ANKARA
Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, Anadolu Ajansı (AA) Editör Masası’nda gündeme ilişkin soruları yanıtladı ve gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
“Çocukların cinsel istismarının önlenmesine yönelik bir komisyon kuruldu. Bu komisyonda, Adalet Bakanlığının yanı sıra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, Gençlik ve Spor Bakanı, Milli Eğitim Bakanı da var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine Akdağ, bu tarz konular tartışılırken genelde yasa konusuna odaklanıldığını ancak yasaların dışında da yapılacak birçok uygulamanın bulunduğunu söyledi.
Akdağ, birkaç bakanın bir arada çalışmasının, bürokratlarla bir araya gelinmesinin ortak aklın oluşması sağladığını belirterek, “Bugün bakanlarımızla bir kere daha toplanacaktık yapılan çalışmaları değerlendirmek üzere, onu yarına erteledik. Çünkü ben bugün bu mevzuyla alakalı olarak MHP ve CHP gruplarını ziyaret edeceğim. Çünkü bu konunun, iktidarıyla, muhalefetiyle beraber ele alınması işimizi kolaylaştırır. Polemik konusu yapılabilecek bir konu değil, asla yapılmaması gereken bir konudur.” dedi.
“Ciddi bir eğitim kampanyası yapılacak”
Recep Akdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının istediği yeni personel olduğunu, bunların verilmesine gayret edeceklerini, eğitimleri hızlandırarak, 2018’de çok ciddi bir eğitim kampanyası yapacaklarını dile getirdi.
Öncelikle eğitici eğitimlerinin, rehber öğretmen ve sınıf öğretmenlerinin eğitimlerinin önemli olduğunu vurgulayan Akdağ, bu konuda ısrarcı bir yaklaşım sergileyeceklerini ve çok sayıda kişinin eğitilmesi için gayret göstereceklerini bildirdi.
Akdağ, bu konuda rasyonel bir biçimde farkındalığın yaratılması için basından da yararlanacaklarını ifade etti.
“Çocuklar paniğe sevk edilmemeli”
Bu konunun topluma anlatılmasının önemine işaret eden Akdağ, “Biraz hassas bir konu. Hem farkındalığı artıracaksınız riski azaltmak üzere ama çocukları paniğe sevk etmeyeceksiniz.” diye konuştu.
Sağlık Bakanlığında 2010 yılından itibaren kurduğu Çocuk İzleme Merkezleri (ÇİM) olduğunu hatırlatan Akdağ, bir şekilde mağdur olmuş çocuğun daha fazla mağdur edilmemesi için karakol karakol, mahkeme mahkeme dolaştırılmaması gerektiğini belirtti.
Çocuğun karakola, hususi odalar olsa bile adliyeye gitmemesi gerektiğini belirten Akdağ, bunun temini için çalışacaklarını dile getirdi.
Akdağ, gizlilik meselesinin de önemine değinerek, şunları kaydetti:
“Basınımızdan, muhalefetimizden, tüm sivil toplum örgütlerinden gerekli desteği almamız çok önemli. Cezaları artırdık, çok ağır cezalar veriyoruz ama çocuğu ve ailesini koruyamadık, ifşa oldular. İstediğiniz cezayı verin, o çocuğun hayatı mahvolup gider. Damgalanıyor, ondan sonraki hayatı kendisi için bir kabus. Her aşamasında hayatının bir kabus. Dolayısıyla işin hemen ilk dakikalarından başlayarak, bu çocukların, yavrularımızın ve ailelerinin ifşa edilmemesi için gerekli tedbirleri almamız lazım.”
“Cezaların artırılmasında mutabık kaldık”
Başından itibaren dikkat sırasıyla gidilmesi ve çocuğun ifşa edilmemesi gerektiğini belirten Akdağ, “Cezaları, nitelikli istismar dediğimiz, işin en ağır şekli noktalarında artırmak üzere hemen hemen mutabık kaldık. Bu kararı biz vermeyeceğiz. Neticesinde bu kararı, Bakanlar Kurulumuz tartışacak. Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız nihai kararı verecekler. Biz onlara hazırlık yapıyoruz.” diye konuştu.
“Mağdur haklarına ilişkin de bir kanun tasarısı hazırlandı”
Bir kanun tasarısı olacağını ifade eden Akdağ, Adalet Bakanlığı’nın mağdur haklarına ilişkin de bir kanun tasarısının hazırlandığını, bu tasarıyla birlikte getirilebileceğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Böyle bir fiili işlemiş, sonra da yavrumuzun hayatına kıymış birisi için müebbet, ağırlaştırılmış müebbet düşünüyoruz. Bu meselenin bizim vicdanımızı, toplum vicdanını bir taraftan tatmin ederken, hukukçular açısından da belli bir sıralamaya tabi tutulduğu bir gerçek. Bunun ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Nitelikli bir istismar, peşinden de eğer hayatına kıymış ise ikisinin cezasının ayrıştırılması lazım. Aksi takdirde cezalar aynı olursa hukukçular şundan endişe ediyorlar. Bence bunda haklılıkları olabilir, böyle bir nitelikli istismarın peşine cezalar aynı olursa gizlemek amacıyla diğerini de yapabilir.”
“Bu riskin azaltılması için uygulanan bir tedbirdir”
Hukukçularla tartıştıkça konunun çok kolay olmadığını gördüklerini anlatan Akdağ, failin cinsel isteğinin baskılanması konusunun da konuşulduğunu hatırlattı. Buna bir ceza tedbiri olarak bakılmaması gerektiğini belirten Akdağ, “Bu riskin azaltılması için uygulanan bir tedbirdir. Zaten cezayı hapsederek yerine getiriyoruz. Ama bu kişilerin daha sonra hayatlarında aynı fiili tekrarlama risklerinin büyük olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu isteğin, o kişi toplum içine çıktığında azaltılması neticede bir tedbir. Bu tedbiri de muhtemelen uygulamaya koyacağız. Bunlar üzerinde mutabık kaldık.” açıklamasında bulundu.
“Basınımızın da bu hususta hassas olacağına eminim”
Batılı ülkelerin önemli bir kısmında ortaya çıkan, yargıya intikal eden vakalar itibarıyla Türkiye ile kıyaslanmayacak kadar yüksek vakalar olduğunu ifade eden Akdağ, “Basınla ilgili hususlarda, genellikle kural koymak ve o kuralı uygulamak zorunda hissediyoruz kendimizi. Halbuki bir çok batılı, demokratik ülkede basın bu hususta kendi üstüne düşen hiçbir kural olmasa da zaten yapıyor. Bir otokontrolü var.” dedi.
Basın ile bu konuyu konuşacaklarını bildiren Akdağ, “Basınımızın da bu hususta hassas olacağına eminim. Eğitimler de yapmak lazım. Muhabirlerden, sayfa editörlerine kadar eğitimler yapmamız gerekiyor.” diye konuştu.
“Çocuğun bulunduğu her yerde risk var”
“Batı’da ensest ilişkinin yüksek olduğunu” belirten Akdağ, “Bunların ilacı, cezayla olmuyor. Türkiye’de, ahlaki duruşun artırılması lazım. Konunun başlangıcında muhalefette farklı sesler çıktı ama görüştükçe, diyaloğumuzu kuvvetlendirdikçe onların da artık böyle konuşmadığını hissediyorum.” ifadelerini kullandı.
Bir Kur’an kursunda böyle bir şey olduğunda bütün Kur’an kurslarının suçlandığını hatırlatan Akdağ, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ben de bir çocuk hekimiyim. Bu hususlar, uzmanlık alanım. Çocuğun bulunduğu her yerde risk var. Bir bale okulunda da, anaokulunda da, ilkokulda da, Kur’an kursunda da bu risk var. Bu riskin olmadığı yer yok. O zaman biz, burada farklı yerlerde bu farklı şekilde oluşuyor diye gereksiz bir tartışmanın içine girmek yerine, çocuk neredeyse, orada çocuğu korumaya odaklanmalıyız.”
“Yargıyı ve yargıçları da yargılamamak lazım”
Yargının işinin çok zor olduğunu vurgulayan Akdağ, “Yargıcın önüne bir şey geldiğinde delil yetersizliği varsa çok sıkıntı içerisine düşüyor. Yüksek bir ceza vereceksiniz, vermezseniz, ne sizin ne toplumun vicdanı bunu kabul ediyor. Verseniz, kesin deliller yoksa bu nasıl olacak. Yargıyı ve yargıçları da yargılamamak lazım.” dedi.
Kanunla ilgili değişiklikleri 10 gün içerisinde TBMM’ne getireceklerini belirten Akdağ, bu konunun kanuni tarafının epeyce çalışıldığını söyledi.
Bakanlarla önce genel politikayı konuştuklarını anlatan Akdağ, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızın Müsteşarının başkanlığında bir teknik çalışma heyeti oluşturduk. Şunu istedik bakanlarımızdan, bu teknik çalışma heyetindeki her bir kişi, hiyerarşik seviyesi ne olursa olsun doğrudan Bakanımızla irtibatlı olacak. Bu arkadaşların yaptığı çalışmaları, biz sık aralıklarla biraya gelip göreceğiz.” diye konuştu.
28 Şubat süreci
Bugün 28 Şubat “postmodern darbesi”nin 21’inci yılı olduğu hatırlatılarak, “Bu süreçte darbenin izleri ortadan kaldırıldı mı? Bilkent Üniversitesinin 2009’daki mezuniyet töreninde yaşadığınız olaya ilişkin değerlendirmede bulunur musunuz? Siz de 28 Şubat mağduriyeti yaşadınız mı?” sorusu üzerine Akdağ, 28 Şubat sürecinde kızının başını örterek okuyamadığını, bu nedenle kendisini yurt dışına göndermek zorunda kaldığını söyledi.
O dönemde üniversitede öğretim üyesi olduğunu belirten Akdağ, üniversitelerin, 28 Şubat’ın etkilerinin en yoğun yaşandığı yerler arasında yer aldığını belirtti.
28 Şubat’ın arkasında bir yıldan uzun bir süreç olduğunu dile getiren Akdağ, “Olayları üst üste koyduğunuz zaman Silahlı Kuvvetler içinde o zaman bir cuntanın, vesayet odağı olarak herkesi hizaya çektiği bir dönem. Sermayeyi, yargıyı, diğer meslek ve işçi örgütlerini, üniversiteleri, herkesi hizaya çekmişler. Ne isterlerse yaptırdıkları bir dönem, nihayetinde de Milli Güvenlik Kurulunda bir hizaya çekiş var. O zaman zaten askerler çoğunlukta. Peşinden de hükümeti yıkıyorlar.” diye konuştu.
Akdağ, oğlunun 2009’da Bilkent Üniversitesindeki mezuniyet töreninde yaşananları şöyle anlattı:
“Şöyle bir şey yaşandı, ben konuşmaya çıktım. Konuşma sırasında yüzlerine maske takan bir grup alkışlı, ıslıklamalarla protesto yaptılar. Halbuki beni üniversite çağırmış, o gün ben bakanlık yapıyorum. Büyük oğlumun töreni var, Bilkent’te okuyor, başarılı bir öğrenci falan. Rahmetli (İhsan) Doğramacı da orada, ileri derecede rahatsız oldu. Ben onlara, ‘Ben bir siyasetçiyim. Size şunu açıkça söyleyeyim; bazılarının ifadelerinden acaba bugün Bilkent Üniversitesinde miyim yoksa bir üçüncü dünya üniversitesindeyim, bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Kuşkusuz buradaki herkese aynı tavır içinde değilsiniz. Ben size demokrasiden, Türkiye Cumhuriyeti’nden, hoşgörü ve çoğulculuktan bahsediyorum.’ dedim.”
“Onların hesap edemediği husus, milletin gücü”
28 Şubat’ın, hoşgörünün, çoğulculuğun, insan haklarının, inançlara saygının yok edilmeye çalışıldığı bir dönem olduğunu belirten Akdağ, “Nitekim Kıvrıkoğlu o zaman Milli Güvenlik Kurulunda, ‘Bu bin sene sürecek.’ demişti. Onların hesap edemediği husus, milletin gücü, Cenab-ı Hakk’ın takdiriyle milletin feraseti ve basireti. Nereye bin sene sürdürüyorsun kardeşim? 2007 Nisan’da e-muhtıra paçavrasını düşünün, o kadar benziyor ki.” ifadesini kullandı.
27 Nisan 2007’de yaşananlara dikkati çeken ve “e-muhtıra yayınlandığında” o dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile toplantıda olduğunu aktaran Akdağ, şöyle devam etti:
“Sayın Cumhurbaşkanımızla Kızılay toplantısındaydık. Bize dedi ki ‘Bu konuyu görüşmek üzere konuta gidiyoruz.’ Herhalde 5-6 bakan arkadaşımız, bir o kadar genel başkan yardımcısı. Belki sayıları daha fazla olabilir. Gece bir metin hazırlanmıştı. O metin sözlü olarak mı sunulsun yoksa yazılı mı olarak sunulsun diye tartışıldı. Metnin şiddeti tartışılarak biraz daha şiddetli hale getirildi. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek Bey’in sözlü olarak sunmasına karar verildi ve paçavra yüzlerine vuruldu. Onlar bu işin altında kaldılar ama ben bütün topluma şöyle bir istirhamda bulunacağım. O gece ben sabaha kadar pek uyumamıştım, 1-2 saat kadar, televizyonları takip ettim.
Bütün basının böyle çok dinamik biçimde yaklaşabildiği bir durum da olmadı o gece. O gece CHP’den bazı yöneticilerin ve milletvekillerinin telefonla televizyonlara bağlanarak neler konuştuklarını çıkarmak lazım. Yani 28 Şubat’ın, o sözde Cumhuriyet mitingleri ile başlayan, 2007 Nisan muhtırasıyla devam ettirilmeye çalışılan, AK Parti’ye kapatma davası açılmasıyla devam eden dönemle o kadar büyük bir benzerliği var ki.”
“Sert kayaya tosladılar”
AK Parti’nin 2008’de kapatılması teşebbüsüne ilişkin davaya işaret ederek iddianamede kendisi hakkında üç iddia yer aldığını aktaran ve bunları paylaşan Akdağ, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Birincisi, bir üniversitede konuşurken ‘Artık bu başörtüsü meselesi kalksın. İnsanların kılık kıyafetiyle uğraşılacak bir asırda mıyız? Herkes kendi dilediği gibi giyinmekte nasıl özgür olamaz?’ demişim. Bu, ‘odak’ anlamına geliyormuş. İkincisi, ‘Hastanelerde insanların ibadet etmesine uygun bir mahal oluşturulur.’ diye özel hastane yönetmeliğinde var, biz bu tıp merkezlerinde uygulansın diye bir yönetmelik taslağı hazırlamışız. Taslağı, görüşler için internete koymuşuz, yönetmelik haline de gelmemiş henüz.
Üçüncüsü, hepsinden ilginç. Bir genelge yayınlamışım ben Sağlık Bakanı olarak, diyorum ki ‘Acil servislere, hastanenin içine kamerayla, fotoğraf makinesiyle kimse dalamaz. Burada hastalar var, bir mahremiyet var. Onların mahremiyetine riayet etmemiz gerekir.’ Acaba bundan nasıl bir ‘irtica’ ya da ‘odak haline gelmek’ diye bir şey çıkarabilirler? İddianame diyor ki ‘Sağlık Bakanı Recep Akdağ, başörtülü çalışan hemşireler var, onları saklamak için bunu yapıyor.’ Bu kadar absürt, bu kadar saçma sapan bir yaklaşım olamaz. Bunların daha ağırlarını 28 Şubat’ta yaptılar, o gün için muvaffak oldular, öyle bin yıl için falan değil de ama Allah’a şükürler olsun güçlü bir liderlik, tarihten ders alan bir liderlik ve toplum olunca sert kayaya tosladılar.”
Özal-Doğramacı görüşmesi
Eski Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlarından İhsan Doğramacı döneminde, üniversitelerde disiplin yönetmeliğinden kılık kıyafetle ilgili maddenin kaldırıldığını hatırlatan Akdağ, “Öyle bir çözüm bulmuşlar. Hani hatırlarsınız Anayasa Mahkemesi bir kanunu iptal etmişti, rahmetli Özal’ın getirdiği. Bana rahmetli İhsan Doğramacı’nın kendisi anlattı. Dedi ki ‘Ben gittim rahmetli Turgut Özal’a; Sayın Cumhurbaşkanı bu işi lütfen bana bırakın.’ Kanunla yapılamıyor, kanun yapıyorsun Anayasa Mahkemesi haddini aşarak, esasa giriyor falan bir şeyler yapıyor. O (İhsan Doğramacı) yönetmeliği usulca kaldırmış. Ben hatırlıyorum, biz o zaman üniversitedeydik, isteyen öğrenciler, başlarını örtme imkanı buldular.” şeklinde konuştu.
“Sarı zarfları gönderdiler”
28 Şubat döneminde neler yaşandığını anlatan Akdağ, şunları söyledi:
“Rektörlere bir talimat geliyor YÖK’ten, diyorlar ki ‘Başını örten kız öğrencileri, kadınları cezalandıracaksınız. Yönetmelikte de şu maddeyi uygulayacaksınız.’ O maddeyi açıyorsunuz, ‘huzur ve sükunu bozmak’ yazıyor. Bir insan başını örtmüş, okula gitmiş, nasıl huzur ve sükunu bozabilir? Bir müddet sonra maddeyle de etkin olamadıklarını fark ettiler. Çünkü maddenin sonunda kınama cezası var. Yeterince etkilemiyor. Ne olsun, bir talimat daha geldi, ‘Bu soruşturmaları bundan sonra şöyle devam ettireceksiniz, okulda öğrenimi engellemek.’ Bir kadın başını örtüyor ve okulda öğrenimi engellemiş oluyor.
Aynen böyle uyguladılar. Sarı zarfları gönderdiler, önemli bir kısmı da kendisi, eşi, annesi, başları örtülü öğretim üyeleri maalesef bu cezaları verdi. Bana gelmedi mesela o dönemde böyle bir zarf. Gelseydi ben nasıl yapacağımı biliyordum. Başıma çok işler gelirdi elbette. Nitekim Samsun’da bir idare mahkemesi ‘Böyle saçmalık olmaz.’ diye karar aldı. Derhal idare mahkemesi başkanı ve heyeti infaz edildi. Oysa yüksek mahkeme, Danıştay yine esasa girerek, ‘Bu iş çok doğru bir şeydir. Bu cezaların verilmesi gerekirdi.’ kararı verdi.”
28 Şubat döneminde yaşananları insanın aklı ve havsalasının almadığını vurgulayan Akdağ, şunları kaydetti:
“28 Şubat böyle bir çılgınlık dönemiydi. 1960’tan itibaren Türk milleti olarak şunu biliyoruz; güç, milletin dışında herhangi bir odağın eline geçerse başınıza gelecek budur. Paranın eline geçse başınıza bu gelir, askerin eline geçse başınıza bu gelir. Terörün eline geçse Allah korusun Türkiye terörden yıllarca neler çekti, başınıza bu gelir. Milletin iradesinin hakim olması lazım. Bugün şükürler olsun ki evet, sıkıntılarımız var, bizi çelmelemeye çalışanlar oluyor, çelmeleyenler oluyor, iniş çıkışlarımız var ama bu ülkede milli irade hakim. Kim ne derse desin milli iradenin hakimiyeti, o ‘bin sene süreceği’ iddia edilen 28 Şubatları Allah’ın izniyle bir daha bu millete göstermemenin teminatıdır.”
“Özgün bir çalışma yürütüyoruz”
Çocuk istismarına karşı alınacak tedbirler konusunda özgün bir çalışma yürüttüklerini anlatan Akdağ, bu konuda herhangi bir ülkeyi model almadıklarını söyledi.
Her ülkenin kendi kültürünün, şartlarının ve kendi çevresinin olduğunu ifade eden Akdağ, “Cezalarla ilgili olarak İngiltere’de 12 yaş altındaki çocuklara müebbet hapis verildiğini biliyoruz. Çok yüksek bir ceza ve yapılabiliyor. Tartışmalarda ‘Bu kadar yüksek ceza olur mu?’ diyenlere verilebilecek cevaplarımız var. Birçok ülkenin bu işle ilgili raporlarına ya da strateji belgelerine baktık, bakmaya da devam edeceğiz. Kendi çevremize, insanımıza, kültürümüze uygun bir çözüm oluşturmak zorundayız.” diye konuştu.
Akdağ, uygun stratejiler oluşturup, bunlara uygun eylem planları yapıp, gerektiğinde de politikalarına yenilikleri ekleyeceklerini vurguladı.
“Ben bir çalışma yaptım bitti.” demenin imkansız olduğunu dile getiren Akdağ, değişen şartlara uygun olarak değişen, dinamik, esnek bir modelle ilerlemeleri gerektiğine işaret etti.
“Cezalar dışında hangi önleyici ve koruyucu önlemler uygulanacak. Bunlar belirlendi mi?” sorusu üzerine Akdağ, öncelikle eğitimin ve farkındalığın artırılması gerektiğine dikkati çekti.
Akdağ, “Bu çocukları nihai olarak eğiteceğiniz gruplar, öğretmenler, sağlık çalışanları, çocukların sportif faaliyetleriyle ilgilenen kişiler, polisler, yargıçlar, savcılar… Onların bu konularda ilave bir farklılığa ve eğitime sahip olmaları lazım.” dedi.
“Ailelerin eğitimi gerçekten çok önemli”
Recep Akdağ, “Müfredata eklemeler yapılacak mı? İlkokulda bir ders olarak görebilir miyiz?” sorusuna, şu cevabı verdi:
“Aslında modüller var. Bir dersin içine bunlar özel bir ders olarak değil de bazı derslerin içine modüller şeklinde konuldu. Şu anda eğitimin biraz yaklaşımı bu şekilde. Onlar bir daha gözden geçiriliyor, geçirilecek. Gerekirse biraz daha kuvvetlendirilecek. Ailelerin de eğitimi gerçekten çok önemli bu noktada. Şimdi genelde ailelerimiz, toplum mukabil meseleleri kapatmaya çalışıyor. Ailelerin haklı olduğu bir taraf var. İfşa edilme riskinden dolayı kapatıyorlar. Yoksa hangi aile çocuğuna böyle bir şey yapıldığı zaman buna razı olabilir.
Bu gizlilik tedbirlerine çocuk izleme merkezlerinde olduğu kadar hassasiyetle her aşamasında riayet edebilirsek, o zaman aileler bunu daha rahat ifade ederler. Damgalanmaktan korkulduğu için özellikle aile içi ilişkiler açısından bunlar saklanma eğiliminde. Dünyanın her yerinde böyle. Ortaya çıkan, dava edilen vakalar aslında toplam vakaların sadece bir bölümü. Ne kadar bölümü? Bunu biliyoruz şu anda. Onun için araştırma yapacağız. Başka ne yapacaksınız? Araştırma yaparak veri oluşturacağız. Doğru veri oluşturulması lazım. Diyelim ki bir üniversite, bir çalışmacı grubu, bir sivil toplum örgütü küçük bir grup üzerine gidip bir çalışma yapıyor. Belli bir sonuca ulaşıyor. Bunu bütün Türkiye’ye teşmil etmeye çalışıyor. Çok yanlış. Oradan öyle bir sonuç çıkaramazsınız.”
Akdağ, polisin yanı sıra Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığının da bu vakalara dair veri topladığını ama bu verilen ortak bir şekilde yeterince kullanılmadığını vurgulayarak, “Bu verilerin ortak kullanılacağı ama altını çizerek ifade ediyorum, kişinin mahremiyetinin de azami derecede korunacağı yeni bir veri seti çalışıyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu ve diğer kurumlar şu anda bir veri sözlüğü ve veri seti üzerinde de çalışıyorlar.” ifadelerini kulandı.
“Yargıçlarımıza güvenmemiz lazım”
Basının da hiçbir zaman kötü niyetle hareket etmediğini bildiren Akdağ, basının büyük çoğunlukla hassasiyeti ortaya çıkardığını söyledi.
Başbakan Yardımcısı Akdağ, basın mensubunun da editörünün de bunu olabildiğince topluma anlatmaya ve toplumu bu meseleye karşı bir reaksiyon göstermeye çağırdığının altını çizerek, şöyle devam etti:
“Bakın bir yargıç diyelim ki yargıladı, bir kişiyi serbest bıraktı. Çok büyük bir baskı oluşuyor. Yargıçlarımıza güvenmemiz lazım. Yargıcın elinde delil yoksa ve onu orada tutarsa, belki daha yanlış bir şey yapabilir. Biz, savcı aynı zamanda hakim aynı zamanda gardiyan rolüne bürünemeyiz, bürünmemeliyiz. Hassasiyeti yüksek tutalım. Söylediğimiz gibi aslında toplumda farkındalığın artırılması ve bu meselenin sahiplenilmesi konusunda basının çok olumlu katkısı var. Peşinen kabul etmek durumdayız ama ısrarla benim söylediğim şu, bunu yaparken öbür tarafta bireyi ve ailesini ömür boyu hasar alacak durumu da getirmeliyiz. Basın kötü niyetli değil. Basının da bu işi bir biçimde nasıl götüreceğini fark etmesi, öğrenmesi ve uygulamalarını geliştirmesi gerekiyor.”
Yapılan çalışmanın Meclis’ten oy birliğiyle geçmesi gibi bir arayış içerisinde olup olmadıkları yönündeki soruya Akdağ, “Elbette oy birliğiyle geçmesi arayışı içindeyiz, zaten bu diyaloğu onun için kuruyoruz. Esneklik dediğimiz konu da bir husustan taviz vermek anlamında değil, en doğruyu bulmak anlamında elbette esnek olmalısınız.” karşılığını verdi.
Akdağ, gerek muhalefet gerekse diğer konuyla ilgili paydaşlarla bu görüşmeleri süreç içerisinde götüreceklerini bildirerek, “Umut ediyorum ki bir ortak anlayışla oy birliğiyle yasaları geçiririz. Diğer uygulanacak hususları da büyük ölçüde mutabakatla inşallah yürürlüğe koyarız.” dedi.
“İnsanı öldüren bir şeye nasıl ‘keyif verici madde’ denir?”
Bağımlılık ve uyuşturucuyla ilgili haberler verilirken “altın vuruş” ya da “keyif verici” maddeler gibi ifadeler kullanıldığını aktaran Recep Akdağ, “O kadar yanlış ki. Keyif verici madde diyorsun, insanı öldüren, hayatını mahveden bir şeye nasıl keyif verici madde denir? ‘Altın vuruş’ derken çok keyif aldığı bir şeyi falan anlayabilir çocuk. Kaldı ki bu ölüme götüren bir şey. Dolasıyla bu noktalarda gerçekten hassas olmak lazım.” değerlendirmesinde bulundu.
Salih Müslüm’ün Çekya’da serbest bırakılması
Terör örgütü PYD/PKK’nın eski eş başkanı Salih Müslüm’ün Çekya’da gözaltına alındıktan sonra çıkarıldığı mahkemece serbest bırakılması kararını değerlendiren Akdağ, Çekya hükümetinin mahkeme kararı ve öncesince enteresan açıklamalarının olduğunu, “Yine de biz gerekirse iade ederiz.” gibi ifadelerinin bulunduğunu aktardı.
“Samimi davranmıyorlar.” diyen Akdağ, “Terör konusunda Avrupa topluluğu bir bütün olarak sınıfta kalmıştır. Arada sırada nadiren sağ duyulu sesler çıkıyor. Avrupa’da meydana gelen en ufak bir terör olayında bütün Avrupa’yı, dünyayı ayağa kaldıran Avrupalı hükümetler, iş Türkiye’ye gelince çok farklı davranıyorlar. Korkunç bir standart var.” ifadesini kullandı.
Akdağ, Türkiye’nin sınırlarının hemen yanında bir terör örgütünün varlığının çok aşikar olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti:
“Bir kaç gün önce yine ABD’de belli hususlar ortaya çıktı. Orada yazanlar, çizenler, Amerikan yönetimiyle ilişkisi olan insanlar şunu söylüyor; ‘PYD/YPG’nin PKK’nın bir kolu olduğu, sadece isminin değiştirildiği, prensiplerinin, gayelerinin aynı olduğu aşikar.’ Ama göz göre göre yok sayma durumu var. Biz, bunu Türkiye olarak kabul edemeyiz. Çekya’nın da yaptığı budur. Burada PYD/YPG’nin liderliğini yapmış bir terörist başı var. O zaman bunu vereceksin. Bu, terör suçlusu. Bunu Türkiye’ye vermek gerekir. Bu husustaki hukuki süreci ısrarla takip edeceğiz. Çekya’dan ve diğer ülkelerden de buna benzer suçluların iadesini talep ettiğimiz zaman uluslararası hukuka ve kendileriyle anlaşmamıza uygun biçimde bize iadelerini bekliyoruz. Aksi, çifte standart olur, aksi samimiyetsizlik olur.”
Akdağ, Zeytin Dalı Harekatı’nın bir sonraki aşamasında Suriye’den Türkiye’ye bir göç dalgasının oluşup oluşmayacağına ilişkin soruya cevap verirken de amaçlarının Türkiye’ye gelen ve burada kendilerine kucak açılan Suriyelilerin bir an önce ülkelerine dönmeleri olduğunu ifade etti.
“Çok ciddi bir göç dalgasıyla ilgili ön işaret yok”
Harekatın başarıyla tamamlanmasından sonra o bölgede yaşayan Suriyelilerin, Türkiye’den tekrar yurtlarına dönmelerine gayret gösterileceğini dile getiren Akdağ, şöyle devam etti:
“Doğrusu çok ciddi bir göç dalgasıyla ilgili ön işaret yok. Ama bu hususta tecrübeli olduğumuz için olabilecekmiş gibi de hazırlıklarımızı yapıyoruz. Hem Fırat Kalkanı bölgesinde hem İdlib bölgesinde belli alanlar oluşturduk. 200 bine yakın hareketliliği buralarda yönetebilecek durumdayız. Bizim beklentimiz ve öngörümüz, bu harekatın başarılı olmasından sonra diğer taraftan bu taraf bir sığınmacı göçünün değil, tam tersine Türkiye’den Suriye bir geçişinin olacağıdır.”
“Uluslararası toplumun Myanmar’a baskı yapması gerekir”
Myanmar’daki zulümden kaçarak Bangladeş’e sığınan Rohingya Müslümanlarına Türkiye’nin ulaştırdığı yardımlara ilişkin bir soru üzerine Akdağ, Bangladeş’in Myanmar sınırındaki Cox’s Bazar’da bir milyona yakın sığınmacının yaşadığını, bu insanlara yardım eli uzatmak için Bangladeş hükümeti ile iletişime geçildiğini anlattı. Akdağ, bu yerleşim yerinde Türkiye’ye bir alan verilmesi ve burada bir kamp alanı oluşturulması için Bangladeş hükümetinden talepte bulunulduğunu dile getirdi.
Kamp alanının ilk olarak 25 bin aile için ve Bangladeş’in istediği şekilde planlandığını, bu doğrultuda hazırlıkların yapılmasının ardından Cox’s Bazar’daki bir yer yerine, bataklık bir adanın kamp alanı olarak verilmek istendiğini ifade etti.
Kamp için uygun olmamasına rağmen burayı incelemek üzere heyet göndermek istediklerini, ancak yine bunun bazı gerekçelerle gerçekleşmediğini söyleyen Akdağ, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İpe un seriliyor. O zaman dedik ki ‘alan veremiyorsanız, biz size iki tane sahra hastanesi gönderelim.’ Bunlardan bir tanesi çalışmaya başladı. İkincisini de gönderiyoruz. Onun dışında TİKA, AFAD, Kızılay çalışıyor. Sivil toplum örgütlerimizden orada bir kaçı var. Yemekler veriliyor. Parça parça barınma alanları yapıldı. İstediğimizi yapamıyoruz ama nisan ayının ortalarına kadar barınma için ne yaparsanız yapacaksınız. Ondan sonra yağmur mevsimi başlıyor. Elimizden geldiği kadar gayret içindeyiz. Bangladeş hükümetini de suçlamak istemem. Burada uluslararası toplumun Myanmar’a baskı yapması gerekir.”
Akdağ, şöyle devam etti:
“Birleşmiş Milletler’in üzerine çok büyük iş düşüyor. Başta Müslüman ülkeler olmak üzere, insani özelliğini kaybetmemiş her ülkeye büyük görev düşüyor. Ne hikmetse burada sesi çıkan Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Nasıl bir şeydir anlamak mümkün değil. Birleşmiş Milletler, bu konuyu ele alıyor, sonra geçiliyor. Zulüm devam ediyor.”
AK Parti-MHP ittifakı
“Seçimden önce yapılacak bir AK Parti-MHP ittifakının seçim sonrası hükümet kurma noktasında nasıl bir yansıması olur?” sorusu üzerine Akdağ, sistemin tamamen değiştiğini, eskisi gibi bir koalisyon hükümetinin olmayacağını söyledi.
Bir cumhurbaşkanının seçileceğini ve o cumhurbaşkanın bir hükümet kuracağını belirten Akdağ, “Geçmiş dönem alışkanlıklarıyla bir koalisyon hükümeti olabilir” diye düşünmemek gerektiğini ifade etti.
Bu sistemin zaten bunun için değiştiğine işaret eden Akdağ, şöyle devam etti:
“Daha istikrarlı, koalisyonlardan kurtulacağımız bir sistem. Sistem tamamen Meclisi ayıran, güçlü bir Meclis, öteki taraftan da icrayı ayıran, güçlü bir icra şekline dönüşmüş oluyor. Meclis içerisinde kanunları yaparken mutlaka o ittifakın yansımaları olacaktır. Çünkü bu ittifakın bir anlamı var. Bu ittifak konjonktürel yani günün şartlarıyla oluşturulan bir ittifak değil. Bu, milli bir ittifak. Gerçekten Türkiye’nin milli ihtiyaçları olduğu için ortaya konmuş bir ittifak. Burada MHP’nin ve onun Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tutumu takdire şayan. Elbette AK Parti olarak Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız ile memleketin ali menfaatlerini önde tutuyoruz. İttifak böyle bir ittifaktır.”
Artık “Ben varım” dediği için Türkiye’nin üstüne bu kadar gelindiğini belirten Akdağ, “Türkiye yıllarca birtakım güçlerin boyunduruğundan kendisini kurtaramamış, zevahirde kurtarmış olsa da genellikle o baskıların etkisinde yoluna devam etmiş bir ülkeydi. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti, ‘Bir dakika, ben bu baskıların hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bağımsız bir ülkeyim, hür bir toplumum. Kendi gücüm var, bölgede kendi haklarım var. Kendi insanımın huzurunu, güvenliğini sağlama hakkım var. Ben sizin buradaki çıkarlarınıza bakarak kendi halkım hakkında karar vermem.’ diyor. Böyle olunca da Türkiye’nin üzerine çok geliniyor.” ifadesini kullandı.
“CHP bu işe çok karşı çıktı”
Akdağ, Türkiye terörün sırtını tamamen yere getirince, nefesini kesince hemen sınır ötesinde adeta terör ordusu kurulma teşebbüsü oluştuğuna dikkati çekerek, onun için şimdi Afrin’e girildiğini daha önce de Fırat Kalkanı Harekatı’nın yapıldığını anımsattı.
Böyle bir zamanda MHP ile AK Parti’nin bir araya gelişi ve BBP’nin “Ben de bu birlikteliğe destek veririm” demesini milli bir duruş olarak değerlendiren Akdağ, bunu Saadet Partisinden de beklediklerini söyledi.
Saadet Partisi yöneticilerinin şu andaki tutumunun farklı olduğunu belirten Akdağ, şunları kaydetti:
“Ama ben bu partiye oy veren vatandaşımızın da kahir ekseriyetinin bu birlikteliğin yanında duracağından eminim. CHP bu işe çok karşı çıktı. Biraz sert cümlelerle de karşı çıktıkları oluyor. Onlar da ittifak yapsınlar. Bu ittifaklar kapalı kapılar ardında yapılmasın, artık her şey şeffaf olsun, milletimiz de bunu görsün, ona göre kararını versin. CHP, HDP ile bir ittifak yapmak istiyorsa işte buyursun, imkan ortaya koyuyoruz yapsın. Hiç kimseyi hiç bir yere itmiyoruz aslında. Ama ‘İttifak olmaz’ diyen CHP aslında 16 Nisan’da 14 ayrı grubu bir araya toplayarak bir cephe oluşturdu. ‘Çatı’ denilen şey bir ittifaktı. Ama vatandaşın bütün bu yapılanları aleni bir şekilde görmeye hakkı var. Oy vermeye gittiğinde kim kiminle birlikte hareket ediyor ya da etmiyor, bunu görmesi lazım. Bu ittifak mecburi bir şey değil. İsterseniz yaparsınız, istemezseniz yapmazsınız.”
“Bütün mesele milletin iradesidir”
“Seçimlere ittifak kurmadan girecek partiler yeni düzenlemeden nasıl etkilenecek? Ayrıca muhalefetin mühürsüz oy pusulalarının geçersiz sayılmaması yönünde görüşü var. Düzenlemede, seçmen iradesinin sandığa yansıması için nasıl bir yol izlenecek? AK Parti, MHP ve BBP ittifakının karşısında bir CHP ve HDP bloku kurabilir mi?” sorusu üzerine Akdağ, blok kurulmasının söz konusu partilerin bileceği bir iş olduğunu vurguladı.
Akdağ, ittifak yapmayan partilerin yeni düzenlemeden nasıl etkileneceğine yönelik, “Bütün mesele milletin iradesidir. Siz ittifak yapmazsınız en yüksek oyu alırsınız, yaparsınız oyunuz yükselir, düşer. Bu, milletin iradesiyle alakalı bir husus.” ifadesini kullandı.
“CHP, HDP ile birçok yerde de ittifak halinde hareket ediyor”
Başbakan Yardımcısı Akdağ, AK Parti’nin 2002’deki seçimlerde yeni kurulmuş, toplum tarafından yeterince tanınmayan bir parti olmasına karşın iktidar olduğuna, DSP’nin de bir önceki seçimde yüzde 20’ye yakın oy alırken, bir sonraki seçimde yüzde 1,5’e düştüğüne dikkati çekerek, her zaman vatandaşın iradesinin esas olduğunu dile getirdi.
Akdağ, şöyle devam etti:
“Milletin iradesinden CHP de korkmamalıdır, HDP de korkmamalıdır. Eğer CHP, HDP ile bir ittifak yapacaksa, ülkenin geleceği hususundaki düşünceleri birbirine yakınsa yaparlar, kendilerinin bileceği bir iş, ona biz bir yorum yapamayız. Ama şunu da söyleyeyim; CHP, HDP ile birçok yerde de ittifak halinde hareket ediyor. Onu da kabul etmemiz lazım. Meclis’te de bunu yapıyorlar, birçok yerde şu anda yapıyorlar.”
“Siyaset yoluyla toplumu değiştiremezsiniz”
Türkiye’de belli çevrelerin toplum mühendisliğiyle toplumu değiştirmeye uğraştığını, 28 Şubat gibi süreçlerin de böyle olaylar olduğunu belirten Akdağ, siyasetin tek amacının toplumun gösterdiği yönde konsolide olmak, milletin, toplumun arzuladığını gerçekleştirmek olması gerektiğini vurguladı.
Başbakan Yardımcısı Akdağ, “Siz siyaset yoluyla toplumu değiştiremezsiniz. Evet, politikalarınız toplumda bazı değişikliklere yol açabilir, eğitim politikalarınız vesaire ama ‘Ben bir parti kurayım, iktidar olayım, zorla, kanun zoruyla şöyle giyineceksin böyle oturacaksın, kalkacaksın, şunu yemeyeceksin, bunu içmeyeceksin diye toplumu dönüştüreyim.’ Böyle bir şey olamaz.” açıklamasını yaptı.
Muhabir: Mehmet Tosun, Aynur Ekiz, Muhammed Boztepe, Sinan Uslu, Ali Kemal Akan, Ayşe Şensoy Boztepe, Burcu Çalık