Uzmanlar, İran ile Suudi Arabistan arasındaki mezhep ve ideolojik farklılıklardan kaynaklanan gerilimi azaltmaya yönelik açıklamaların, İran vekil güçlerinin Orta Doğu’da yürüttüğü faaliyetler, uzun menzilli füzeler ve nükleer program gibi başlıklar nedeniyle iki ülke arasında bir normalleşme için yetersiz kalacağını savundu.
Uzmanlar, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın 27 Nisan’da devlet televizyonu Al-Arabiya’ya verdiği, “İran ile iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Uygun bir çözüm yolu bulmak için bölgesel ve uluslararası ortaklarla birlikte çalışıyoruz.” şeklindeki demeci sonrası çıkan, Riyad-Tahran ilişkilerinin normalleştiği yönündeki tartışmaları AA muhabirine değerlendirdi.
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Cengiz Tomar, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın son günlerde ülkenin geleceğine dair yürüteceği planlarını açıkladığı röportajlarında önemli politika değişikliklerinin göze çarptığını söyledi.
ABD yönetimindeki Trump-Biden değişikliğinin Orta Doğu’daki ülkelerin dış politika söylemlerine de yansıdığını ifade eden Tomar, Mısır ve Türkiye yakınlaşmasının bunun en iyi örneği olduğuna vurgu yaptı.
Tomar, 1979 İran Devrimi’nden beri İran’ın Şii nüfuzunun yayılması ve devrim ihracı gibi mezhep tabanlı dış politikalarına Suudi Arabistan’ın da aynı sertlikte cevap vermesinin sadece Orta Doğu’da istikrasızlığı artırmakla kalmadığını, dünyada mevcut olan İslamofobiyi daha da derinleştirdiğini kaydetti.
El-Kaide, DEAŞ, Haşdi Şabi gibi örgütler ile Usame bin Ladin, Eymen ez-Zevahiri, Ebubekir el-Bağdadi ve Kasım Süleymani gibi isimlerin büyük oranda İran-Suud çatışmasının komplikasyonları olduğu değerlendirmesinde bulunan Tomar, şöyle devam etti:
“ABD, Rusya ve İsrail gibi ülkeler de bu çatışmayı alabildiğince destekleyip körükleyerek hem her iki tarafa silah sattı hem de bölgedeki emellerini gerçekleştirmede bir manivela olarak kullandılar. Bu çatışmadan en büyük zararı Orta Doğu ve İslam halkları gördü ve halen görmekteler.”
Veliaht Prens’in İran ile normalleşmeye yönelik, “Sadece 1979 yılında olduğumuz yere dönüyoruz. Dünyaya, tüm dinlere, tüm geleneklere ve halklara karşı açık bir mutedil İslam sunuyoruz. Radikalizmi hemen bugün yok edeceğiz.” sözlerini hatırlatan Tomar, Prens Selman’ın özellikle aşırılıkla yüzleşmeye odaklanmasının dikkat çekici olduğunu belirtti.
Tomar, Veliaht Prens’in ABD ile ülkesi arasında yüzde 90 fikir birliği olduğunu söylemesinin artık İran’la mücadelenin ABD liderliğinde farklı bir yöntemle sürdürüleceği anlamına geldiğini ifade ederek, “Bu açıklama Suudi Arabistan’ın artık İran’la aşırı Sünni akımları destekleyerek mücadele etmeyeceği anlamına gelebilir. Bütün dünya ve Orta Doğu açısından çok önemli bir gelişme ve şayet gerçekleşirse bölgede mevcut yangının söndürülmesine yardımcı olur.” dedi.
Tomar, şöyle devam etti:
“Veliaht Prens’in ‘İran’la olan sorunumuz, nükleer programı, bazı bölge ülkelerinde kanuna aykırı davranan milisleri desteklemesi ve balistik füze programı gibi konulardaki olumsuz davranışlarında ortaya çıkıyor.’ şeklindeki ihtirazi kaydı bir anlamda İran’a da sorumluluklar yüklüyor. Dolayısıyla en azından şimdilik, İran’ın böyle bir niyeti olmadığı için, bu yakınlaşma hususunda kısa vadede bir gelişmenin olması zor görünüyor.”
“Prens Selman’ın açıklamalarının asıl muhatabı ABD”
Marmara Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Serhan Afacan da İran- Suudi Arabistan arasında yıllardır süren gerilim kadar son birkaç yılda Basra Körfezi’nde yükselen tansiyon, Suudi petrol şirketi Aramco’ya yapılan saldırılar ve Yemen’deki krizin iki ülke arasındaki ilişkileri kritik hale getirdiğini aktardı.
Veliaht Prens’in İran’ın bölgedeki olumsuz tasarruflarına yaptığı vurguyu hatırlatan Afacan, “Prens’in konuşmasındaki asıl dikkat çekici bölüm, bu sorunlara çözüm bulmak için küresel ve bölgesel ortaklarıyla çalıştıklarını söylemesiydi. Bu sorunların aşılması ise oldukça zor.” dedi.
Afacan, Şii İran ile Vehhabi Suudi Arabistan arasındaki gerilimin sadece ideolojik farklılıklardan kaynaklı olmadığına dikkati çekerek, şöyle devam etti:
“Muhammed bin Selman’ın açıklamalarının esas muhatabının ABD olduğu anlaşılıyor. Aslında ABD’ye bir yandan ‘beni İran’la korkutamazsın, İran’la sorunlarımı çözebilirim’ mesajı verirken diğer yandan da ‘İran’la tek sorun nükleer meseleymiş gibi davranma’ demiş oluyor. Suudi Arabistan açısından İran’ın vekil güçleri ve balistik füzeleri en az nükleer programı kadar hatta belki daha da büyük bir sorun. Yani aslında bu söylemin anlamlı bir eyleme dönüşmesi önünde çok sayıda engel var.”
“Prens Selman’ın açıklamaları yakınlaşmadan çok normalleşme”
İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Dış Politika Uzmanı Dr. Sabir Askeroğlu ise hem İran’ın hem de Suudi Arabistan’ın çatışmacı ilişkilerin yumuşamasından yana olduğunu fakat her iki aktörün de normalleşmeyi kendi çıkarları doğrultusunda kurgulamaya çalıştıklarını söyledi.
İran ile Suudi Arabistan arasında tarihten gelen sorunlar olduğuna değinen Askeroğlu, “Her iki ülke de farklı biçimlerde silahlanıyor, bölgede ciddi bir rekabet içindeler ve dolaylı bir savaş yürütüyorlar. Dolayısıyla son günlerde özellikle Suudi Arabistan’dan yapılan açıklamaları, ‘yakınlaşmadan çok normalleşme’ şeklinde okumak gerekiyor diye düşünüyorum.” dedi.
Askeroğlu, Veliaht Prens bin Selman’ın açıklamalarının Yemen savaşını durdurma amacı taşıyabileceğine de dikkati çekerek, şöyle devam etti:
“Suudi Arabistan Yemen savaşını sona erdirmek istiyor. Bunun için Husilerin arkasındaki güç olan İran’ın bu yönde bir irade göstermesi gerekiyor. Ortak noktada buluşmaları durumunda ise öncelikli olarak Yemen’de çatışmaların azalmasını görebiliriz. Fakat bu normalleşmenin kısa zamanda gerçekleşmesi kanaatimce mümkün değil.”
“İki ülke arasındaki uçurumun kapanması düşük bir ihtimal”
İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Dış Politika Uzmanı Rahim Farzam da 2016’dan beri diplomatik ilişkileri bulunmayan İran-Suudi Arabistan arasında normalleşmeye ilişkin haberlerin, ABD’nin İran’a yönelik yaklaşımında değişim sinyalleri vermesinden hemen sonra geldiğine dikkat çekti.
Biden’ın önceki Başkan Trump’ın aksine İran’a karşı oldukça yumuşak bir politika izlediğini belirten Farzam, “Orta Doğu’daki en önemli müttefiki İsrail’in Suriye üzerinden İran destekli milisler tarafından hedef alınmasına dahi tepki göstermeyen Washington, nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak için Tahran ile müzakere masasına oturmuş durumda. Washington’ın İran ile diplomasiyi önceleyen tavrı ABD’nin Orta Doğu’daki müttefiklerine güçlü bir mesaj olarak okunmalıdır.” diye konuştu.
Farzam, Washington’ın güçlü desteğini arkasında hissetmeyen Riyad yönetiminin Tahran ile gerginlik yerine diplomasiyi öncelediğini kaydederek, “Diplomasi, Riyad açısından akıllıca bir seçenek olarak ortaya çıkıyor. İran açısından ise bu başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmek, son dönemde İsrail ile normalleşmeye yönelik atılan adımları baltalamak için önemli bir fırsat olarak görülüyor.” ifadelerini kullandı.
İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin İran Devrimi’nden bu yana birçok iniş çıkış yaşadığını, 2015 yılında ise bu gerilimin zirveye ulaştığını vurgulayan Farzam, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Yemen savaşı, Mina faciası, Suudi Şii din adamı Şeyh Mimr’in idam edilmesi ve Suudi Arabistan Tahran Büyükelçiliğinin basılması gibi iki ülke arasında ciddi anlaşmazlıklara ve gerginliklere yol açan gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelere bağlı olarak iki ülke yetkilileri birbirlerine karşı çok düşmanca tavırlar sergiledi ve sonunda iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler koptu.”
Farzam, İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin düzelmesi için birçok temel farklılıkların aşılması gerektiğine dikkat çekerek, “Dolayısıyla henüz olgunlaşmamış bu görüşmelerin iki ülke arasındaki uçurumu kapatacak ölçüde başarılı sonuçlara yol açması düşük bir ihtimal olarak görülüyor.” dedi.