ANKARA
İsrailli yazar ve aktivist Miko Peled, İsrail’in dünyadaki en iyi askeri ekipmanla savunmasız 2 milyon insanı bombaladığını belirterek “Bunlar mı terörist şimdi. Onlar kahraman çünkü bu müthiş silahlara karşı koyuyorlar. Terörist bir örgüt varsa, o da İsrail ordusu. Onlar terör faaliyetlerini yürüten taraf ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘İsrail terörist bir devlet’ dediğinde dünyanın en haklı şeyini söyledi. Neyse ki biri bunu söyleme cesaretini gösterdi. Çünkü dünyadaki pek çok lider böyle bir beyanatta bulunmaya korkar.” dedi.
Bahçeşehir Üniversitesinin (BAÜ) düzenlediği “Generalin oğlunun gözünden Kudüs” konferansı Holiday Inn Otel’de yapıldı. Konferansın açılışında konuşan BAÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel, üniversitelerin bilim üreten ve ülkesinin sorunlarına çözüm arayışındaki yerler olması gerektiğini belirtti. Yücel, üniversitelerin özgürlüğün yaşandığı ve her fikrin dile getirildiği yerler olduğunu ve kendilerinin de buna mümkün olduğu kadar riayet ettiklerini söyledi.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’e ilişkin kararını değerlendiren Yücel, Türklerin kurduğu bir Amerikan üniversitesi olarak Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bu konuya ABD’de duyarsız kalmadıklarını ve ilk panellerini Washington’da yaparak Trump’ın tavrını kınadıklarını anlattı.
Bu karara üniversiteler de dahil hiç kimsenin duyarsız kalmaması gerektiği anlayışıyla yola çıkarak Peled’i konferansa çağırdıklarını dile getiren Yücel, bunun bazı çevrelerce hoş karşılanmadığını vurguladı.
Bahçeşehir Uluslararası Washington DC Üniversitesi Rektörü Sinem Vatanartıran da Kudüs kararına karşı Türkiye’nin öncülüğünde kararlı bir tutum sergilendiğini belirtti. Uluslararası hukuku hiçe sayan bu kararın kendilerini Kudüs konusunda tekrar bir araya getirdiğini vurgulayan Vatanartıran, tüm bu gelişmeler ışığında ABD’de bazı etkinlikler düzenlediklerini ve bu çerçevede Trump’ın kararına ilk tepki gösteren üniversitelerden biri olduklarını kaydetti.
Vatanartıran, Peled’in dedesinin İsrail’in kuruluş bildirgesine imza atan 40 kişi arasında bulunduğunu, babasının İsrail’de önde gelen generallerden biri olduğu, kendisinin de İsrail ordusunda bir süre görev yapmasına rağmen şu anda Filistin davasının en önemli savunucularından birisi olduğuna işaret etti.
“Bir halk yüz yıldır hepimizin adına acı çekiyor”
Türkiye-Filistin Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı Hasan Turan da Kudüs’ün önemine değindiği konuşmasında, bütün insanlığın gözünün bütün dinler açısından kutsal sayılan bu kentte olduğunu, kentin paylaşılamayan niteliğinin bugün de devam ettiğini söyledi.
Filistin ve Kudüs meselesinin sadece Filistin topraklarını değil, aynı zamanda Ortadoğu ve dünyayı ilgilendirdiğini ifade eden Turan, Ortadoğu’ya barış gelmemesi halinde dünyaya barış gelme imkan ve ihtimali olmadığını belirtti.
Turan, “Kudüs, Filistin meselesi sadece inançlar açısından da yaklaşıldığında eksik kalan bir mesele. Eğer inandığınız bir kutsalınız yoksa, insansanız, vicdan taşıyorsanız da tepki göstermeniz ve Filistinlilere sahip çıkmanız gereken bir mesele. O yüzden dünyanın inanç mensuplarının ne dedikleriyle ilgili değil, bugün bir inanca dayalı olarak Kudüs’ü ve Filistin’i diğer inançlardan ayırmaya çalışan Yahudilerin içindeki insanların da ne dediği bizim açımızdan çok önemli.” şeklinde konuştu.
Hasan Turan, Kudüs’te insan olanların kabul edemeyeceği zulümler işlendiğini, Filistin topraklarının baklava gibi dilimlere ayrıldığını, milletvekillerinin zindanlarda yattığını, küçücük çocukların gözaltına alındığını ve tutuklandığını anlattı. Turan, “Bir halk yüz yıldır hepimizin adına acı çekiyor ve buna vicdanı olan birilerinin itiraz etmesi gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Turan, Bahçeşehir Üniversitesine, düzenlenen bu konferansla, uluslararası olmanın sorumluluğunu yerine getirmesi açısından takdirlerini iletti.
“Filistinlilerin yaşadığı acıdan habersiz yetiştirildik”
Miko Peled de Trump’ın diplomasiyi ve uluslararası hukuku göz ardı eden Kudüs kararının ardından özellikle Batı’da Müslümanların tepki vereceğine ve şiddet olaylarının yaşanacağına yönelik bir beklenti oluştuğunu ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde çok diplomatik, çok ölçülü, yerinde bir tepki verildiğini belirtti.
Kudüs’ün statüsü gibi çok hassas bir konuda dünyanın ABD’nin izinden gitmek ya da ölçülü, sorumluluk sahibi şekilde hareket etmek konusunda çok net bir karar alması gerektiğini söyleyen Peled, bu çerçevede ABD’nin Suriye’de 30 bin kişilik silahlı grup oluşturma kararını da değerlendirdi ve söz konusu kararda, İsrail’in Beyaz Saray’da çalışan ajanlarının parmağının bulunduğuna neredeyse emin olduğunu ifade etti.
Kendisinin bir İsrailli olarak doğduğunu ve çok vatansever, siyonist bir şekilde yetiştirildiğini anlatan Peled, Filistin’de İsrail’in kurulduğu söz konusu süreçte pek çok İsrailli gibi bir Filistin’in varlığından, Filistinlilerin yaşadığı acılardan habersiz olduğuna dikkati çekti.
Peled, yetiştiği ayrıcalıklı toplumdan çıkarak “diğer taraf”a yolculuk ettiğini dile getirerek bu tarafın kendilerine hep “tehlikeli, şiddet uygulayan ve kendilerinden nefret eden bir toplum” şeklinde anlatıldığını vurguladı.
Bölgeye gelen insanların çoğunun İsrail’e hayran kalırken, Filistin’in neden çirkin göründüğünü anlamadığını belirten Peled, İsraillilerin de kendilerini yaşamı daha iyi sürdürmeyi becerebilen, daha kalkınmış olduklarını görecek şekilde yetiştirildiklerini söyledi. Peled, “Ülkenin bütün suyu, İsrail Su Kurumu tarafından yönetiliyor. Kurum, Filistin nüfusuna yüzde 3 su veriyor. Bu arada, halihazırda bütün ülkede yaşayan nüfusun yüzde 50’den fazlası Filistinli. Yani musluklarında haftada 10-12 saat su akıyorsa, o zaman aileler bazı öncelikler belirlemeli. Yani beceriksiz değiller, suları yok. Ve bu acımasızlıktır, zulümdür.” görüşünü dile getirdi.
“İşgal altında olmayan Filistin toprağı var mı?”
Peled, 1917’de yayımlanan Balfour Deklarasyonu’na değinerek ortada bir İsrail yokken siyonistlerin yeterince nüfuz sahibi ve İngiltere hükümetine gidecek kadar cesaretli olduklarını vurguladı. Deklarasyonda küçük bir nüfus oluşturan Yahudilerin devletinin kurulması sürecinde geri kalan ve çoğunluğu oluşturan nüfus için “Yahudi olmayan topluluklar” tanımının kullanıldığına işaret eden Peled, söz konusu tanımın çok da önemli olmayan bir topluluğu düşündürdüğünü ve Filistinlilerin haklarının göz ardı edilmesinde bir dönüm noktası olduğunu kaydetti.
Miko Peled, 1948’de İsrail devleti kurulduğunda Filistin’in neredeyse yüzde 80’inin işgal altında olduğunu ve bu toprakların adının İsrail olarak değiştirildiğini, yani işgalcilerin Filistin’e “İsrail” adını verdiğini söyledi. İsrail’in 1967’ye gelindiğinde Filistin’in işgalini tamamladığını ifade eden Peled, günümüzde “işgal altındaki Filistin toprakları” ifadesinin çokça kullanıldığını söyledi. Peled, “Peki işgal altında olmayan Filistin toprağı var mı? Geri kalanları özgür mü peki? 1967’de işgal başlamadı, Filistin’in işgali bitirildi ve İsrail işgali bitirerek Filistin topraklarının tamamında tek bir devlet kurdu.” diye konuştu.
Mescid-i Aksa’nın hızla ve olumsuz bir şekilde değiştiğini ve yok olduğunu söyleyen Peled, kendisinin kentin batısında, şehrin bir kısmının Filistin olduğundan habersiz bir şekilde büyüdüğünü dile getirdi. Peled, Kudüs’te doğup büyüyen annesinin kendisine 1948 öncesinde İsrail’in olmadığına, siyonistlerin gelip şehrin batısını tahliye ettiğine, Filistinlilerin güzel evlerinden atılarak bu evlerin İsraillilere verildiğine ilişkin geçmişi tekrar tekrar anlattığını ve hatta bu evlerden birinin annesine de teklif edildiğini ancak annesinin kabul etmeyerek küçük bir apartman dairesinde yaşamaya devam ettiğini dile getirdi.
“İsrail hiçbir zaman burayı paylaşmak istemedi”
Batı Kudüs’te bir Filistinlinin dahi bırakılmadığını ve 1967’de İsrail Doğu Kudüs’ü aldığında yıkım ve etnik temizlik sürecinin başlatıldığını anlatan Peled, buradaki Filistinli nüfusun hızla değiştiğini belirtti.
Peled, şöyle devam etti:
“Şu an müdahale etmezsek bir sonraki nesil burada hiç Arap var mıydı, yok muydu bilmeyecek bile. Bu, şu an ilk yardıma ihtiyacı olan, ölümüne kanama yaşayan bir hasta gibi. Yani yarın tedavi ederiz gibi bir alternatifi yok. Kudüs’ün şanlı tarihini kurtarmak için şu anda müdahale etmemiz gerekiyor. Burada Filistinliler için hayat tamamen cehenneme dönmüş durumda. Her yerde bir sürü asker var. Bazı yerlerde güvenlik önlemleri sebebiyle askerlerin hazır beklediğini görebiliyorsunuz. Onların bekleme şekillerini Kudüs ile kıyasladığınız zaman, orada tamamen baskı oluşturmak amacıyla durduğunu anlıyorsunuz zaten. Genç Filistinlileri durdurup sorguluyor, tutukluyor, taciz ediyorlar. Bütün bunlar sadece baskı oluşturmak için, yani biz buradayız ve siz buraya ait değilsinizi oluşturmak için. Ve şimdi ABD Başkanı sayesinde artık daha önce olmayan bir meşruiyet de var.
İsrail hiçbir zaman burayı paylaşmak istemedi. Zaten bunu Kudüs’te çok açık bir şekilde görüyoruz. Evlerin yıkılması durumu bir salgın gibi. Bugün biz burada dururken Doğu Kudüs’te 15 bin ev için çıkarılmış bir yıkım kararı var. Birkaç hafta önce oradaydım. Orada yepyeni evlerin yıkıldığını görüyorsunuz. İnsanlar bütün birikimlerini bu evlere yatırmış ve 24 saat içinde buldozerler geliyor ve yıkılıyor bu evler. Mazeretleri de buranın yapım izni olmaması. Öncelikle 70 yıldır Filistinlilere verilmiş bir inşaat, ruhsat izni yok. Ama daha da enteresanı şu, pek çok Yahudi de izinsiz şekilde evini genişletiyor ve bu tespit edildiğinde mahkemeye gidiyor ve bu süreç yıllar sürüyor. Bir kere bile ben buldozerlerin gidip de İsraillilerin ruhsatsız evlerini yıktığını görmedim.”
Kavşaklarda yer alan keskin nişancıların Filistinlileri vurma izinleri bulunduğunun altını çizen Peled, El Halil’deki camilerde Yahudilerin yaptığı katliamlardan dolayı Filistinlilerin buraları terk etmek zorunda kaldığını, bütün dükkanların kapatıldığını, İsrail’e kayıtlı olmayan araçlara izin verilmediğini anlattı. Peled, bütün bu nedenlerle bunun “etnik temizlik”ten başka şekilde ifade edilemeyeceğini vurguladı.
“Terörist bir örgüt varsa, o da İsrail ordusu”
Gazze Şeridi’ndeki suyun yüzde 98’inin insanların tüketimi için uygun olmadığını, bölgede temel tıbbi malzemelere erişimin bulunmadığını söyleyen Peled, bir tarafta Filistinli bir çocuk tedavi edilebilir bir hastalık nedeniyle ölürken, aynı yere 5 dakika mesafede bulunan yerde ilaca, suya erişimin olduğunu ve aynı hastalığı yaşayan Yahudi çocuğun yaşatılabildiğini ifade etti. 2 milyon kişinin yaşadığı şartların, elektrik ve suya erişimin olduğu hapishanelerden dahi daha kötü olduğunun altını çizen Peled, İsrail’in 1950’lerin başından bu yana “terörist” oldukları gerekçesiyle Filistinlileri bombaladığını vurguladı.
Peled, Filistinlilerin tünel kazdıkları için eleştirildiğini oysaki tüneller vasıtasıyla gıda ve ilaçların getirip götürüldüğünü dile getirerek “Dünyadaki en iyi askeri ekipmanla 2 milyon insanı bombalıyorlar. Milyonlarca ton bombadan bahsediyoruz. Bir tonluk bir bomba bütün şehre zarar verebilir. Bu kadar bomba hiçbir ordusu olmayan savunmasız insanların üzerine bırakılıyor. Bunlar mı terörist şimdi. Onlar kahraman çünkü bu müthiş silahlara karşı koyuyorlar. Hamas ya da Filistinliler değil. İsrail ordusu terörist örgütün kendisi. Onlar terör faaliyetlerini yürüten taraf ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘İsrail terörist bir devlet’ dediğinde dünyanın en haklı şeyini söyledi. Neyse ki biri bunu söyleme cesaretini gösterdi. Çünkü dünyadaki pek çok lider böyle bir beyanatta bulunmaya korkar ama Cumhurbaşkanı Erdoğan çıktı ve bunu söyledi.” ifadelerini kullandı.
İsrail’in her yıl 500 ila 700 çocuğu gözaltına aldığını ve bunları askeri mahkemelerde yargıladığını ancak Trump’ın açıklamalarının hemen ardından 77 çocuğun hapse konduğunu söyleyen Peled, bu rakamın bir önceki aya kıyasla iki kat fazla olduğunu vurguladı.
Peled, İsrail tarafından gözaltına alınan Filistinli Ahed et-Temimi’nin tutukluluk halinin bugün yine uzatıldığı bilgisini vererek “Olay aslında bu kızın cesareti değil, dünyanın geri kalanındaki insanların İsrail’e karşı durma konusundaki cesaretsizliği. Evet bu kız çok cesurdu. İsrailli bir askere tokat atabildi ama bu onun görevi değildi. İsrail’e karşı biz durmalıydık.” şeklinde konuştu. Peled, uluslararası toplum bu konuda cesaretsiz olsa da Türkiye’nin liderlik gösterdiğinin altını çizdi.
İsraillilerin en çok korktuğu üç kelimenin boykot, tecrit ve yaptırım olduğuna işaret eden Peled, bunların, Filistinli sivil toplumun onlara nasıl yardım edilebileceği konusunda yaptıkları bir çağrı olduğunu söyledi.
Peled, bu durumun gelecek dönemde sona erebileceği ya da hiçbir zaman sonuca bağlanamayabileceğini de vurgulayarak şunları kaydetti:
“Burada tek faktör biziz. İsrail’e temsilci gönderilmesine, onların temsilcilerinin rahat rahat gidip gelmelerine, ırkçılıklarını yaymalarına izin verirseniz devam edecektir. Biz bir fark yaratabiliriz. Biz derken vicdanlı her birey, her hükümetten bahsediyorum ama hükümetleri biraz itmek gerekir. Halkın onları belli bir doğrultuda cesaretlendirmesi gerekir. Olmayacağını söyleyemeyiz. Böyle bir hakkımız yok. Çünkü hepimiz özgürlük içinde yaşıyoruz ve hayattayız. Eğer İsrail devletini tanırsak, o zaman işgal altındaki Filistin toprağını tanıyoruz demektir. Başka bir opsiyonumuz daha var. Özgür, demokratik, eşit haklara, insan haklarına saygı gösteren, adalet ve özgürlüğe sahip bir Filistin. Bu da diğer seçeneğimiz ve kalbimizi dinleyerek seçim yapmak durumundayız. Adalete mi adaletsizliğe mi inanıyoruz? Tek tercih bu ikisi arasında. Irkçılığın karşısında mıyız, ırkçı mıyız, bunun arası yok. Sadece değerlerimize bakarak bir seçim yapmamız gerekiyor. Eğer İsrail’i tercih ediyorsanız, hiçbir şey yapmamaya devam edelim o zaman. Ama adalete inanıyorsanız Filistin ve Kudüs umurunuzdaysa o zaman harekete geçmeliyiz. Boykot, tecrit ve yaptırımlar tek hareket şansımız.”
Sorular
Peled, İsrail’de son dönemlerde genelde sağ politikacıların seçildiği belirtilerek dile getirdiği bu “vicdanlı çığlığın” İsrail toplumunda ne kadar yankı bulduğunun sorulması üzerine, “Ne yazık ki çok çok küçük bir kesim benim gibi tepki gösteriyor. Çok az İsrailli Yahudi benim görüşlerimi paylaşıyor. Büyük çoğunluğu hükümetin politikalarına tam destek veriyor. Bunun en büyük nedeni şu, İsrail parlamentosu ve hükümet mensupları halkın iradesini temsil ediyor. İsraillilerin ne düşündüğünü biliyoruz ve bu çok şaşırtıcı olmamalı aslına bakarsanız. Ayrıcalıklardan vazgeçmek istemiyorlar elbette. Dolayısıyla kontrolü ellerinde tutmak ve ötekilerin terörist olduğunu duymak işlerine geliyor.” dedi.
Trump’ın, İsrail konusunda kendisinden önceki ABD başkanlarından farklı tutuma sahip olduğunu ifade eden Peled, Trump’ın diğerlerine göre daha pervasız davrandığını kaydetti.
Peled, ayrıca Trump’ın İsrail hükümetinin yıllarca talep ettiği bir kararı alması dolayısıyla Netanyahu’ya ciddi bir siyasi nüfuz sağladığını sözlerine ekledi.
Muhabir: Meltem Bulur