Kendi oyunları, kendi tarzlarıyla aynı zamanda Nejat Uygur’un geleneksel ekolünü de güncelleyerek sanat hayatına devam eden Süheyl ve Behzat Uygur, pandemi öncesi, babalarının yıllar önce sahneye koyduğu “Süt Kardeşler” oyununu sanatseverlerle buluşturuyordu.
Pandemi döneminde “Hey Gidi Günler- Şarkılı İnteraktif Komedi” oyununu sahneye koyan Uygur kardeşler, tiyatroyla geçen yaşamlarını, 32. yılını kutladıkları Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosunu, “Kötü Şarkılar” albümüyle “Abdülkadir” şarkısını ve sinemaya ilişkin düşüncelerini AA muhabirine anlattı.
Hoş geldiniz. Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosu kaç yıldır izleyiciyle buluşuyor.
Behzat Uygur: “Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosunun tam 32. yılı. İlk biletimizi 8 Şubat’ta satmışız. Ben geçen arşivden baktım.”
Süheyl Uygur: “Ankara mıydı?”
Behzat Uygur: “İstanbul.”
Süheyl Uygur: “Evet. Çevre Tiyatrosunda”
Süheyl Uygur: “Denk geldi, güzelmiş. Daha evvel bana bahsetseydin. Niye bahsetmedin Behzat?”
Behzat Uygur: “Şimdi geldi aklıma ya. Hoş geldiniz derken, kusura bakma.”
Süheyl Uygur: “Böyle sürpriz oluyor bana. Estağfurullah.”
O zaman mutlu yıllar tiyatronuza o zaman.
Behzat Uygur: “Çok teşekkür ederiz.”
Süheyl Uygur: “Yaşasın Tiyatro.”
Evet, yaşasın tiyatro. Siz, bir elin 5 parmağı tabiri gibisiniz. 5 kardeşsiniz. Ahmet, Süheyl Uygur, Süha, Kemal ve Behzat Uygur. Süheyl Bey ikiziniz Süha ile Samsun’da doğmuşsunuz galiba?
Süheyl Uygur: “Tabii ben ve Süha Samsun doğumluyuz. Behzat Adana, Kemal Antakya doğumlu. Hep böyle turnelerde.”
Hepiniz turne çocukları mısınız?
Süheyl Uygur: “Tabii babam ve annem, yıllarca tüm ekiple Anadolu’yu karış karış dolaşmış. Dolayısıyla da hepimiz neredeyse turnelerde doğmuşuz. En büyük ağabeyim (Ahmet) mesela İstanbul’da yolcu vapurunda doğmuş. Böyle enteresanlıklar var.”
Behzat Uygur: “Hayatı tiyatrolarda geçen insanların turnelerde doğması da çok doğal. Anamız, babamız hep tiyatro ve turnelerdeydi.”
Süheyl Uygur: “Aslında şöyle mi oluyor Behzat? Mesela babam tam 60 yıl diyelim. Aslında 62- 63 yıl galiba…”
Behzat Uygur: “Daha fazla, 65 yılı var.”
Süheyl Uygur: “60 yıl. Biz de 30 yıl. Neredeyse 80- 90 yıllık tiyatroyuz, Nejat babayla beraber. Çok enteresan. Doğduğumuzdan beri tiyatronun içindeyiz.”
Ne güzel hep berabermişsiniz.
Behzat Uygur: “İyi ki de öyle olmuş. Bir tiyatrocu adayı için bulunmaz bir nimet turnelerde doğmak, ülkenin tamamını birkaç kere dolaşabilmek, ülke insanını yakından tanıyabilmek, gözlemlemek, Anadolu’nun en ücra köşelerinde turnelerde, otel odalarında büyüyebilmek ve oyuncaklarının tiyatro aksesuarları olması.”
Süheyl Uygur: “Ama onları yine yerine koymak.”
Behzat Uygur: “Bir defa fırça yemişliğim var, Nejat Uygur’dan, ustamdan ve babamdan. 1960’lı yılların sonlarına doğru Cibali Karakolu’nda oynarken, çok aklımda kalan bir şey. Cibali Karakolu’nun bir yıldızı vardı, Nejat Uygur’un komiser Cafer Kıskıvrak olarak taktığı. Ben de çocukken kulise gelmişim, kovboyculuk oynayacağım diye şerif olmak için o yıldızı almışım ve eve gitmişim. Benim yüzümden babam o gün Cafer Kıskıvrak, baş komiser rolünü yıldızsız oynadı. Eve geldiğinde de ‘Bir daha tiyatrodan hiçbir aksesuarı almayacaksın.’ dedi.”
Süheyl Uygur: “Bu yıldızlar goktan inmedi buraya, derdi.”
Behzat Uygur: “O repliği yaparken bir yıldız eksikliği benim sayemde olmuş oldu. O yüzden şimdi hep dikkat ederim aksesuarlar eksik olmasın, aman yerinde olsun diye. Çok doğrusunu söylemiş. Oyuncakların böyle olunca, oyun arkadaşların Sami Hazinsesinden tut, Feridun Çölgeçen, Bahri Beyat ve daha eskilere, dönemin en ünlü, en iyi oyuncuları olup, bütün bu ünlülerin arasında geçince, babanın arkadaşları, Adile Naşit, Gazanfer Özcan, Sadri Alışık, Zeki Alasya ve Metin Akpınar o zaman genç tabii, kuliste bunlarla büyüyünce bir tiyatrocu adayı için daha ne olabilir, diye düşünüyorsun.”
Bulunmaz bir nimet.
Behzat Uygur: “Bulunmaz bir nimet. Bu ortamda büyüdüğün zaman, her biri sana bir ders vermiş, her anın bir dersi varmış diye düşünebiliyorsun. İyi ki de böyle olmuş. İyi ki de Anadolu’da dolaşmışız.”
“Babam, önce insan, sonra tiyatrocu olacaksın dedi”
Süheyl Uygur: “Ders deyince ilk aklıma gelen şey, yıllar önce, 13-14 yaşındayım galiba. Bir gün Nejat babama dedim ki, ‘Baba ben de tiyatrocu olmak istiyorum. Bana, ‘Önce insan olacaksın, sonra tiyatrocu olacaksın.’ dedi. Bu her meslek için geçerli tabii.”
Doğru, öğrenilmesi gereken ilk şey. Babanız Nejat Uygur’un deyimiyle ‘Armut ağacının dibine düştüler’ deyimini 1990 senesinde ‘Genç Uygur’ları kurarak ‘Boynuz Kulağı Geçer’ oyununuzla bir şekilde ispatlamış oldunuz.
Süheyl Uygur: “Çevre Tiyatrosu’nda oynarken babam, pazartesi veya salı günleri oyun oynanmazdı. Behzat, Süha filan oturduk konuştuk, biz kendi tiyatromuzu kursak ne olur? Baba ile anne hayattayken daha sağlam basacaksınız çünkü yere. Çünkü ülkede tiyatro yapmak hala çok zor. Babamıza gidip, ‘Baba biz repo günleri tiyatro yapmak istiyoruz.’ dedik. ‘Tabii ki yapabilirsiniz.’ dedi. O zamanlar Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosu değildi. Yaşlarımız daha genç olduğu için ‘Genç Uygurlar’ Tiyatrosu idi. Ne yapalım, derken, babamın yıllar önce oynadığı daha sonra ‘Bazıları Musakka Sever’ diye oynanan, ‘Gel de Borusunu Öttür’ oyununu seçtik Behzat ile. Oyunun ismini babam koydu, ‘Boynuz Kulağı geçer’ diye. Oyunu da babam yönetti. Çok da güzel bir oyun olmuştu. 30 sene oldu demek ki. Bak ne kadar çabuk geçiyor zaman.”
Behzat Uygur: “Evet, Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosunda oynadık. Allah rahmet eylesin o tiyatronun sahibi Hasan Zengin de çok önemli Türk tiyatrosu için. Daha o dönemlerde Karadenizli bir müteahhit, İstanbul’un birçok yerine koca koca binalar dikeceğine, tiyatrolar yaptı. O tiyatrolardan biri olan Çevre Tiyatrosu hala var. Gerçi biz oynayamıyoruz. Hasan Zengin’e gelecek olursak çok değerli bir insandı ve o dönemde çok tiyatro kazandırdı İstanbul’a. Bizim de ilk seyircilerimizdendi.”
Süheyl Uygur: “Tabii, oyundan sonra koşa koşa geldi, ‘Şahane çocuklar. Seyirci size bayıldı.’ dedi.”
Behzat Uygur: “Ustamız Nejat Uygur ama çocukluğumuzdan beri Süheyl ile Zeki Alasya-Metin Akpınar hayranlığımız vardı. Hasan amca; ‘Yeni Zeki-Metin siz olacaksınız.’ demişti. Çok mutlu olmuştuk. Allah rahmet eylesin.”
Süheyl Uygur: “Behzat veya ben, sosyal medyada paylaştığımız zaman tiyatro ile ilgili hala ‘Babanızın yerini dolduramazsınız.’ deniyor. Tabii ki dolduramayız. Nejat Uygur zaten bir tane. Gazanfer Özcan, Metin Akpınar ilk aklıma gelenler, bir tane. Behzat ve ben kendi mahallemizde babayı, anneyi utandırmadan elimizden geldiğince güzel şeyler yapmaya çalışıyoruz ki bugüne kadar öyle oldu.”
Peki boynuz kulağı geçerken yine de babanızın ekolünü, güncel bir dil yakalayarak bu günlere taşıdığınızı söyleyebilir misiniz?
Behzat Uygur: “Elbette, söyleyebiliriz. Seyircimiz de bunu söylüyor. Ben şundan eminim, Süheyl de öyledir zannediyorum. Babam yaşadığı müddetçe bizim tiyatro yapmamızdan, yaptığımız biçimden gurur duydu. Seyrettiği oyunlarda, yüzünün ifadesi bizim için önemliydi ki, Nejat Uygur’u güldürmek kolay değildi. Asla iltimas geçmezdi ki kalkıp alkışlaması bunun göstergesi olmuştu.”
Süheyl Uygur: “Ne heyecanlanırdık, özellikle de ben. Evet ayakta alkışlamıştı değil mi?”
Behzat Uygur: “Şu anda bile biz onu hala her oyunda hissediyoruz. Bunu klasik zannederdim ben ama gerçekten Nejat Uygur hep aramızda oluyor. Aslında oyunlarımızda bütün oyuncularımızla birlikte sahnedeki herkesi Nejat Uygur oluyor. Bir parça oluyorlar.”
Süheyl Uygur: “Özellikle bunu Çevre Tiyatrosu’nda geçen sene mi oynamıştık daha çok hissetmiştik. Sanki o gün sahnede Nejat Uygur oynuyor.”
Behzat Uygur: “Evet Çevre Tiyatrosu’nda perde açıldığı anda seyirciden de bizden de öyle bir elektrik geçti ki birbirimize, o aramızda vardı ve bayağı duygusal anlar yaşadık. Seyirci çok güldü, kahkaha attı oyunumuzda. Nejat baba, ustamız her oyunumuzda var. Zaten gittiğimiz her yerde, her eski salonda bir anımız var onunla.”
Onun enerjisini hissetmek çok muazzam olmalı? Ama çok enteresan bir şey söylediniz. ‘Onu güldürmek kolay değil’ dediniz. O bütün ülkedeki insanları güldürürken o neden gülmezdi acaba?
Süheyl Uygur: “Sahne üzerinden bahsetti Behzat. Tabii özel hayatta değil. Ama şimdi usta her şeyin güzelini yapmış bu ana kadar. Tabii ki zor beğenecek. Karşınızda ustanız, hocanız oturuyor. Bakalım tepkisi ne olacak? Tabii ki gülmeyebilirdi de. Ona da hiçbir şey demeyebilirdik.”
Behzat Uygur: “Ama kedi sesine çok gülerdi mesela. Mart ayı geldiği zaman Nejat babayla Bahri Beyat, Allah rahmet eylesin.”
Süheyl Uygur: “Eniştemiz.”
Behzat Uygur: “Evet, çok önemli bir oyuncuydu. Nejat Uygur’un partneri, Nejat Uygur Tiyatrosunun vazgeçilmezi. Bir gün bir oyunda kedi sesleri lazımdı, makaralı teyplere alacaklardı ses kaydını. Fakat odaya girdiler, gülmekten alamıyorlar. İkisi kedi sesi yapacak. Karşılıklı başladılar kedi sesi yapmaya. Yapıyorlar, gülüyorlar. En sonunda bizi çıkarttılar, yalnız kaldılar yine güldüler. Arka odaya gittiler yine güldüler. O gün gülmekten o ses kaydını yapamadılar. Kedi gibi konuşuyorlardı birbirleriyle. Çok absürt şeylere gülerdi. Ama mesela sinemada en çok kime gülüyor derseniz, Charlie Chaplin’di. Bizim çocukluğumuzda babam eve film makineleri getirirdi. 16’lık mıydı? Sessiz Şarlo, Charlie Chaplin filmlerini izlerdik.”
Süheyl Uygur: “Önce 8’likti. Beyaz çarşafı gerip evin penceresinin önüne koyar, pencereyi açardı ve bazı saatlerde vatandaşlar da komşular da seyrederdi.”
“İlk kablolu televizyonu Nejat Uygur yaptı”
Behzat Uygur: “Tabii tabii. Herkese açıktı. İlk kablolu televizyonu Nejat Uygur yaptı.”
Babanız hem otoriter hem de eğlenceli bir babaymış. Evde babanız ve anneniz Necla Hanım vasıtasıyla film izleme ve kitap okuma seansları düzenliyormuşsunuz. Hatırlıyor musunuz babanızın tavsiye ettiği ilk okuduğunuz kitabı? Mesela Charlie Chaplin, ilk izlediğiniz filmlerden midir?
Behzat Uygur: “Tabii, tabii Charlie Chaplin, Buster Keaton, dönemin sessiz sineması. Tabii onlar daha öncenin filmleri ama hayatımıza, bizim çocukluğumuza girdi. Mesela çocukken benim ilk okuduğum kitap, Nejat babanın arşivinden Hacivat-Karagöz serisi oldu. Okumayı ilk söktüğümde ilk okuldayken, Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcuları önerdi ama ben ilk Hacivat-Karagöz’ü okudum.”
Süheyl Uygur: “Yaşımıza göre Kemalettin Tuğcuları, Ömer Seyfettinleri söylerdi. Tabii ki annemin, babamın söylediği kitapları okurduk ama bizdeki durum daha değişik olurdu. Genelde biz beraber oyun teksti okurduk. Yüzlerce okurduk. Küçüktük ama bizim fikrimizi alırdı çaktırmadan. Şimdi aklıma o geldi.”
Behzat Uygur: “Bizim için çok keyifli günler, çok değerli anlardı. Şimdi artık olamıyor tabii eskisi gibi. Daha çok bilgisayarların, telefonların başında olunuyor artık, teknoloji girdikten sonra. Gerçi sinema da teknoloji ama filmin üzerine filmi konuşurduk.
Aslında tiyatro izlemek, sadece tiyatro izlemek olmamalı. Hep onu söylüyorum seyircilere ya da bize gelen, irtibata geçen gençlere. Aslında seyirci, nereden baksanız 2 saat oyun sürüyor, öncesi 2 saat ve sonrası 2 saat derken hayatının 6-7 saatini bize ayırıyor. Bu çok büyük bir sorumluluk. Tiyatronun öncesinde, çok pahalı olması gerekmiyor, gidip bir yerde çorba içebilirler birlikte, o gün nasıl bir oyun izleyeceklerini, oyunu konuşabilirler. Artık teknoloji de var, girip oyunculara bakabilirler. Eskiden oyundan sonra, öyle yapılırdı. Bir yerde çay, kahve içilir oyunun tartışması yapılırdı. Şimdi de bence bunu yapanlar var ama bu gözle bakarlarsa tiyatroya daha da keyif alacaklar. Şimdi gidiyor, izliyor ve bitiriyoruz.
Biz oyun biçimimizde şunu yansıtmaya çalışıyoruz, eskiden hep öyleydi, bir oyundan çıktıktan sonra özellikle o oyundan onlarca replik aklımızda kalırdı. Onu hayatın içinde de espri olarak bir başkasına yapardın. Bizim tiyatromuz da şimdi öyle. Oyundan aklında espriler kalsın ve bir başkasına yapsın. Bunu sağlayabiliyorsan seyircinle birlikte tabii ki o zaman gerçekten 30 yıl dolu dolu bir şey yapmış oluyorsun.”
Günümüzün teknolojisini kullanarak ve aynı zamanda organik de yaşayarak bir anlayış sergilemektir değil mi bu?
Behzat Uygur: “Tabii, niçin olmasın? Bazen, bazı seyirciler telefonla çekiyor. ‘Dur şimdi çekme, şu anın tadını çıkar. Birebir beraberiz, bak aramıza bir şey sokma. Oyun bitsin finalinde biz sana poz veririz.’ diyorum.”
Süheyl Uygur: “Ali Poyrazoğlu ustanın bir lafı vardı Behzat. Sahnedeyken çekiyorlar ya. ‘Ben burada sizin karşınızda ruhumu soyuyorum sizlere bir şey vermek için ama siz benim bedenimi çekiyorsunuz.’ Enteresan bir lafı vardı.”
Behzat Uygur: “Tam olarak böyle miydi? Olmadı. Ama Ali ağabey söylemişse mutlaka güzel söylemiştir. Zaten kötü bir şey söylemez.”
Süheyl Uygur: “Olmadı ama bakarız sonra. Buna yakın bir şey. Tüm bedenimle, ruhumla sizlerle birlikteyim. Ama siz bedenimi çekiyorsunuz sadece. ‘Bırakın telefonu, benim ruhuma gelin, siz de benimle beraber oynayın.’ anlamında.”
Genç Uygurlar’dan 1996’da profesyonel olarak Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosu’nu kurdunuz değil mi?
Behzat Uygur: “Hala Genç Uygurlar olmazdı.”
Süheyl Uygur: “Şimdi Genç Uygurlar Tiyatrosu ya, eskiden Behzat ile gişede durmayı çok severdik. Ben gişede duruyorum telefon açıyorlardı, ‘Artık Genç Uygurlar demeyin Taze Soğanlar Tiyatrosu deyin.’ diye dalga geçiyorlardı bizimle.”
Behzat Uygur: “Adamlar gelmiş kaç yaşına, ne Genç Uygurlar’ı? Dedim ki, Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosu yapalım. Ayıptır yani. Önemli bir karardı. Hala düşünsene Genç Uygurlar olduğumuzu? Neyse, Süheyl saçını boyadığı için oradan yırtıyor.”
Süheyl Uygur: “Yine saçıma mı geldin?”
Behzat Uygur: “Konu dönüp dolaşıp geliyor senin saçına bir şekilde.”
Süheyl Uygur: “Allahım, Ya Rabbim, sen sabır ver.”
Süt Kardeşler oyununuzun ilk günü izlemeye geldiğimde de siz sahneye ilk çıktığınızda saçınızı boyadığınızı yine söylemişti Behzat Bey.
Süheyl Uygur: “Sataşıyor. Sataşsın canım. Ben asla böyle şeylere bozulmam. Oyun dışı şeyler seyircinin daha çok hoşuna gidiyor. Enteresan geliyor seyirciye, daha çok eğleniyor.”
“Yaptığın doğaçlama tutarsa oyunda kalır”
Behzat Uygur: “Bizde doğaçlama var. Yaptığın doğaçlama tutarsa kalır o oyunda. Bazen seyirci gülmez biz çok güleriz ona çaktırmadan. En güldüğümüz şeylerdendir. Oyundan önce bir espri bulur, ‘Şunu şurada yapalım’ deriz. Artık neredeyse oyunun tamamını bırakırız o ana odaklanır, hazırlanırız. Sırası gelir espriyi yaparız seyircide tık olmaz. Göz göze gelir, içten nasıl güleriz. Kendimizi de eğlendiririz o anda.”
Durum komedisi yaşıyorsunuz yani o anlarda aranızda?
Behzat Uygur: “Her türlü komediyi yaşarız. Yani bizim sahne arkası bayağı eğlencelidir. Mesela Süt Kardeşler’de daha da fazla oluyor. Mesela rolü biten kulise gitmeden kenarlarda durarak, eğlenerek seyrediyor. Bakın bu önemli bir enerji, bulunmaz da bir şey. Bu çok keyifli. Bazen sağımızdaki, solumuzdakini sahnede de güldürüyoruz.”
Süheyl Uygur: “Bu söylediğimizde çok samimiyiz. Dekorun arkasında bizi seyreden oyuncu arkadaşlarımızı güldürmek için Behzat da ben de ayrıca şeyler yaparız. Onları eğlendirmek için de yaparız bunu ayrıca. Onların hoşuna gidiyor çünkü.”
Behzat Uygur: “Zaten tiyatroyu tüm bu görsel sanatlardan ayıran özelliği bu. Bizim yaptığımız tiyatro için söyleyeyim, oyunu sahneye koydun ve oyun kaç yıl gişede kalıyorsa aynı şekilde oynamak zorunda değilsin. Her gün yeni bir reji ve yorum yapıp oyunu güncelleyebilirsin. Bunu dizide, sinemada, bale ve operada yapamazsın. Çok bilerek operayı söylemiyorum ama mantığını düşündüğümde operacı doğaçlama yapamaz diye düşünüyorum. Balet ve balerinin doğaçlama yaptığını düşünsene. Hesap kitap meselesi. Bizde de hesap kitap var ama geleneksel Türk Tiyatrosu’nun en büyük ve güzel özelliği de buradan kaynaklanıyor.”
Bunu Devlet Tiyatrolarında (DT) olsaydınız yapamazdınız.
Behzat Uygur: “DT’de yapamazdık bunu rapor ederlerdi.”
Süheyl Uygur: “Ama biz yapardık, rapor ederlerdi ama yapardık. Belki ikinci gün bizi kovarlardı bilemiyorum ama Behzat da ben de yapardık.”
Behzat Uygur: “Yok yok uydururduk biz ya. Eğlenmeliyiz. O perdenin olmaması gerekiyor, seyirci onu çok hissediyor. Çok değerli oyunlar ve oyuncular var aman yanlış anlaşılmasın. Ama bizim daha astronomik olmamasına nazaran özel tiyatroların, tıklım tıklım dolması, 5-6 yıl bir oyunu oynamamızın sebebi de bu olsa gerek. Arada bir perde olmuyor. Seyirci de bu sıcaklığı, samimiyeti özellikle komedide çok seviyor, mutlu oluyor. Allah o samimiyetimizi, sıcaklığımızı, karşılıklı diyaloğumuzu bozmasın.”
Süheyl Uygur: “Valla şu ana kadar Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosu olarak 30 senede kaç oyunda oynadık bilmiyorum, aklımda değil ama şu ana kadar seyirciye hiç mahcup olmadık, seyirciler de bizi mahcup etmedi. Her oyunumuz da çok güzel geçti. İnşallah bundan sonra da devam eder. Çünkü çok araştırıyor, çok çalışıyoruz. Biz bu Süt Kardeşler’i 8 yıl önce de konuştuk, yapalım mı? diye. Babamın eski rolü olmasından dolayı çekincelerim vardı ama sonunda karar verdik ve oynuyoruz.”
İnsanlar genelde Kemal Sunal, Şener Şen ve Halit Akçatepe’nin oynadığı film olarak biliyor, Süt Kardeşler’i. Filmden çok yıllar önce babanız Nejat Uygur ile Bahri Beyat’ın rollerini tiyatroda oynamanızla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Behzat Uygur: “Süt Kardeşler aslında Galip Ercan’ın Fransız bir yazarın oyunundan çevirisi. 1919 yılında yazılmış bir oyun. Sonra Şehir Tiyatroları’nda ilk olarak oynuyor. Sonra babam oynamaya başlıyor 1950’li yıllarda. Anadolu’nun birçok yerinde oynuyor. Nejat Uygur’un Nejat Uygur olmasına neden olan rol. Daha sonra sinemada Kemal (Sunal) ağabey oynadı bu rolü. Tabii ki Allah rahmet eylesin Halit Akçatepe bu oyunu çok seyretti bilir, Halit ağabeyin babası Sıtkı Akçetepe bu oyunda babamlarla birlikteydi ve komutanı oynadı.”
Süheyl Uygur: “Amin. Behzat’ın rolü şu anda.”
Behzat Uygur: “Sanıyorum ki, çok emin değilim ama Ertem Eğilmez de bu oyunu seyretmeye geldi. Allah rahmet eylesin babadan seyretti ve Halit ağabeyler vs. karar verdi bunu sinemaya geçirelim diye. Sinemaya Sadık Şendil senaryolaştırıldı ve Gulyabani ile bunu eşleştirip çok da şahane bir senaryo çıkarttı. Bir sinema klasiği oldu. Hala seyrettiğimde büyük keyif alırım. Buradaki eşleşmeye göre tiyatroda Süheyl babamın rolünü, ben Bahri Beyat’ın rolünü oynuyorum. Filme göre de Süheyl, Kemal ağabeyin rolünü, ben de Şener ağabeyin oynadığı rolü oynuyorum. Sinemada başka şeyden keyif alırsınız ama tiyatro bambaşka. Başka bir enerjisi vardır bu oyunun. Bu oyunu bilen eskiler uğurlu oyun derler.”
Süheyl Uygur: “Mesela bu oyunda Behzat oyunun 20. dakikasında çıkıyor antre alkışını alıyor, ben 2. perdenin neredeyse ortasına doğru çıkıyorum antre alkışı alıyorum. Bu oyunda ilk Behzat ile karşılıklı bir araya geldiğimizde seyirciden nihayet karşı karşıya geldi alkışı geliyor, çok güzel alkış o.”
Behzat Uygur: “Bunlar kıymetli oluyor. Diyorlar ya ödüldü vs. konuşuluyor ya, çok samimiyetle, içten söylüyorum. Bu anlattığı şey çok daha değerli. Seyirci tek çıktığınızda alkışlıyor ama bir araya geldiğinizde büyük bir duyguyla alkışlıyor. Gazanfer Özcan Allah rahmet eylesin, ‘Sahneye çıktığın ilk antre alkışı 30-40-50 yılın alkışıdır. Finaldeki alkış da performansın alkışıdır.’ derdi. Sağ olsun seyircimiz çıktığımızda da oyunun sonunda da alkışlarını hiç esirgemeden devam ettiriyor.”
Süheyl Uygur: “Hayat ne enteresan. Süheyl-Behzat Uygur Tiyatrosunu kuracağımız hiç aklımıza gelmezdi.”
Behzat Uygur: “Benim aklımdaydı Süheyl ya.”
“İlk oyunumuz babamızın oyunuydu”
Süheyl Uygur: “İlk oyunumuz babamızın oyunuydu. Daha sonra başka oyunlar oynadık. Aradan zaman geçecek. Yıllar sonra Nejat Uygur’un Marko Paşa oyununu oynayacaksın, Alo Orası Tımarhane mi? Süt Kardeşler’i oynayacaksın. Çok enteresan hayat. İnanır mısınız oyun zamanı istek geliyor.”
Evet, babanızla da rol aldığınız oyunlar, gündeminize aldığınız oyunlar olmuş.
Behzat Uygur: “Ben dün rüyamda bir şey gördüm. Rüyamda seyirciden gelen istek üzerine Cibali Karakolu’nu oynuyoruz.”
Süheyl Uygur: “Babamın rolünü sen mi oynuyorsun?”
Behzat Uygur: “Marko Paşa Müzikalini oynarken, ki hala oynuyoruz. O da bir Nejat Uygur oyunuydu. Seyirci ayakta alkışladı ve bunu gazino sahnelerinde olur diye bilirdik biz. Oyun isteğinde bulundu seyirciler. Yoğun bir şekilde ‘Cibali Karakolu’nu da oynayın, Süt Kardeşler’i oynayın, Minti Minti’yi oynayın.’ isteği gelince bu isteklerin içinden Süt Kardeşler’i seçtik. Daha sonra Cibali Karakolu, başka bir oyun da olabilir ama araya yeni bir oyun, oynanmamış, Nejat Babanın repertuarından olmayan bir oyun olacak. Çünkü bizim Türk tiyatrosuna kazandırdığımız birçok eser var. Teleköle ilk bizde başladı. Hasta Etme Adamı Türkiye’nin en genç yazarı Aksel Bonfil’in yazdığı ve yönettiği bir oyun oldu. 18 yaşında yazdırdık biz bu oyunu ve sahneye koydurduk. Üç Salakşörler, Tuhaf İkili, Güldüren Şüphe, Tuhaf İkili gibi yeni oyunlar oynadık. Hatta Nejat Uygur oyunu çok oynamadık. Bu üçüncü oyunumuz.”
Süheyl Uygur: “Rüya meselesi çok enteresan. Bazen ben de görüyorum rüyamda.”
Mesaj rüyalar mı?
Behzat Uygur: “Evet rüyalar geliyor.””
Süheyl Uygur: “Babayla sahnede oynuyoruz, yeni bir oyun. Baba hazır değil diyorum. ‘Boş ver, Bahri her şeyi biliyor. Şevket oradan gelir.’ diyor. Biz oynamaya başlıyoruz ve uyandığım zaman nasıl kendime kızıyorum. Niye uyanıyorum ki? İnsan tabii bir de hüzünleniyor.”
Özlem de var tabii değil mi?
Süheyl Uygur: “Tabii. Şöyle söyleyeyim, hakikaten rüyasında bile güldürüyor. 2 sene önce taksiye bindim. Konu tabii Nejat Uygur’a geldi. Taksici, ‘Süheyl ağabey sana bir şey söyleyeyim mi?’ dedi. ‘Söyle ağabey’ dedim. ‘Nejat Uygur’un ölüsü bile güldürür adamı.’ dedi.”
Behzat Uygur: “Eskiden zaten gazete ilanı afişlerini ‘Ölüyü bile güldürür’ diye koydururdu babam.”
Süheyl Uygur: “Mesela babamın diyelim ki akşam oyunu var. Birkaç gün önce özellikle taksiye ve dolmuşa binerdi ve sahnede yapacağı esprileri onlara yapardı. O ablalar, ağabeyler gülüyorsa onu hakikaten sahnede yapardı.”
Oyunun PR’ını yapıyordu yani?
Behzat Uygur: “Biz de yapıyoruz Süheyl ile onu. Taksiye bindiğimiz zaman pas atıyoruz.”
Süheyl Uygur: “Özellikle bu oyunda ben Laz, Karadenizliyi oynuyorum ya. Karadenizli bir ağabeye denk geldik. Kendi repliklerimi ona söyledim, ‘Nasıl yapıyorsun?’ diye… ‘Fena Değulsun ama biraz çalışacaksun.’ dedi.”
Çok keyifli, çok iyi. Halkla iç içe.
Behzat Uygur: “Bizim bu meslekte halkla iç içe olmaktan başka bir şansımız yok.”
“Taksiciyle, manavla, bakkalla gerçekten muhabbet edin”
Süheyl Uygur: “Samimiyetle ama. Arada fark var.”
Behzat Uygur: “Ama bu, ‘Oyun için bir araştırma, deneysel bir şey yapayım, halkın içinde olayım.’ ile olmaz. Gerçekten içinizden gelmeli. Zaten oradasınız. Ne demek halkla iç içe? Biz kimiz? Biz kraliyet ailesi miyiz? Zaten hepimiz halkız. Onlardan malzeme toplamak için değil. Sakın ha. Öyle bir yanlışa düşülmesin. Yaşıtlarıma ve büyüklerime bir şey söylemem söz konusu değil tabii. Ama bizden gençlere, tiyatroculara tavsiyem o. Sakın bunlardan bir malzeme alayım diye değil. Gerçekten muhabbet edin. Taksiciyle, manavla, bakkalla gerçekten muhabbet edin. Bakın onların size çok büyük katkısını göreceksiniz diyorum.”
Süheyl Uygur: “Geleneksel Türk tiyatrosundan, halkın içinde olmaktan bahsediyoruz. Yıllar önce babayla bir şey yaşadım ben. Bakın o kadar değerli bir şey ki. Tokat gibi adamın yüzüne cevap veriyor. Anadolu’da turnede eski otobüslerle gidiyoruz. Aşağı yukarı 20-25 yıl oldu galiba. Behzat hatırlamıyor ya da yoktu. Aramızda böyle muhabbet olmamış. ‘Ben böyle bir şey hatırlamıyorum.’ dedi. Otobüsle giderken cadde ile sokak arası bir yerden geçtik. Köşe başında simitçi var, etrafta vatandaşlar, garibanlar var, iyi halli, daha iyi halli. Ama garibanlara bakınca, o resim belli oluyor. Babam kaptana ‘Dur kaptan.’ dedi. Otobüsün camından onu izliyorum. Gitti simitçiye bütün simitleri aldı, atıyorum 500 lira verdi. O simitleri dağıttı. Ama önce iyi hallilere, en son garibanlara dağıttı. Otobüse geldi, gidiyoruz. ‘Baba bir şey dikkatimi çekti, size bir şey soracağım?’ dedim. Biz sizli bizli konuşurduk, şimdiki gençlere tuhaf geliyor. Neyse. ‘Sor evladım.’ dedi. ‘Baba, niye önce garibanlara dağıtmadın simidi? Önce onların karnını aç, bir an önce doymak istemezler mi?’ dedim. ‘Söyleyeyim evladım, ben herkesin içinde simidi önce onlara dağıtsaydım, onların gururu ile oynardım.’ dedi. Halk sanatçısı da biraz öyle oluyor. Behzat’ın dediğinden yola çıkarak aklıma geldi.”
Behzat Uygur: “Yine bir gün Adana turnesinde bir çocuk ya mendil ya şeker satıyordu. Kısa pantolonlu küçük bir çocuk. Babam çocuğa, ‘Tiyatroya gel. Oyunu seyreder misin?’ diyor. Küçük çocuk, ‘Bunları satmam lazım.’ diyor. ‘Ben hepsini aldım. Şimdi tiyatroya gelir misin?’ diyor Nejat Uygur. ‘Gelirim.’ diyor çocuk. Otobüse alıyor çocuğu, Oyunu seyrediyor o çocuk. Çocuğa imzalı resmini de veriyor. Yıllar sonra o çocuk bugün bir çoğunun sevgilisi, çok beğenilen bir oyuncu, Caner Cindoruk oluyor. Yıllar sonra bakın her şey nasıl güzel bir şeye dönüyor.”
Süheyl Uygur: “Behzat ile geçen yaz yürüyoruz bir yerde, hava sıcak. Kaldırım kenarında pırıl pırıl bir genç duruyor. Elinde plastik bardak var. Geçerken Behzat, ‘Ağabey benim bardağıma süt koyar mısın?’ dedi. Behzat şişeyi verdi, gitmek üzere; ‘Ağabey sen ne içeceksin?’ dedi. Bunlar inanılmaz güzel şeyler. Behzat da ben de dağıldım. Böyle şeyler yaşayınca insan ‘Vay be.’ diyor. Günümüzde böyle şeyler görmüyoruz ya pek. Yani Behzat’ı düşünüyor.”
Behzat Uygur: “İnsanın içinde sorgusuz, sualsiz, çıkarsız olduğun zaman bu hayat çok güzel bir yer. Ama sorgun, çıkarın, menfaatin varsa, ‘Acaba bunu yaparsam ne olur, yapmazsam ben nasıl daha önde olurum?’ gibi kafanda sorularla hareket ettiğinde, bu hayat herkese çok zor. Siyasetçisinden sanatçısına, ressamından manavına herkes için zor. Ama saflığınla bu hayatın içinde yer alırsan hangi mesleği yaparsan yap bu hayat acısıyla tatlısıyla çok güzel. Bu hayatı zorlaştıran insanlar oluyor. Biz de mesleğimizi yaparken işte bunları komedi diliyle aktarmaya çalışıyoruz. Aslında yaptığımız iş çok zor. O kadar kötü şeyler yaşıyoruz ki. Dünya artık böyle oldu.”
Babanız 60 yıllık tiyatro yolculuğundan önce, ilk gençliğinde girip güzel sanatlar akademisi resim ve heykel bölümünde okumuş. Okulu bitiremese de yıllar sonra bu yeteneğini değerlendirip, tiyatroda işler yolunda gitmeyince Celal Bayar maskı yapmış, Kıbrıs çıkarması döneminde de elbiselerini satıp oyuncu yevmiyeleri ödemiş, bu gerçekten çok özel bir anı değil mi?
“Bizim ustamız ve babamız, Nejat Uygur”
Behzat Uygur: “Çok doğru. Tabii ne yapsın, Anadolu’da kalmış. Bizim, ustamız Nejat Uygur ve babamız Nejat Uygur var. Ne yalan söyleyeyim, ustamız Nejat Uygur, tiyatroda olduğumuz için daha çok hayatımıza ermiş gibi. Ustanızdan sadece sahne üzerinde bir şeyler öğrenmezsiniz, sahnenin dışında da çok şey öğrenirsiniz, nasıl davranılması gerektiği gibi. Biz Anadolu’ya bir yere turneye gittiğimiz zaman kendimizden önce ekip arkadaşlarımız, teknik ekip yemek yedi mi, yemedi mi, ona bakarız. Aynı otelde kalırız. Aynı restoranda yemek yeriz. Onlardan birisinin karnı doymamışsa bize dert olur bu. Nejat babada da böyleydi bu. O zaman koşullar daha zordu. Zaten öyle ekip olabiliyorsun, öyle usta oluyorsun.
Nejat Uygur ne yapsın? İnsanlar aç mı kalsın? Oyun oynanamıyorsa gerekirse başka bir şey üretip, sanatıyla yapacaktı. Kıbrıs 1974 Çıkartması olduğunda karartma ilan edildi. İzmir Açıkhava Tiyatrosu’nda oynuyordu Baba.”
Süheyl Uygur: “Çamlık Senar değil miydi?”
Behzat Uygur: “Pardon Çamlık Senar’dı. Karartma ilan edildi. Açıkhavada nasıl oynayacaksınız? Bütün tiyatrolar gitti. Babam, ‘Şimdi insanların tiyatroya ihtiyacı var.’ dedi. Nasıl oynayacaksın? dediler. Bir tek mavi ışık taktı, oyununu oynadı. Mavi ışık takabiliyordu.”
Süheyl Uygur: “Tiyatro doldu yine.”
Behzat Uygur: “Demek ki tiyatro her koşulda var olmalı. Her şeyden önce ihtiyacı var insanların. Biz de Nejat Babanın çırakları olarak her koşulda, canımız çok yansa da seyircinin karşısına çıkmak arzusundayız. Gücümüz yettikçe, sağlığımız elverdikçe.”
Tiyatroyla 1993’ten itibaren aralıksız 8 yıl sürdürdüğünüz “Şahane Pazar” programında TV ekranlarının vazgeçilmez ikilisi oldunuz o dönemler.
Süheyl Uygur: “12 yıl filan sürdü galiba. Önce Şahane Cumartesi bant yayın olarak başladık. 1 ya da 2 sene sürdü. Daha sonra gündüz kuşağındaydı Şahane Pazar, her şey çok iyi gidince prime time’a aldılar. Hakikaten eğlence bazında bir rekor ve efsanedir Şahane Pazar. Daha yeni paylaştı Behzat, kar yağdığı için Müslüm Baba, Behzat, ben, İpek (Tanrıyar) çökmüşüz. Müslüm Baba şarkı söylüyor biz tavandan strafor atıyoruz, gerçek kar sanan da olmuştu. Altına ‘Ağabey niye yoksunuz? Yine yapın, çocukluğumuza döndük, bizim çocuklarımız da seyretsinler.’ diye yazanlar vardı.”
Behzat Uygur: “Biz bunu hiç fark etmemiştik. Biz insanları eğlendirmek için yapmıştık. Ama o çocuklar 20- 25 yaşlarında genç olunca, onların hayatlarına, kalbine ne kadar dokunduğumuzu şimdi anlıyoruz. Belki şu an hayatta olmayan babasıyla seyretmiş, belki bir sobanın başında bir evde ertesi gün okul var, banyo yaptıktan sonra seyretmiş. İşte bu çocukların ve ailelerinin kalplerine dokunmuşuz.”
Müzik sektöründe de bir ilke imza atarak müzik ve mizahı birleştirdiğiniz bir single çıkardınız. “Abdülkadir” isimli single’ınızın satış rakamı 100 bini aşmış o zaman. Bir marka mı yarattınız ikili olarak?
“Abdülkadir, o dönemin bütün popçularından daha çok sattı”
Behzat Uygur: “Kötü Şarkılar’dı onun ismi. O dönemin bütün popçularından daha çok sattık.”
Süheyl Uygur: “Yürü be oğlum. Gaza geldin.”
Behzat Uygur: “Mustafa Sandal 15 bin satmıştı, biz 100 bir sattık. Burada söylüyorum. Mustafa Sandal’ın en baba dönemi.”
Süheyl Uygur: “Bir şey söyleyeyim mi, özellikle turnelerde ‘Abdülkadir’i söylesenize.’ diyorlar.”
Behzat Uygur: “O dönem o kadar kötü albüm çıkıyor ve her önüne gelen şarkı söylüyordu ki. Bir tepki olarak yaptık. Ama o tepkiyi düzeltemedik tabii. Şimdi daha da kötüler var.”
Süheyl Uygur: “Geri döndüler diye çıkabiliriz.”
Behzat Uygur: “Yeniden bir şey yapabiliriz, şimdi söylemeyelim ya.”
Yani yeni bir single çalışması mı var?
Behzat Uygur: “Yani eleştirilecek, hicvedilecek çok şey var. Yine belki bir şeyler yapabiliriz.”
Süheyl Uygur: “Ama sosyal medyada da tıklanması bayağı güzel Abdülkadir şarkısının.”
Behzat Uygur: “Tabii tabii. ‘Benimki daha çok tıklandı.’ diyor ya, Abdülkadir’i 6 – 7 milyon kişi tıklamış.”
Süheyl Uygur: “Bu takip, like meselesi var ya, bazen Behzat ile konuşuyoruz, eskiden mesela yolda bizi biri takip ettiğinde kıllanırdık. ‘Ne oluyor.’ derdik. Şimdi takip meselesi değişti. Şimdi niye takip edilmiyor? diye üzülüyor, kızıyoruz. Çelişkiye bakar mısın?”
Behzat Uygur: “Artık her şey değişti. Mustafa Sandal kitabında bundan bahsetsin. O kitabında bunları yazacaksın Mustafa, yeni baskısında bunu yaz.”
Bugün single yapsanız peki kimi geçersiniz? Takip ediyor musunuz yenileri?
Süheyl Uygur: “Kendimizi geçelim yeter.”
Behzat Uygur: “Vallahi şimdi görüntü var çoğunda. Herkesi geçeriz.”
Abdülkadir single çalışmasından bahsederken, Kötü Şarkılar’ın prodüktörü ve aynı zamanda “Süt Kardeşler”in müziğini yapan müzisyen- prodüktör Ercan Saatçi, röportaja dahil oldu.
Behzat Uygur: “Abdülkadir’den bahsediyoruz, prodüktörü Ercan geldi.”
Süheyl Uygur: “Ercan gel, Olacak iş değil. Allah aşkına gel, bak Abdülkadir’den bahsediyorduk. Böyle bir şey var mı ya. Gel otur şu mikrofonu sana vereyim. Ne enteresan değil mi?”
Behzat Uygur: “Ercan, Mustafa Sandal 15 bin satmıştı da biz 100 bin satmamış mıydık o dönem?”
Ercan Saatçi: “Aynen öyle.”
Siz gelmeden, Abdülkadir şarkısından bahsediyorduk ve Kötü Şarkılar albümünün Mustafa Sandal’ın albümünün satışını geçtiğini söylediler.
Ercan Saatçi: “Tabii, Mustafa’nın o albümü bayağı olmamıştı. O ara, inanılmaz. Kendileriyle bile dalga geçip, ‘kötü şarkılar, biz kötü şarkıcıyız, siz de zaten bu işi yapıyorsunuz’u anlatan bir prodüksiyondu. Süheyl hiç inanmadı. ‘Ben hiç bu işte olmak istemiyorum.’ dedi. Sonra da bir tane daha albüm yapar mısın? dedi. Ben ona inanmadım.”
Behzat Uygur: “Birbirlerine inanmadılar.”
Süheyl Uygur: “Böylelikle, arada olan sana mı oldu?”
Ercan Saatçi: “Bence Türk pop müzik tarihine geçmiş önemli bir iş. Yani hicvedip, kendisiyle dalga geçen ve hala yeni jenerasyon da bunu biliyor.”
Kendi kendini marka olarak yarattı diyebilir miyiz?
Ercan Saatçi: “Albümün adı: Kötü Şarkılar.”
Behzat Uygur: “Daha kötü şarkılar yapalım.”
Ercan Saatçi: “Hakikaten ya.”
Süheyl Uygur: “En kötü şarkılar.”
Var mı yeni böyle bir proje? Yine birlikte mi yapacaksınız?
Behzat Uygur: “Başka kiminle yapacağız ki? Kiminle yapabiliriz?”
Süheyl Uygur: “Ayrıca da Ercan bu oyunun müziklerini yaptı.”
Yeni hicivler, yeni yaratılacak hikayeler var mı?
Ercan Saatçi: “Var, var. Yapılacak bir sürü şey var da bakalım.”
Behzat Uygur: “Yapar mıyız Ercan?”
Ercan Saatçi: “Bakalım, biraz huzur muzur gelirse yaparız.”
Behzat Uygur: “Ayrıca Ercan Saatçi bu oyunun müziklerini yaptı. Sağ olsun, eksik olmasın.”
Süheyl Uygur: “Söyledim demin.”
Elinize sağlık.
Ercan Saatçi: “Ayrıca bu oyunun müziklerini yaptım.”
Behzat Uygur: “Ercan bir de bu oyunun müziklerini yaptı ve çok güzel yaptı.”
Süheyl Uygur: “Ayrıca Ercan yaptı bu oyunun müziklerini.”
Siz neler yapıyorsunuz şu sıralar Ercan bey?
Ercan Saatçi: “Röportaja gelin anlatayım.”
Gelelim.
Ercan Saatçi: “Memnuniyetle.”
Çok teşekkür ederiz sohbete katıldığınız için. Behzat bey, Süheyl bey ikiniz de uzun yıllardır evlisiniz. Süheyl bey sizin kızlarınız, Behzat bey sizin de erkek çocuklarınız var. Allah bağışlasın. Onlar neler yapıyor?
Süheyl Uygur: “Benim 3 kızım var. Robin, Zeynep, Ayşe. Amin, Allah bağışlasın, cümlemizin.”
Behzat Uygur: “Behzat Amerika’da. Büyük oğlum, teyzesinin yanında. Sinema-televizyon okudu, yönetmenlik yaptı. Daha önce bir albüm yaptı. Nejat, oyunculuk yapıyor. Hem bizim tiyatroda oynadı, hem Müjdat Gezen’de oynadı. Bir dizide oynadı. Çok başarılı ikisi de. Sanatın içindeler onlar da. Tiyatrodan bahsedecek olursam, Uygur ekolünün geleneğinin devam etmesi gerekiyor. Oyuncu olarak Nejat o konumda şu anda.”
Süheyl Uygur: “Benim de dediğim gibi 3 kızım var. Zeynep ortanca kızım annesiyle beraber dans öğretmenliği yapıyor. Ayşe’nin bu sene lise bitiyor. Zeynep dansa çok düşkün ortanca kızımız. Ayşe de düşkün ama Zeynep daha düşkün. Bakalım ne isterlerse onu yapsınlar. Herkes şu anda gayet iyi yani.”
Müjde Ar ve Mehtap Ar ile bazen aynı evde kalıp yer yatağında uyuyormuşsunuz. Böyle hikayeler var mı?
Süheyl Uygur: “Tabii, Fındıkzade’deki evde.”
Behzat Uygur: “Tabii, Müjde ve Mehtap. Aysel Gürel, Allah rahmet eylesin babamla oyunlar oynardı. Onlarla çok anılarımız var. Tabii ki bunlardan da bahsedeceğiz.”
Süheyl Uygur: “Ama oyunda oynamayınca Aysel, Müjde ve Mehtap’la bizde kalır ve bize bakarlardı babamların turneleri sırasında. Ne güzel günlermiş.”
Behzat Uygur: “Yer yatağında yatardık Müjde ve Mehtap’la. Onları biraz korkuturduk.”
Öyle mi?
Behzat Uygur: “Yılandan korkarlardı herkes gibi ama bunlarda daha fazlaydı. Biz ipleri yılanmış gibi gösterirdik onlara. Korkardılar. Çok güzel, değerli anılar. Kimlerle kimlerle oynadık. Bugün sahnede hepsinden faydalanıyoruz.”
Sinema projeniz var mı?
Behzat Uygur: “Yok.”
Sizin ‘Bende Kal’ filmiyle ilk defa sinema filmi deneyiminiz olmuştu.
Behzat Uygur: “Geç onu, boş ver.”
Süheyl Uygur: “Evet, bir daha da yapmak istemiyorum. Öyle söyleyeyim.”
Sinema yapmak istiyor musunuz?
Süheyl Uygur: “Yok. İstemiyoruz. Çok güzel bir şey gelirse beraber yapabiliriz. Onun dışında yok.”
Behzat Uygur: “Biz sinemacı değiliz. Bize çok soruluyor. Sanki kariyerinizde bir sinema filmi olmazsa bir eksiklik varmış gibi bize soruluyor. Bir sinema filmi yapmayacak mısınız? Halbuki sinema oyuncularına bunun sorulması lazım. Ya bir tiyatro oyununda oynamayacak mısınız? Tam tersi olması gerekiyor ki, şu anda sinema yapanların çoğu tiyatro sahnesine döndü. Ama biz bir film yapalım, gişe rekorları kırsın, çok para kazanalım diye sinema filmi yapmayacağız. Bizim yapacağımız televizyon programı olur. Bizim yapacağımız o televizyon programını kimse yapamayacağı için de yapmıyoruz. Seyircilere ayıp etmiş oluruz kötü bir şey yaparsak. Sinemada da aynı şey var. Şimdi gelen senaryolara bakıyoruz gerçekten kötü. İyi bir şey gelmiyor. Komedi adı altında gelen şeyler çok belden aşağı, hep oraya gitmiş. Şimdi senaryo geldi bana bu kadar değil yani. Böyle olmaması lazım. Komedi anlayışının, yapılan komedinin bu olmaması lazım. Şimdi tiyatromuzda biz bunu yapmıyorsak, argo tabii ki kullanılır, ama argoyu yerinde tatlı kullanacaksın, ustalarımız gibi. O yüzden nasipse yapalım. Belki şimdikiler ters köşe diyorlar ya, onu bilmem de ters köşe mi düz köşe mi, hiç belli olmayacak şekilde bir filmde Süheyl ile oynayabiliriz. Belki bir festival filminde bile oynayabiliriz.”
Süheyl Uygur: “Kısa film festivali gibi kısa tiyatro festivali olsa ya”
Behzat Uygur: “Çok kısa sürer.”
Süheyl Uygur: “Düşünsene bilet alıyorsun, 10 dakikada oyun bitiyor.”
Behzat Uygur: “Yapmayalım, röportajı bitirelim mi?”
Mesela Jack Lemmon- Walter Matthau’nun filmleri gibi bir şey olabilir?
Süheyl Uygur: “Allah Allah.”
Behzat Uygur: “Biz onların ‘Tuhaf İkili’ oyununu oynadık. Güzel senaryo olursa yaparız birlikte. Aman bir sinema filmi yapalım diye zorlamayız kendimizi.”
Süheyl Uygur: “Bizim aklımız fikrimiz hep tiyatroda.”
“İyi bir Hacivat- Karagöz müzikali yapmak istiyoruz”
Behzat Uygur: “Daha da büyük prodüksiyonlu oyun yapalım mesela, derdimiz o. İyi bir Hacivat- Karagöz müzikali yapmak istiyoruz. Yani Broadway’i biliyorsun. Orada çok güzel eserler var. Biz niye bizim geleneksel tiyatromuzu anlatan büyük çapta bir şey oynamıyoruz? Yurt dışından kopyala yapıştır müzikaller yapıyoruz. Halbuki biz yurt dışında festivallere gittiğimizde mesela Avustralya’ya gittiğimizde Melbourne, Sydney’de üst yazıyla oynadık. Frankfurt Tiyatro Festivali’nde Almanca üst yazıyla oynadık. Seyreden Almanlar o kadar mutlu oldu ki. Tabii doğaçlama yaptığımız yerler üst yazıda yazmıyordu. Tercüme ettirdik oradakilere ve çok keyif aldılar bizim tiyatromuzdan örnekleri görmekten. Bunu niye daha büyük çapta yapmayalım? Danslarıyla, dekoruyla bu daha çok heyecanlandırıyor. Bunu yurt dışında dünyanın her yerinde oynayalım. Bizim derdimiz tiyatro.”
Anneniz nasıl? Marko Paşa Müzikalinizde oynuyordu? Tekrar oynayacak mı?
Süheyl Uygur: “İyi, Marko Paşa’da 2 sene oynadı. Ondan sonra bir anda rahatsızlandı. Romatoid Artrit diye bir hastalığa yakalandı. Şu anda gayet iyi, kimin işi o anda yoksa çıkarıyor, yürütüyoruz falan. Hayatından mutlu. Tabii ki de sahnede olmak istiyor.”
Behzat Uygur: “Belki bu iki kişilik oyunda zaman zaman onu yormadan getirip birkaç anıya eşlik etmesini rica edebiliriz annemden. Hem de orada özlemini gidermiş olur.”
Çok teşekkür ederiz.
Süheyl Uygur: “Biz teşekkür ederiz efendim. Çok zevk aldık.”