Soğuk Savaş’ın en sert dönemlerinde alınan kararlara damgasını vuran eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, ülkesi ile SSCB arasındaki mücadeleyi, ikonik kitabının da ismi olan “Büyük Satranç Tahtası” kavramıyla ölümsüzleştirmişti. Brzezinski bugün hayatta olsa, Joe Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla başlayan süreci herhalde “ABD’nin satranç tahtasını büyütmesi” olarak nitelerdi.
Trump dönemiyle karşılaştırıldığında, ABD’nin yeni yönetiminde Çin ile Rusya tehdidi yer değiştirmiş görünüyor. Fakat Rusya’nın yeniden bir numaraya yükselmesi, Çin’le mücadeleden vazgeçildiği anlamına gelmiyor. ABD’nin Pekin’e yönelik planları bu defa 1972’den farklı bir düzlemde ilerliyor.
Biden’ın başkanlığa gelişini takip eden iki aylık süre zarfında, ABD aynı anda Rusya ile satranç, Çin Halk Cumhuriyeti ile “go” oynayacak şekilde masaya yerleşti. Biden’ın dış politikaya dair sarf ettiği “ABD geri döndü” söylemi ise General Douglas MacArthur’un 11 Mart 1942’de Japon işgal gücünün baskısı sonucu Filipinler’i terk edişini anımsattı. MacArthur’un Avustralya’ya çekilmek zorunda kaldığında ilk açıklaması “Geldim ve geri döneceğim” olmuştu. Bu sözü yerine getirmesi 20 Ekim 1944’te mümkün oldu. Biden liderliğindeki ABD’nin geri dönüşü ise MacArthur’unkinden hızlı oldu. Üstelik hızını alamayan ABD başkanı bir televizyon röportajında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i “katil” sözüyle niteleyerek, Rusya’nın ABD seçimlerine müdahalesinin bedelini ödeyeceğini ilan etti. Görünen o ki Beyaz Saray’ın elinde, 2016 yılında Trump’ın başkan olduğu seçimden bu yana Rusya’nın ABD topraklarında yürüttüğü operasyonlara dair pek çok bilgi var. Bu operasyonların ne kadarının uluslararası kamuoyu ile paylaşılacağı şimdilik meçhul. Bu operasyonların boyutu gizli kaldığı müddetçe, ABD yönetiminin Rusya’ya yönelen öfkesinin sebebini ve boyutunu da anlamak mümkün olmayacak.
Trump dönemiyle karşılaştırıldığında, ABD’nin yeni yönetiminde Çin ile Rusya tehdidi yer değiştirmiş görünüyor. Fakat Rusya’nın yeniden bir numaraya yükselmesi, Çin’le mücadeleden vazgeçildiği anlamına gelmiyor. ABD’nin Pekin’e yönelik planları bu defa 1972’den farklı bir düzlemde ilerliyor.
1956’da SSCB’nin Stalinist çizgiden uzaklaşması, aynı yıl Macaristan’da patlak veren anti-komünist kalkışma ve 1958’de SSCB nükleer denizaltılarının Çin limanlarına konuşlandırılmasına dair müzakerelerdeki anlaşmazlık, Moskova ve Pekin arasındaki fay hattının ilk kırıklarını oluşturmuştu. Uluslararası komünist hareket üzerinde hakimiyet tesis etme mücadelesiyle derinleşen bu fay hattı, 1969’da sınır çatışmalarıyla ABD’ye aradığı fırsatı verdi. Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger bu çatlaktan sızarak Pekin ile Moskova’yı 21. yüzyıla kadar sürecek bir ayrılığa teşvik ettiler.
2012 yılından itibaren ABD’nin tehdit algılamasında Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk sıraya yükselmesiyle beraber, Beyaz Saray karşısındaki Moskova-Pekin birleşik cephesi daha da netleşti. Enerji alanında başlayan Rus ve Çin işbirliği, aradan geçen yıllarda savunma alanında da güçlendi. Pasifik ve Çin denizi üzerinde bugün Rus ve Çin savaş uçakları ortak devriye görevleri yapıyor.
ABD iki cephede mücadeleye hazır mı?
İki yüzyılı biraz aşan kısa tarihinin yarıdan fazlasını savaşarak geçiren ABD, iki cephede aynı anda mücadele tecrübesini (biri sıcak çatışma olmak üzere) iki kez yaşadı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Japonya’yı müttefikleriyle beraber alt eden ABD, savaşın ardından başlayan Soğuk Savaş sürecinde de Çin’i Sovyetler Birliği’nden ayırarak büyük ölçüde amacına ulaştı. Bugün ise mücadeleye uzay ve siber düzlemin de dahil olmasıyla, iki cepheli savaş çok daha karmaşık bir karakter arz ediyor.
Marshall ABD’nin savaş kaynaklarını ve askeri gücünü yüzde 70’i Almanya’ya, yüzde 30’u Japonya’ya karşı kullanılacak şeklinde organize etmişti. Marshall’ın hedefi öncelikli olarak savaş araç gereci ile mühimmat üretiminde Almanya ve Japonya’ya karşı ezici üstünlüğü temin etmekti ki bu hedefine ulaştı.
ABD’nin iki cepheli savaş stratejisini uygulaması İkinci Dünya Savaşı’nda da kolay olmamıştı. Üstelik bu konuda en büyük sorunu en yakın müttefiki İngiltere ile yaşadı. ABD Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı George C. Marshall, 1942’den itibaren ABD ordusunun Avrupa’ya yönelik bir çıkarma harekâtı yapmasına yönelik İngiliz baskısına direndi. Marshall ABD’nin savaş kaynaklarını ve askeri gücünü yüzde 70’i Almanya’ya, yüzde 30’u Japonya’ya karşı kullanılacak şeklinde organize etmişti. Marshall’ın hedefi öncelikli olarak savaş araç gereci ile mühimmat üretiminde Almanya ve Japonya’ya karşı ezici üstünlüğü temin etmekti ki bu hedefine ulaştı.
ABD’nin bugünkü stratejisi ise mevcut iki hasmına karşı silah ve mühimmat üretmekten ziyade, müttefik ve ittifak üretmeye odaklanmış durumda.
ABD’nin müttefik ve ittifak üretimi
ABD iki ay gibi kısa bir sürede donanmasını ve hava kuvvetlerini seferber ederek iki cephede toplayacağı müttefiklerine ve kuracağı ittifaklara dair ipuçları verdi. Deniz ve hava güçlerine odaklanan bu strateji “Atlantik NATO”suna bir “Hint-Pasifik NATO”su eklendiğine işaret ediyor. ABD Başkanı Biden Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QSD) ya da “QUAD” olarak bilinen ABD, Avustralya, Hindistan ve Japonya arasındaki bu Hint-Pasifik ittifakının paydaşlarıyla ilk toplantısını video konferans aracılığıyla Mart ayının ikinci haftasında yaptı. QUAD ittifakını oluşturan ülkelerin devlet ve hükümet başkanları (Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Avustralya Başbakanı Scott Morrison ve Japonya Başbakanı YoshihideSuga), Biden ile Çin tehdidini doğrudan ele almamakla beraber, bölgesel ve küresel meselelere karşı yürütülecek işbirliğini değerlendirdiler. QUAD ittifakı 2021 yılına kadar ABD, Avustralya, Japonya ve Hindistan donanmalarını askeri işbirliği çerçevesinde bir araya getiren bir mekanizmadan ibaretti. Görünen o ki bu ittifak artık Çin’e karşı bölgesel işbirliğinin de merkezi olacak.
Dünya ticaretinin yüzde 90’ının hâlâ deniz yoluyla yapıldığı göz önüne alındığında, tatbikatların yapılacağı rotanın seçiminin kimlere ne mesaj vereceği ortada. Tatbikatlarla eş zamanlı olarak Fransız uçak gemisi Charles de Gaulle ve muharebe grubunun Doğu Akdeniz’den İran körfezine ulaştığına da dikkat çekmekte fayda var.
Nitekim 1991’deki Körfez Savaşı’nda ABD Kara Kuvvetleri’ne komuta eden emekli General Barry McCaffrey, Twitter hesabından yayımladığı mesajda, dört ülke liderinin bir araya geldiği bu toplantıyı değerlendirirken “QUAD ittifakı Çin’in askeri tehditlerine karşı caydırıcı bir güce sahip olduğunu artık ispatlayabilir” ifadesini kullandı.
QUAD ittifakı Nisan ayında Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) de katılımıyla Çin, Rusya ve İran’a net bir mesaj verecek. 4-7 Nisan ve 25-27 Nisan tarihlerinde düzenlenecek iki ayrı tatbikat, İran körfezi ile Umman körfezinden Malakka boğazına kadar 5 bin 600 kilometrelik mesafedeki deniz ticaret yolunu kapsayacak. Dünya ticaretinin yüzde 90’ının hâlâ deniz yoluyla yapıldığı göz önüne alındığında, tatbikatların yapılacağı rotanın seçiminin kimlere ne mesaj vereceği ortada. Tatbikatlarla eş zamanlı olarak Fransız uçak gemisi Charles de Gaulle ve muharebe grubunun Doğu Akdeniz’den İran körfezine ulaştığına da dikkat çekmekte fayda var.
2022’de Hint okyanusunda yaşanacak bir başka gelişme ise ABD ile İngiltere’nin kuracağı ortak deniz gücünün göreve başlaması olacak. İngiltere’nin yeni nesil HMS Queen Elizabeth uçak gemisi de bu görev gücünün sancak gemisi olacak. Bu noktada İngiltere’ye, ABD’nin iki cepheli mücadelesindeki rolü açısından bir parantez açmakta fayda var.
Anglosakson ittifakı üçüncü savaşta da omuz omuza
İngiltere 2021 yılından itibaren Avrupa Birliği (AB) macerasını geride bırakarak ABD ile beraber dünya denizlerine yelken açtığı yeni bir jeopolitik tercihi yürürlüğe koydu. Bu tercih, ABD’nin yoğun diplomasi trafiği ve Rusya’yı hedef alan ültimatom niteliğindeki açıklamalarıyla eş zamanlı olarak, Mart ayının ikinci haftasının sonunda “Rekabetçi Bir Çağda Küresel Britanya” başlıklı dış politika ve güvenlik strateji belgesiyle dünyaya duyuruldu. Rapordaki en dikkat çekici hususlardan biri, İngiltere’nin Asya’da daha büyük bir oyuncu olacağına yapılan vurguydu. QUAD ittifakının Hint okyanusunda düzenleyeceği tatbikatla neredeyse eş zamanlı olarak, İngiltere Başbakanı Boris Johnson da Nisan ayı sonunda Brexit’in ardından ilk yurt dışı ziyaretini Hindistan’a yapacak. İngiltere’nin dış politika ve güvenlik strateji belgesinde Rusya’nın “Britanya’nın güvenliğine yönelik en akut tehlike” olarak nitelenmesi de Washington ile Londra’nın tehdit algılarının ne kadar uyumlu bir hale geldiğini gösteriyor. İngiltere Brexit sonrasındaki ilk dış politika ve güvenlik strateji belgesinde, sahip olduğu nükleer başlıkların sayısını 180’e indirme yönündeki kararından da vazgeçtiğini açıklayarak bu silahların sayısını 260’a çıkaracağını duyurdu. İngiltere bu kararıyla, Rusya ve Çin’e yönelik nükleer caydırıcılık gücünü sahaya süreceğini de ilan etti.
ABD, İngiltere, Danimarka ve Norveç Barents denizinden başlayarak Kuzey denizi-Manş denizi istikametinde Rus donanmasının hareket kabiliyetini sınırlayacak bir görev gücü de oluşturuyor.
ABD’nin 3 Mart’ta yayımladığı “Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Kılavuzu” da potansiyel düşmanlara karşı ittifakların ve ortaklıkların yeniden güçlendirilerek modernize edilmesine önem atfediyordu. ABD’nin hazırlık aşamasındaki yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nin ön çalışması olan bu kılavuzda Çin, Rusya, Kuzey Kore ve İran potansiyel düşmanlar olarak tanımlanmaya devam ederken yükselen milliyetçilik ve gerileyen demokrasi de mücadele edilmesi gereken sorunlar listesinin başında yer aldı.
Anglosakson ittifakının yeni yapısı Hint-Pasifik bölgesinde Çin’e meydan okumakla yetinmeyecek. ABD, İngiltere, Danimarka ve Norveç Barents denizinden başlayarak Kuzey denizi-Manş denizi istikametinde Rus donanmasının hareket kabiliyetini sınırlayacak bir görev gücü de oluşturuyor. “Dört Ülke Barents Denizi Görev Gücü”nün hedefi, Norveç’in doğusundaki Kola yarımadasının kuzeyine konuşlanarak Rusya’nın Kuzey Filosu’nu mümkün olan en yakın mesafeden gözlem altında tutmak olacak. ABD-İngiltere-Danimarka-Norveç ortak görev gücü Kuzey Kutup bölgesine yönelik Murmansk Deniz Üssü kaynaklı Rus donanma hareketliliğinin başlangıç noktasına baskı yaparak tam saha savunması uygulayacak. Murmansk Deniz Üssü İkinci Dünya Savaşı’nda SSCB’nin ihtiyaç duyduğu askeri malzemenin sevkiyatı açısından hayati rol oynamıştı. Soğuk Savaş yıllarında ise Sovyet nükleer denizaltı filosunun kalesiydi.
Müttefik olmayan bertaraf mı olacak?
ABD’nin Hint-Pasifik ve Barents denizi-Kuzey Kutup bölgesinde oluşturduğu bu ittifak yapısının benzeri uygulamalar Akdeniz, Karadeniz ve İran körfezinde de kendisini gösteriyor. Washington şu anda bu yapılanmalarda yer alacak müttefiklerini belirleme gayreti içinde. ABD özel kuvvetlerinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) özel kuvvetleri ile Girit’te tatbikat yapmasını ve ABD donanmasının Karadeniz’e artan sıklıkla yaptığı girişleri ve Ukrayna donanması ile tatbikatlarını bu çerçevede değerlendirmek yerinde olur. ABD ittifaklarda kendisine destek olmayacak ülkeleri ise muhtelif yaptırımlarla bertaraf etmenin ya da pasifize etmenin yollarını arıyor. Kuzey Akım-2 boru hattı projesi yoluyla Almanya’yı, S-400 füze savunma sistemi alımı bahanesiyle Türkiye’yi hedef alan yaptırımların temelinde de bu ittifak politikasının izlerini aramak gerekiyor. Biden yönetimi Almanya ve Türkiye’yi, Rusya ile ilişkilerini bozmak istememeleri halinde, bir ittifaka dahil edememiş olacağından bertaraf etmeyi hedefliyor.
ABD’nin diplomasi otobanı
ABD ile İngiltere’nin “Ulusal Güvenlik ve Dış Politika”ya dair strateji belgelerini yayımlamalarıyla beraber yoğun bir diplomasi trafiği başladı. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ülkesinin Hint-Pasifik Kuvvetleri Komutanlığı’nın karargahının bulunduğu Hawaii’ye 13 Mart’ta ayak bastı. ABD Savunma Bakanı’nın ilk yurt dışı ziyaretinde sonraki durakları Japonya, Güney Kore, Hindistan ve Afganistan oldu. Austin gezisini değerlendirirken temaslarının ABD’nin ittifak kabiliyetlerini artırmayı hedeflediğini söyledi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken da ilk yurt dışı ziyareti için 16 Mart’ta Savunma Bakanı Austin’le beraber Japonya’daydı. Sonraki durağı ise Güney Kore oldu. Blinken’ın diplomasi maratonunun üçüncü durağı ise sıra dışı bir toplantı için gittiği Alaska oldu. 18 Mart’ta Blinken ve ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden yönetiminin Çin Halk Cumhuriyeti ile ilk üst düzey yüz yüze görüşmesini gerçekleştirdiler. Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi ile Çin Komünist Partisi Merkezi Komitesi Dışişleri Komisyonu Ofisi Direktörü Yang Cieç başkanlığındaki heyetin Amerikalılarla görüşmesi, kimsenin alttan almadığı bir ağız dalaşı şeklinde cereyan etti. Bir nevi diplomatik boks maçı olarak nitelenebilecek olan sürecin ilk raundunu, taraflar ringin hâkim oldukları köşelerinde en ufak bir geri adım atmayacaklarını göstererek tamamladılar. Tarafların birbirine karşı kullandıkları dil, ABD-Çin rekabetinde dünyayı, yumrukların sayılmayacağı bir dört yılın beklediğine işaret ediyor.
Rusya dışişleri bakanının Moskova ve Pekin’in teknolojik bağımsızlıklarının muhafazası ile olası ABD yaptırımlarına karşı ulusal para birimleri ile ticarete ağırlık verilmesi üzerinde durması, kısa vadede mücadelenin ekonomik cephede şiddetleneceğine işaret ediyor.
Alaska’daki görüşmelerin diplomaside estirdiği soğuk hava dalgası ise ABD Başkanı Biden’ın ABC televizyonuna verdiği röportajda Rusya Devlet Başkanı Putin’i “katil” olarak nitelemesinin gölgesinde kaldı. Biden (halihazırda 2016 ABD Başkanlık seçimine müdahaleleri tartışma konusu olan) Rusya’nın 2020 Başkanlık seçimine de müdahale ettiğini iddia ederek Putin’in “bedel ödeyeceğini” ilan etti. ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü tarafından hazırlanan 15 sayfalık raporda, Rusya’nın Biden ve ailesi hakkında dezenformasyon içeren iddiaları seçim kampanyası sürecinde yaydığı iddia edilmişti.
Biden’ın Putin’i doğrudan hedef alan suçlamaları ile Hint-Pasifik bölgesine yönelik Amerikan diplomatik operasyonu Moskova ve Pekin’de alarm zillerini çaldırdı. Bu kez uçağa atlayıp yola çıkan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov oldu. Lavrov’un ziyaret öncesinde Çin medyasının sorularını yanıtlarken üzerinde durduğu iki konu dikkat çekiciydi. Rusya dışişleri bakanının Moskova ve Pekin’in teknolojik bağımsızlıklarının muhafazası ile olası ABD yaptırımlarına karşı ulusal para birimleri ile ticarete ağırlık verilmesi üzerinde durması, kısa vadede mücadelenin ekonomik cephede şiddetleneceğine işaret ediyor. Lavrov Çin medyasına yaptığı değerlendirmede, ülkesinin ve Çin’in mümkün olan en kısa sürede Batılı ülkelerin kontrolündeki uluslararası finans sisteminden kaynaklanacak baskılardan uzaklaşmanın yolunu bulmaları gerektiğini vurguladı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Moskova Büyükelçisi Cang Hanhui de Interfax haber ajansına yaptığı açıklamada, uluslararası istikrarın korunması için iki süper gücün işbirliğinin önemine vurgu yaptı. Büyükelçi Cang “ticaret, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşısı üretimi, uzay çalışmaları ve savunma sanayini” öncelikli işbirliği alanları olarak sıraladı. 22 Mart’ta Güney Çin’deki Guangşi Cuang Özerk Bölgesi’nin Guilin kentine ulaşan Lavrov ile mevkidaşı Vang Yi arasındaki görüşmelerde, yalnızca iki ülkenin ABD’ye karşı atacağı ekonomik adımların ve bölgesel işbirliği konularının değil, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya’nın daha yakın işbirliği sergilemeleri yönünde de fikirlerin ele alınması bekleniyor.
İttifaklardan ittifak beğenmek mi, kendi tarafında olmak mı?
ABD-İngiltere ile Rusya-Çin ikilileri arasında hızla tırmanan gerilim, kısa vadede daha fazla ülkenin taraf seçmeye zorlanacağı bir cepheleşmeye gidiyor. İki büyük dünya savaşında olduğu gibi, mesele bu defa tercih edilen ittifakla aynı siperi paylaşmakla sınırlı kalmayacak. İttifaklar arasında yapılacak tercih savunma, ekonomi, uzay çalışmaları, enerji, siber mücadele, 5G teknolojileri, aşı savaşları gibi pek çok karmaşık alanda ülkelerin sahip olacakları kabiliyetleri de etkileyecek. ABD’nin diplomasi dili, Rusya ile savunma ya da enerji alanında işbirliği yapan Türkiye, Almanya ve Hindistan gibi ülkeleri yalnızca taraf seçmeye zorlamakla kalmıyor, sindirmeyi de hedefliyor. Kim bilir belki de bu kutuplaşma ve baskıcı dil, 1961’de olduğu gibi, bir “Bağlantısızlar Hareketi”nin yeniden doğuşunu da beraberinde getirir.
Ukrayna’nın her an işgal altındaki Donbas bölgesi ile yasadışı şekilde ilhak edilen Kırım’ı geri almak için askeri seçeneğe başvurabileceği yönündeki beklentiler artıyor. Bu yöndeki bir gelişme halinde Türk boğazları ile Karadeniz’deki NATO varlığının kazanacağı önem, Türkiye’nin üstleneceği sorumlulukla örtüşecektir
Türkiye’nin ve Almanya’nın halihazırda NATO üyeleri olarak durdukları taraf belli. Hatta Türkiye, müttefiklerinin terörle mücadelede sergiledikleri zaaf ve vefasızlıklara rağmen ittifaka karşı yükümlülüklerini her alanda yerine getirmekte. Türkiye’yi Rusya ve Çin’e karşı yanında görmek isteyenlerin, öncelikle Suriye’de müttefiklik ilişkilerinin gereklerini yerine getirip getirmedikleri sorgulanacaktır.
Karadeniz’in kuzeyinde de bugün sıcak savaş rüzgarları yeniden esiyor. Ukrayna’nın her an işgal altındaki Donbas bölgesi ile yasadışı şekilde ilhak edilen Kırım’ı geri almak için askeri seçeneğe başvurabileceği yönündeki beklentiler artıyor. Bu yöndeki bir gelişme halinde Türk boğazları ile Karadeniz’deki NATO varlığının kazanacağı önem, Türkiye’nin üstleneceği sorumlulukla örtüşecektir. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın söylemleri ise Libya’dan başlayarak Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege ve Ortadoğu’da Türkiye ile ABD arasındaki çıkar çatışmalarını beslemeye yönelik bir içerikle ilerliyor. Türkiye ile İngiltere arasında farklı alanlarda her geçen gün olumlu ilişkiler geliştirilip pozitif bir gündemle hareket edilirken ABD’nin CAATSA yaptırımları gibi hasım ülkeleri hedef alan uygulamalarla Türkiye’yi hapsettiği çerçeve, Washington’ın yakın dönemdeki planları açısından gerçekçi seçenekler doğurmayacaktır.
[Gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]