.
Prevent programının, üniversiteler dahil bütün eğitim kurumlarının yöneticilerini ve öğretmenlerini, öğrencileri ihbar etmeye zorladığı savunuluyor. Öğrencinin okuduğu bir kitap, derste dile getirdiği bir görüş veya sınavda yazdığı bir cümle, Prevent programı çerçevesinde soruşturmaya konu olabiliyor.
Kraliçe “emekli” olabilir
Birleşik Krallık’ı 2017’de bekleyen en ilginç gelişmelerden biri, Kraliçe İkinci Elizabeth’in “emekliye” ayrılması olabilir. Geçen yıl eylül ayında 63 yıl 7 ay 2 gün tahtta kalan büyük büyük annesi Kraliçe Victoria’nın en uzun süre tahtta kalma rekorunu kıran ve bu yıl nisan ayında 90 yaşına giren Elizabeth’in sağlık durumuyla ilgili spekülasyonlar gündemde.
Kraliçenin himayesindeki bazı sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili sorumluluklarını hanedanın diğer üyelerine devredeceği açıklandı. Aynı günlerde, ciğerlerindeki bir problem nedeniyle Noel ayinine katılamaması da spekülasyonları körükledi.
Kraliçenin sağlık sorunlarının artması ve kendi iradesiyle tahtı bırakmaması durumunda, İngiliz kanunlarına göre parlamentonun alt kanadı Avam Kamarasından başkanın da aralarında olduğu bazı siyasetçi ve bürokratlardan oluşan bir heyet kendisini görevden azledebiliyor.
İkinci Elizabeth’in tahtı bırakması halinde oğlu Kral Üçüncü Charles olarak tahta geçecek. Böyle bir durumda 70 yaşındaki Charles İngiliz tarihinin tahta çıkan en yaşlı monarkı unvanını alacak. Charles’ın ardından taht sırasında oğlu William ve torunu George bulunuyor.
Ekonomi
İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı almasıyla ülke ekonomisi üzerindeki baskı dikkate değer şekilde arttı. İngiliz sterlini referandumun ardından ortak pazara erişim endişeleriyle ABD doları karşısında son 31 yılın en düşük seviyesini gördü.
Yatırımların hız kestiği, büyümenin yavaşladığı görülse de yılın üçüncü çeyrek verilerine göre, Brexit’in kısa vadeli ekonomik etkileri korkulan kadar olmadı. Ekonomik büyüme hız kesmesine rağmen referandum öncesinde sıklıkla dile getirilen resesyon olasılığı gerçekleşmedi ve büyüme gücünü korumayı başardı.
Ülkede işsizlik oranı ağustos-ekim aylarını kapsayan dönemde, bir önceki dönemdeki seviyesini koruyarak yüzde 4,8 seviyesinde gerçekleşti.
Diğer yandan sterlindeki sert değer kayıplarının da etkisiyle ülkede tüketici fiyat endeksi, kasımda bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,2 artarak son 2 yılın en yüksek seviyesine ulaştı.
İngiltere’nin Ulusal İstatistik Ofisinin verilerine göre, 2016 yılının üçüncü çeyreği itibarıyla yıllık büyüme yüzde 2,2 olarak gerçekleşti.
Brexit’le artan belirsizlikler İngiliz hükümetini bütçe planlamasını değiştirmek zorunda bıraktı.
Kasım ayı itibarıyla ülkede kamu borcu 12,64 milyar sterlin artarak toplam 1,655 trilyon sterline ulaştı. Resmi projeksiyonlara göre, ekonominin hız kesmesiyle kamu borcunun 2016-2017 döneminde 86 milyar, 2017-2018 döneminde 163 milyar, 2018-2019 döneminde ise 189 milyar sterlin daha artması öngörülüyor.
İngiltere’de Maliye Bakanı Philip Hammond’ın kasım ayında açıkladığı bütçe projeksiyonlarına göre ülkede ekonomik büyümenin 2016 yıl sonu itibarıyla yüzde 2,1 gerçekleşmesi bekleniyor. 2017 yılında ise ülkede büyümenin yüzde 1,4 olması öngörülüyor.