Çalışmalarını tamamlayan TBMM Darbeler ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu üyesi Doç. Dr. Selçuk Özdağ, Haber 10’nun sorularını cevaplandırdı. Özdağ, 28 Şubat post-modern darbesini ‘alçaklık’ olarak değerlendirdi.
Ülke localara teslim edilmek istendi!
Arkadaşımız Hülya Özkan, AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ ile konuştu. Başlayan çözüm sürecinden darbelere ve BDP’nin karadeniz gezisine kadar pek konuya dair önemli mesajlar veren Özdağ 28 Şubat’ı alçaklık olarak niteledi. Doç. Dr. Selçuk Özdağ ile gerçekleştirdiğimiz o söyleşi:
Son süreçte 28 Şubat soruşturmasında yeni dalga operasyonlar yapıldı… Darbe Komisyonu bir milletvekili olarak, soruşturmanın giderek genişletildiği bir sürece girilirken o dönem medyasının tutumunu değerlendirmenizi rica etsem neler söylersiniz? Sizce darbe askerlerden mi ibaret?
28 Şubat soruşturması iddianame noktasına geldi. 28 Şubat ciddi bir post-modern darbe idi. Türkiye’de siyasi iradeye karşı yapılmış olan alçakça bir hareketti bu. O zaman bunun medya ayağı vardı. Yargı ayağı, üniversite ayağı vardı. Türkiye’de üniversiteler bir ideolojinin arka bahçesi haline getirilmek istendi. Ülke; jakoben yapıların aşırı Marksist örgütlerin, masonik faaliyetlerin arka bahçesi haline dönüştürülmek istendi. Şimdi onlarla ilgili soruşturmalar devam ediyor. Biz darbe ve muhtıraları araştırma komisyonunun kurulmuş olmasını da bir milat olarak kabul ediyoruz. Ve önerdiğimiz 20 maddeyi dört parti beraber imzaladığımız için de çok önemli bir nokta diye değerlendiriyorum. 28 Şubat’a kimse sahip çıkmamalı. Demokrasiyi askıya alacak her faaliyetin karşısında dik durmalıyız. İmparatorluklar kurmuş bir milletin çocukları darbelerle yönetilmemeli. İradelerimize ipotek koydurmamalıyız. Son süreçteki tutuklamaların medya ayağıyla da yargı ayağıyla da üniversite ayağıyla da devam edeceğini düşünüyorum. Hiçbir hakikat uzun süre karanlıkta kalmayacaktır. Ben adaletin mutlaka masum ve mazlum olan milletimi aydınlatacağına ısıtacağına inanıyorum. Zulmü yapanların da cezasız kalmayacağına inanıyorum.
Başlayan “Çözüm Süreci” ve son dönemde yaşananlar hakkında neler düşünüyorsunuz?
Siyasetçiler kamplaşmaları uzaklaştıran adamlar olarak takdim edilmeli. Ben siyaseti zaten düşmanlıkları azaltma, dostlukları çoğaltma sanatı olarak tarif ediyorum.
Aslında her darbe başka bir sosyal sorunu kucağımıza bırakmıştır. 1984 Şemdinli Eruh ile beraber Kürtçülük faaliyetleri başlamış. 12 Eylül öncesi halklara özgürlük teranesiyle bütün sol örgütlerini içerisinde Kürtçülük yeşermiştir. Şimdi ise Kürtçülüğü PKK’nın içerisinde aşırı sol yeşermeye, barınmaya çalışıyor. DHKP-C gibi… Türkiye’yi büyütmemek için darbeleri oluşturmuşlar, sonra sağ-sol kavgalarını kucağımıza bırakmışlar. Alevi- Sünni kavgalarını… Bir ara da laik, anti-laik gibi kamplaşmalar oluşturulmuştur. Milletleşme sürecimizi dumura uğratmıştır karanlık süreçler.
Sinop’taki olaylara gelince Türkiye uzun zamandan beridir bir PKK terörü ile karşı karşıya. Sistem insanını daima potansiyel suçlu olarak görmüş. Aleviler potansiyel tehlike, Sünniler potansiyel tehlike, ülkücüler potansiyel tehlike, dindarlar potansiyel tehlike… Zaten rejim önce dindarlarla başlamış, dindarlarla hesaplaşıldıktan sonra mevcut rejime tehlike olarak görülen gruplar gelmiştir. Ve sistem bununla da saltanatını korumak istemiştir. Halk sandığa kadar aktör, sandıktan sonra figüran muamelesi görmüştür. Türkiye’de halk hiçbir zaman aktör olmamıştır. PKK terörü de vesayetçi yapının bir ürünüdür. Vesayetçiliği devam ettirmek adına kurulmuş olan bir örgüttür. Bölgedeki askeri siyasi bürokrasi halkla bütünleşememiştir. Bürokrasi devletin değerleri ile barışık bir bürokrasi değil. Halkın değerlerini daima korkulan değerler olarak takdim etmişler. Kendi toplumunu beğenmeyen fildişi kulelerde yaşayan İstanbul’da Bebekte oturup Zap suyuna ağıtlar yakan bürokratlar olmuşlardır. Bizim yumuşak karnımız zaman zaman Alevilik olmuş zaman zaman Kürtlük olmuş, Kürt sorunu olmuş.
Şimdilerde tarih ve talih sarkacı Türkiye’nin lehine işliyor. Süreç; Türk dünyasının lehine, Arap dünyasının lehine, Afrika’daki mazlum halkların lehine işlemeye başladı. Türkiye’de ilk defa seçilmişler atanmışlara karşı “seçilmişler her şeyin üstündedir” mesajını vermeye başlamıştır. Demokrasilerde bağımsız yargı olur. Düne kadar yargı birilerini arka bahçesiydi. Ama şimdilerde yargı milletin arka bahçesi olmaya başladı. Jakobenler ve vesayetçiler bu durumdan rahatsız olmaya başladılar. Artık bu milletin çocukları millet için iktidara yürüyorlar. Bu süreçte birileri Kürtlerin hakkını savunduğunu iddia ediyor ama bence onlar sadece o iki milyonun hakkını savunuyorlar. BDP’nin dışında da AK Partiye oy veren kişiler var ve Türkiye’de insan hak ve özgürlükleri sorunu, demokrasi sorunu var diyen bir iktidar var. Türkiye’de bence Kürt sorunu yoktur. Demokratikleşme sorunu vardır. Kürt vatandaşların sorunu kadar Çerkez vatandaşların da sorunu vardır. Zaten Sayın Başbakan da bunu sık sık tekrarlıyor: “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur; Kürt vatandaşların sorunları vardır” diyor.
Yeniden silahların susması, akan kanın durması konusunda hareketlenmeler başladı. Ve ben bu sürece Ankara süreci diyorum. İmralı süreci değil bu süreç Ankara sürecidir. Burada dominant olan, belirleyici olan Ankara’dır. Terörle mücadeleyi hükümetler üstü görmüyorum. Hükümetin meselesi olarak görmyorum. Süreci destekliyorum çünkü; eğer Türkiye’de, Güneydoğu Anadolu’da son iki üç yıl içerisinde PKK başarılı olamadıysa bu, AK Parti’nin orada almış olduğu oylardan dolayıdır. Zaten PKK’nın bütün hedefi şuydu; kendisine destek olmayan öncelikle Kürt olmayan vatandaşları oradan uzaklaştırmak. Bunda başarılı oldu. Ayrıca Kürt vatandaşlardan da kendisine oy vermeyenleri oralardan uzaklaştırmak. Psikolojik baskı yapmak. Silahların gölgesinde siyaset yapmak istediler.
Aralarında BDP’li milletvekillerinin de bulunduğu Halkların Demokratik Kongresi heyeti İmralı sürecine destek için çıktığı Karadeniz turunda Sinop’ta protesto edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu süreçte BDP’lilerin gidip her yerde konuşma özgürlüğüne sahip olmalarını isterim. BDP bir bölgenin partisi olmamalı, ırkçılık yapmamalı, Türkiye’nin sorunlarını dile getiren bir Türkiye partisi olmalıdır. Türkiye’yi gezmeye önce Hakkari’den Şırnak’tan başlamalılar. Ve özeleştiri yapmalıdırlar.
BDP oraya giderken önce Ankara’da bir basın toplantısı yapmalı ve bu gezinin amacını herkese anlatmalıydı. “Biz barışı destekliyoruz, ön şartlarımız yoktur bizim sadece kanın akmasının durmasını istiyoruz, insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesini istiyoruz” demeleri gerekirdi. Ama yine de Sinop olaylarında halkın da duyarlı olması gerektiğine inanıyorum. Oradaki fiziki şiddete karşıyım. Belki rafine bir tepki verilebilirdi. Bu süreç içerisinde provokasyonların olduğuna inanıyorum. Oradaki halkı birilerinin provoke ettiğine inanıyorum. Çünkü barış Türkiye’nin lehinedir. Özellikle PKK’nın silahlarının susturulması Türkiye’nin lehinedir.
Toplum artık barış istiyor. Bölge halkımız PKK’nın ne tür bir örgüt olduğunu görmeye başladılar. Çünkü bunlar kepenk kapatıyorlar, çocuk kaçırıyorlar, bölgede haraç topluyorlar… Bu örgüte karşı halkı bilinçlendirmek gerekiyor. Ama bugünkü barış sürecinde de BDP’lilerin daha çok sağduyulu olması gerektiğine inanıyorum. Meseleye etnisite üzerinden bakmamak gerektiğine inanıyorum. İnsan hak ve özgürlükleri üzerinden bakılmalıdır. Kürtler Türkler diyerek de meseleye tanım koymamamız gerekiyor.
Ergenekon Davası’nın görüldüğü Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ne gelenlerin çıkarttığı olaylar hakkında neler söylemek istersiniz?
Yargıya müdahale ve bir baskı söz konusu… Türkiye’de vesayetçi yapıları devam ettirmek için özellikle post-modern darbe ile beraber AK Parti’ye karşı vesayetçilerin tavrı vardı. Türkiye’de AK Parti ile sandıkta hesaplaşamayanlar acaba darbelerle hesaplaşabilir miyiz? Veyahut da vesayetçi yapılarla hesaplaşabilir miyiz şeklinde… Bu tür davalarda yargıya baskı yapmamak gerekiyor. Yargıya güvenmemiz gerekiyor. Yargıyı objektif hale bırakmak gerekiyor. Silivri’ye giderek mahkeme salonunu işgal ederek anti-demokratik hareketler sergilemişlerdir. Zaten CHP’nin büyümemesini buna bağlıyorum. Marjinal tavırlar, marjinal gruplara destekleri CHP’yi her geçen gün küçülmeye mahkum etmiştir.
DHKP-C operasyonu yapılıyor CHP milletvekillerini orada görüyoruz. Kendilerini tenkit ettiğimiz zaman da hemen savunmaya geçiyorlar. Ve darbeleri savunan bir hale geliyorlar. Bütün bu yaptıkları CHP’yi büyütmez küçültür.
Bu demokrasiye ihanettir. Hukuka karşı büyük bir saygısızlıktır. Kendilerini hukuka karşı saygılı olmaya, demokrasiyi içselleştirmeye davet ederim. Yargının kararından sonra konuşmaları gerekir. İşçi partisinin, komünist partisini peşine düşmek, CHP’ye hiç yakışmıyor. CHP kendini sorgulamalıdır.
Eski CHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya’nın partiye katılması hakkında neler söylemek istersiniz?
Tunceli Kamer Genç ve Hüseyin Aygün’e bırakılmayacak kadar önemlidir. Marjinal yapılara da teslim edilmeyecek önemli bir şehrimizdir. Dersim önemli bir kentimizdir. Ben Dersimlilerin artık hak ettikleri hizmeti alacaklarına hak ettikleri siyasi tercihi yapacaklarına inanıyorum. O nedenle partimize yeni katılımlar güç vermiştir.
HABER 10