İran ve nükleer anlaşmanın tarafları, Viyana’da anlaşmayı kurtarmak için belki de son kozlarını oynarken İran’ın uranyum zenginleştirme tesisine düzenlenen sabotaj, ılımlı kimliğiyle bilinen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin hükümetini nükleer program konusunda sertlik yanlısı muhafazakarların taleplerine teslim olmaya itiyor.
Son bir yılda eski ABD Başkanı Donald Trump’ın politikaları ve İsrail’in ardında olduğu söylenen suikast ve sabotajlar zinciri, ılımlı ve reformist kanadın Batı ile itidali önceleyen söylemlerini etkisizleştirdi.
Reformist ve ılımlıların desteklediği Cumhurbaşkanı Ruhani’nin tersine Batı ile mesafeli politikaları destekleyen ve ABD ile uzlaşıya, Ruhani kanadının “siyasi kazanç” elde etmemesi için en azından haziranda yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar pek sıcak bakmayan muhafazakarların ülkedeki etkisi göz önüne alındığında nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması kolay görünmüyor.
Biden’ın Başkan Yardımcısı olduğu dönemde imzalanan ve iki ülke arasındaki düşmanlıkları sona erdirme vaadini de taşıyan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) şeklinde adlandırılan nükleer anlaşma, uluslararası yaptırımların kaldırılması karşılığında Tahran’ın nükleer programını önemli ölçüde kısıtlarken diyaloğun da kısmen genişlemesine katkı sağladı.
Eski Başkan Barack Obama ile bir nebze düzelen kırılgan ABD-İran ilişkileri, Donald Trump’ın göreve gelmesiyle farklı bir yola girdi. Bu dönemde İran’a yönelik suikastlar ve sabotajlar zinciri neticesinde reformist ve ılımlı kesimler muhafazakarlara karşı siyasi üstünlüklerini kaybetmeye başladı.
Ruhani hükümeti, daha önce muhafazakarların uranyum zenginleştirme seviyesini yüzde 20’ye çıkarma taleplerine dahi nükleer anlaşmayı koruma ve Batı ile diplomasi kapısını açık tutabilme çabasıyla karşı çıkarken nükleer tesise sabotajın ardından bu seviyeyi yüzde 60’a kadar çıkardı.
İran, Süleymani ve Fahrizade suikastlarının ardından nükleer faaliyetlerini hızlandırdı
İran’a yönelik baskılar her seferinde muhafazakarların daha etkin hale gelmesine ve hükümeti onların politikalarını uygulamaya zorladı.
Buna en büyük örnek, ABD’nin 3 Ocak 2020’de Kasım Süleymani’yi öldürmesi daha sonra 27 Kasım 2020’de nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’ye yönelik suikastlar gösterilebilir.
Süleymani suikastı sonrasında İran nükleer anlaşmadaki taahhütlerini tamamen durdurdu. Fahrizade suikastının ardından ise daha önce muhafazakarlar tarafından Meclise getirilen ancak kabul edilmeyen nükleer faaliyetleri hızlandırmayı öngören yasa tasarısı tekrar gündeme getirildi ve Ruhani hükümetinin şiddetle karşı çıkmasına rağmen yasalaşarak, uygulandı.
Natanz’daki nükleer tesise yapılan son saldırı ve ardından İran’ın uranyumu zenginleştirme seviyesini tarihinin en yüksek seviyelerine çıkarma kararı, Trump döneminde ortadan kalkmanın eşiğine gelen nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasının kolay olmayacağı endişelerini de beraberinde getirdi.
Natanz’daki tesise bir yıl içinde iki sabotaj
Natanz kentinde yer alan ülkenin en büyük uranyum zenginleştirme tesisi olarak bilinen Şehid Ahmedi Ruşen Nükleer Merkezi’ne 11 Nisan’da düzenlenen sabotaj sonrasında da hükümet birkaç ay öncesine kadar karşı çıktığı adımları atmak zorunda kaldı.
İranlı yetkililer sabotajın arkasında İsrail’in olduğuna dair güçlü işaretler olduğunu açıkladı.
Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisi, 2 Temmuz 2020’de de tesisteki gelişmiş santrifüjlerin hedef alındığı sabotaj saldırısına maruz kaldı. Saldırının ardından İran, tesisteki santrifüj salonlarını yerin 50 metre altına taşıdı.
Buna rağmen saldırının gerçekleşmesi 27 Kasım 2020’de nükleer bilimci Muhsin Fahrizade’nin öldürülmesi sonrasında zirveye çıkan ve hükümete bağlı İstihbarat Bakanlığını hedef alan istihbarat zafiyeti tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Muhafazakarlar hükümete bağlı İstihbarat Bakanlığını suçluyor
Saldırıdan sonra devlet televizyonunda konuşan Meclis Araştırma Merkezi Başkanı ve eski Devrim Muhafızları Ordusu mensuplarından Ali Rıza Zakani, İstihbarat Bakanlığını eleştirerek İran’ın bir “casus cenneti” haline geldiğini söyledi.
Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri ve eski Devrim Muhafızları Ordusu komutanlarından Muhsin Rızai de saldırının ardından ülkenin son 10 yıldır “güvenlik kirliliğine” maruz kaldığını güvenlik bürokrasisinin ciddi bir revizyona ihtiyaç duyduğunu belirtti.
Muhafazakar çizgideki medya organlarında da istihbarat zafiyeti konu edilerek, istihbarat birimlerinin casusluk faaliyetlerini ve sabotaj girişimlerini tespit etmede yetersiz kaldığı yorumları yapıldı. Bu söylemlerin ardında Devrim Muhafızları Ordusu İstihbarat Teşkilatı ile İstihbarat Bakanlığı arasında zaman zaman karşılıklı suçlamalara varan rekabetin de payı vardı.
Başından beri nükleer anlaşmaya mesafeli duran muhafazakar kesimler olayın ardından hükümete Viyana’daki nükleer görüşmeleri sonlandırma ve uranyum zenginleştirme seviyesini en az yüzde 60’a çıkarma çağrısında bulundu.
Muhafazakar kanattan gelen ateşli çağrılara rağmen hükümetin ilk resmi tepkisi, İran’ın sakinliğini koruyacağı ve Viyana’da devam eden nükleer müzakereleri sürdürmeye karar verdiği şeklinde oldu.
İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, saldırıyı “nükleer terörizm” şeklinde kınarken Sözcü Behruz Kemalvendi de aynı gün olayın can kaybına veya radyoaktif serpintiye neden olmadığını duyurdu.
İran Hükümet Sözcüsü Ali Rebii ise 13 Nisan’da düzenlediği basın toplantısında Natanz’daki sabotaja tepki olarak Tahran’ın nükleer görüşmelerle ilgili duruşunu değiştirebileceğine dair endişeleri reddederek, “İran’ın, İsrail’in kışkırtıcı operasyonunun tuzağına düşmeyeceğini ve saldırıya yanıtı uygun zamanda İsrail’in içerisinde vereceklerini” söyledi. Rebii ayrıca tesisteki zararın kısa sürede onarılacağını savundu.
Hükümete saldırı sonrasında daha sert tutum alması yönündeki baskılar, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, istişarelerde bulunmak üzere Tahran’ı ziyaretiyle aynı zamana denk geldi.
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif 13 Nisan’da Lavrov ile düzenlediği ortak basın toplantısında, “İsrailliler, bu saldırının Viyana müzakerelerinde elimizi zayıflatacağını düşündüler ancak tam tersine pozisyonumuzu güçlendirecektir.” diyerek, hükümetin ülkedeki siyasi gerginliği yatıştırmaya yönelik çabasını sürdürdü.
İran hükümetine göre sabotaj, İran’ın tüm nükleer programını alt üst edecek veya nükleer görüşmelerden çekilmeye itecek kadar sistematik değildi ancak muhafazakarlar farklı düşünüyordu.
Meclis Araştırma Merkezi Başkanı Zakani, hükümetin söylemlerinin aksine saldırıyla uranyum zenginleştirme teçhizatlarının büyük bir bölümünün yok edildiğini açıkladı.
2010’da bir suikast girişiminden yaralı kurtulan İran Meclisi Enerji Komitesi Başkanı nükleer bilimci Feridun Abbasi ise tesisin hava saldırılarında dahi zarar görmeyecek şekilde inşa edildiğini, buna karşılık patlayıcıların tesisin içerisine sokularak tesisin içerisinde patlatıldığını söyledi. Abbasi ayrıca saldırıyı “oldukça karmaşık ancak başarılı” şeklinde niteledi.
Devrim Muhafızları Ordusuna yakınlığıyla bilinen “Cevan” gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Genci, saldırıdan sonra sosyal medya hesabından paylaştığı mesajında, Viyana’daki nükleer görüşmelerin durdurulması çağrısında bulunurken reformist kimliğiyle bilinen gazeteci Abbas Abdi ise “İsrailliler bu görüşmelerden razı olsalardı böyle bir eylemde bulunmazlardı.” ifadelerini kullandı.
Rejim yanlısı öğrenciler nükleer tesis önünde Ruhani hükümetinin “yetersizliğini” protesto etti
Son olarak 15 Nisan’da sabotaja uğrayan nükleer tesis önünde toplanan rejime bağlı yüzlerce öğrenci Cumhurbaşkanı Ruhani hükümetini dış politikada “yetersizlikle” suçlarken nükleer tesisleri denetleyen uluslararası müfettişlerin ülkeden çıkarılmasını ve müzakerelerin sona erdirilerek nükleer faaliyetlerin hızlandırılmasını istedi.
Bütün bunlarla birlikte ülkenin en büyük otoritesi İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Viyana’daki görüşmelerin istenilen sonuca varmaması halinde uzatılmadan kesilmesi gerektiğine dair açıklamaları da hükümetin üzerindeki baskıyı artırdı.
İran’ın attığı “keskin nükleer adımlar”, nükleer anlaşmaya dönüşü zorlaştırabilir
Tüm bu baskılar üzerine Ruhani, Viyana’daki nükleer görüşmeleri durdurmadı ancak görüşmelerin belki de çıkmaza girmesine neden olabilecek keskin bir adım atarak nükleer anlaşmada 3,67 saflıkta uranyum zenginleştirme izni verilmesine rağmen uranyum zenginleştirme seviyesini yüzde 60’a kadar çıkarma talimatı verdi.
İran Atom Enerjisi Başkanı Ali Ekber Salihi, 16 Nisan’da yaptığı açıklamada uranyumu yüzde 60 saflıkta zenginleştirdiklerini duyurdu. Ruhani hükümeti, daha önce muhafazakarların uranyum zenginleştirme seviyesini yüzde 20’ye çıkarma taleplerine dahi nükleer anlaşmayı koruma ve Batı ile diplomasi kapısını açık tutabilme çabasıyla karşı çıkıyordu.
Son bir yılda eski ABD Başkanı Donald Trump’ın politikaları ve İsrail’in ardında olduğu söylenen suikast ve sabotajlar zinciri, ılımlı ve reformist kanadın Batı ile itidali önceleyen söylemlerini etkisizleştirdi.
Bunun sonucunda da hükümet, özellikle nükleer program konusunda muhafazakarların sertlik yanlısı politikalarını kabul etmek zorunda kaldı.
Natanz’daki nükleer tesise yapılan son saldırı ve ardından İran’ın uranyumu zenginleştirme seviyesini tarihinin en yüksek seviyesine çıkarma kararı, Trump döneminde ortadan kalkmanın eşiğine gelen nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasının kolay olmayacağı endişelerini de beraberinde getirdi.
ABD, anlaşmaya dönüş için İran’ın anlaşmayı ihlal eden adımlarını geri çekmesini isterken İran da bunun için öncelikle ABD’nin Trump döneminde getirilen tüm yaptırımları kaldırmasını istiyor.