Aralık 2019’da Çin’in Hubei eyaletinin Vuhan şehrinde ortaya çıkan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) 2020 başından itibaren dünya çapında büyük bir hızla yayılarak küresel bir salgın halini aldı. İlk vakanın 30 Ocak 2020’de Kerala’da ve ilk ölümün 12 Mart 2020’de Karnataka’da kaydedildiği Hindistan’da, salgın başlarda çok yavaş yayılıyor ve ülkenin salgınla mücadelede başarısından söz ediliyordu. Başlarda salgını sona erdirmek için verilen küresel mücadelede liderlik pozisyonu üstlenen ülke, salgında yazacağı başarı öyküsünü, salgın sonrasındaki dünya politikası için de bir atlama taşı olarak kullanabileceği inancındaydı. Fakat bugün gelinen süreçte Hindistan Kovid-19’un en ağır sonuçlarının olduğu ülkeler arasında. Sıkı olmayan güvenlik önlemleri, halk festivalleri ve seçim mitingleriyle beslenen ikinci dalganın had safhada yaşandığı ülkede test, tanı ve tedavideki gecikmelerin yanı sıra yoğun bakım yatakları, oksijen tüpleri, vitamin ve parasetamol gibi temel malzeme ve ilaçların eksikliği ölümlerdeki ani artışı tetikledi. En temel maddelerde yaşanan kıtlık nedeniyle süresi dolmuş ilaçların dahi alındığı ve oksijen tüpünün fahiş fiyatlarla karaborsa üzerinden temin edilmeye çalışıldığı iddiaları gündemde. Can kayıplarının rekor seviyelere ulaşmasıyla, ölüleri gömmek veya yakmak için şehirlerde ve krematoryumlarda yer kalmaması ülkede büyük bir kargaşaya neden oluyor ve Hint aileler ölülerini defnetmekte büyük güçlük yaşıyorlar. Dahası hastanelerin yatak kapasiteleri dolduğundan, her bir yatakta birkaç hastanın tedavi edilmeye çalışıldığı görüntüler hafızalara kazındı. Oksijen tüplerinin yetersizliği nedeniyle insanlar ölüme mahkûm bir hale geliyor. Öte yandan vatandaşlar sosyal mecralarda “Hindistan önümüzdeki 50 yıl süper güç ve liderlik gibi kavramları kullanmasın” gibi ifadelerle hükümete tepkilerini dile getiriyorlar.
Geçtiğimiz yıl Eylül itibarıyla 90 binlerle zirveye çıkan vaka sayısı bu yıl Ocak ve Şubat aylarında keskin bir düşüşle 20 binin altında seyretmeye başlamış ve bunun üzerine Hindistan hükümeti Kovid-19’un alt edildiği müjdesini vererek kamuya açık tüm mekânların açıldığını duyurmuştu.
Nerede yanlış yapıldı?
Geçtiğimiz yıl Eylül itibarıyla 90 binlerle zirveye çıkan vaka sayısı bu yıl Ocak ve Şubat aylarında keskin bir düşüşle 20 binin altında seyretmeye başlamış ve bunun üzerine Hindistan hükümeti Kovid-19’un alt edildiği müjdesini vererek kamuya açık tüm mekânların açıldığını duyurmuştu. Bu durum halkın tedbirler konusunda eskisi kadar dikkatli davranmamasını beraberinde getirdi. Başbakan Narendra Modi’nin maske ve mesafe uyarıları yaparken aynı zamanda beş Hint devletinde gerçekleşen seçim kampanyaları sırasında birçoğu maske takmayan büyük bir kalabalığa hitap ettiğine tanık olundu. Ayrıca bu yıl Mart ve Nisan aylarında Hinduizm’in en büyük festivali olan ve her 12 yılda bir Ganj nehri kıyılarında milyonların katılımıyla gerçekleşen Kumbh Mela festivaline de izin verildi ve festivalde güvenlik önlemlerinin yok sayıldığı ve istisnalar haricinde insanların maskesiz ve mesafesiz olduğu görüldü.
Başbakan Narendra Modi’nin maske ve mesafe uyarıları yaparken aynı zamanda beş Hint devletinde gerçekleşen seçim kampanyaları sırasında birçoğu maske takmayan büyük bir kalabalığa hitap ettiğine tanık olundu.
Ülkede uzmanlar hükümetin ilk dalganın galibiyetini erken ilan ettiğini ve ikinci dalgayı hesaplayamadığını ve bu nedenle halkın yatak, oksijen ve ilaç kıtlığıyla yüzleşmek zorunda kaldığını ifade ederken yetkililer Hindistan’ın talepteki ani artışa yetecek kadar oksijen ürettiğini, fakat sorunun ulaşım olduğunu söylüyor. Buna karşı uzmanlar bu sorunun daha önceden hesaplanıp ona göre hareket edilmesi gerektiğini dile getiriyorlar. Geç de olsa hükümet şu anda bir eyaletten diğerine oksijen taşıyan özel trenler çalıştırıyor ve sanayide oksijen kullanımını durduruyor.
Hindistan’ın ana muhalefet partisi Hindistan Ulusal Kongresi ülke çapında ulusal kapanma çağrısında bulunurken vakaların yavaşladığını ifade eden Başbakan Narendra Modi ve hükümeti ekonomik nedenlerden ötürü böyle bir karar almaktan kaçınıyor.
Bugün gelinen süreçte Hindistan’ın sağlık sistemindeki altyapı yetersizliği ve koordinasyon açığı gün yüzüne çıkmış durumda. Buna karşın ülkenin sağlık için ayırdığı bütçenin de birçok ülkeye nazaran oldukça düşük olduğu görülüyor. Nitekim hem özel hem de kamu dahil olmak üzere Hindistan’ın sağlık harcamaları son altı yılda gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYİH) yaklaşık yüzde 3,6’sına denk geliyor.
Ülkenin Kovid-19 tablosu
25 Mayıs itibarıyla toplamda 332 milyon 594 bin 176 testin yapıldığı ve 26 milyon 948 bin 874 onaylanmış vakaya sahip Hindistan’da, Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre, toplam 198 milyon 538 bin 999 doz aşının yapıldığı, 2 milyon 586 bin 782 aktif vaka ve 307 bin 231 can kaybının olduğu görülüyor. Öte yandan uzmanlar tarafından söz konusu sayıların gerçeği yansıtmadığına ve vakalar ile can kayıplarının açıklanan sayılardan en az beş kat fazla olduğuna ilişkin iddialar gündeme getiriliyor. İkinci dalganın çok çetin geçtiği Hindistan’da Kovid-19’un merkez üsleri 440 bin 472 aktif vaka ve 25 bin 811 ölü sayısı ile Karnataka ve 330 bin 215 aktif vaka ve 89 bin 212 ölü sayısı ile Maharashtra eyaletleri olurken bunları Tamil Nadu, Kerala ve Andhra Pradesh izliyor.
Hindistan’ın ana muhalefet partisi Hindistan Ulusal Kongresi ülke çapında ulusal kapanma çağrısında bulunurken vakaların yavaşladığını ifade eden Başbakan Narendra Modi ve hükümeti ekonomik nedenlerden ötürü böyle bir karar almaktan kaçınıyor. Fakat vakalardaki yavaşlamanın test sayısındaki düşüşle doğrudan bağlantılı olduğunu da unutmamak gerekir ki ülkedeki test sayılarında da bir düşüş söz konusu. Geçtiğimiz yıl Mart ve Mayıs ayları arasında iki ayı aşkın bir süre kesintisiz ulusal kapanmaya giden Hindistan için bunun ekonomik çıktısı ağır oldu. Bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla 2020 Nisan ve Haziran ayları arasında yüzde 24 oranında rekor bir düşüş yaşandığını gören Modi hükümeti haliyle yeni bir ulusal kapanmanın ekonomi için korkunç sonuçları olacağını öngörüyor.
Artılar eksiler
Aşı yapımında diğer ülkeler için öncü bir rolü üstlenen Hindistan, dünyanın en büyük aşı üreticisi olmasına karşın, bugün bir hayli düşük aşılama oranı ve aynı zamanda malzeme sıkıntısıyla karşı karşıya. Ocak ayından bu yana aşılama bakımından Çin ve ABD’nin ardından üçüncü sırada yer alan Hindistan’daki 1,4 milyar insanın yüzde 10’undan biraz fazlasına aşının ilk dozu ve yüzde 3’ünden biraz fazlasına ise her iki dozu uygulanabildi.
Hindistan aşıya ulaşmada güçlük çeken ya da aşıya hiç ulaşma imkânı olmayan yoksul ülkelere indirimli veya ücretsiz aşı temini için Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) önderliğinde kurulan Kovid-19 Aşılarına Küresel Erişim Programı (COVAX) girişiminde önemli bir oyuncu(ydu). Bu yılın başlarında Hindistan COVAX kapsamında Guyana, Guatemala, Seyşeller ve Maldivler de dahil olmak üzere birçok ülkeye aşı bağışladı. Ancak ülkenin 200 milyon doz aşı sözüne karşın, Mart ayında Hindistan Serum Enstitüsü tarafından 28 milyon doz Astra Zeneca aşısının teslim edildiği açıklandı. Salgının ülke içinde kriz halini almasıyla Hindistan’ın COVAX tedariki sekteye uğradı ve ülke öncelikle kendi vatandaşına odaklanmak durumunda kaldı.
Rekor düzeyde artan vakalara karşın Modi hükümetinin sayısız Hint devleti milyonlarca katılımcının seyahat etmesiyle haftalarca süren büyük bir Hindu festivali yolculuğuna izin vermesi ve ülkenin iktidar partisi olan Hindistan Halk Partisi’nin (BJP) büyük çaplı seçim mitingleri düzenlemesi üzerine, ülkede yaşanan salgın krizini artırdığı iddialarıyla hükümete yönelik büyük bir güvensizlik ve tepki ortaya çıktı ve birçok Hint vatandaşı Kovid-19’un ikinci dalga başarısızlığı nedeniyle Narendra Modi’nin istifa etmesi gerektiğini ifade etti. Nitekim seçim kampanyalarında Batı Bengal’e ağırlık veren Modi’nin kilit önemde görülen söz konusu eyaleti kaybetmesi şaşırtıcı olmadı. Bununla beraber Puducherry’i kazanan ve Assam’da gücünü koruyan Modi’nin partisi, Kovid-19 vaka ve ölüm oranlarının epey yüksek düzeylerde seyrettiği Kerala ve Tamil Nadu’yu da kaybetti ve böylelikle genel anlamda büyük bir başarı elde edemedi.
Ayrıca kısıtlamaların merkezi hükümet yerine eyaletlerin yetkililerince getirildiği Hindistan’da, Delhi ve Mumbai’de artan vakalar karşısında yetkililer bu bölgelerde kısıtlamalar getirmeye başladı. Buralarda yoğun olarak görülen göçmen işçilerin aşırı kalabalık tren, otobüs ve kamyonlarla köylerine dönme telaşının yanı sıra, 29 Mart’ta gerçekleşen Holi festivaline katılmak ve düzenlenen köy meclisi seçimlerinde oy kullanmak için çoğu insanın evine dönme çabası da ani bir vaka artışını beraberinde getirdi.
Bugün ani vaka artışları ile ciddi ölüm oranlarının görüldüğü ve bu nedenle temel ilaç ve malzeme kıtlığının yaşandığı ülkede Kovid-19’un ikinci dalgası tam bir kaosa dönüşmüş durumda. Oysa geçtiğimiz yıl bu zamanlarda salgın mücadelesini iyi yönettiğine tanıklık edilen, dünyanın en büyük eczanesi konumundaki Hindistan önemli bir ilaç diplomasisi yürütmekteydi. Öyle ki Kovid-19 tedavisinde önemli görülen ve bir tür sıtma ilacı olan hidroksiklorokin küresel koronavirüs mücadelesinde ülkenin “yeni yumuşak güç silahı” olarak niteleniyordu. Güney ve Güneydoğu Asya ülkeleri ile ABD, İspanya, Almanya ve Brezilya gibi birçok ülkeye hidroksiklorokin ihraç eden Hindistan, aynı zamanda Birleşik Krallık, Güney Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda ve birçok Afrika ülkesine de milyonlarca tablet parasetamol sattı. Ülkenin dikkat çeken bir başarıyla başlayan pandemi mücadelesi, ülke içindeki stratejik çevrelerce Hindistan için yeni bir “altın çağın” başlangıcı olarak görülüyor ve birçok ülkeye ilaç göndererek yürüttüğü başarılı ilaç diplomasisinin Hindistan’ı küresel üretim merkezine dönüştüreceği ve daha da önemlisi ülkenin ulusal ve uluslararası düzlemde başarılı mücadelesinin ülkeyi “küresel güç” haline getireceği düşünülüyordu. Eski Hindistan Dışişleri Sekreteri Vijay Gokhale 25 Mart 2020 tarihli bir yazısında “Hindistan’ın krizle nasıl başa çıkacağı yalnızca Kovid-19’un geleceğini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda dünyamızı yeniden şekillendirecek… Bu krizi ele alış tarzımız, geleceğin dünyasında yerimizi belirleyecek… 1,3 milyar Hint olarak bunu çalışmalarımız ve eylemlerimizle kanıtlayabildiğimizde dünyanın saygısını kazanacağız ve küresel bir lider olarak ortaya çıkacağız” ifadelerini kullanmıştı.
Küresel etkiler
DSÖ’nün “küresel kaygı” şeklinde nitelediği Hint varyantının epey bulaşıcı olduğu ve Türkiye de dahil olmak üzere 40’tan fazla ülkeye yayıldığı, yani aslında Antarktika dışında her kıtada görüldüğü söyleniyor. Bununla beraber, son birkaç aydır ülkenin çeşitli bölgelerinde mutasyonların artması ve çeşitli yeni varyantların ortaya çıkması, dünya genelinde büyük bir kaygıya yol açıyor ve salgınla mücadelede küresel bir riske de işaret diyor. Nitekim dünya çapında yürütülen aşılama çalışmalarına karşın, Hindistan’daki durumun daha büyük bir krize dönüşerek farklı ülkelerde daha fazla dalgaya neden olabileceği ve dolayısıyla salgının uzun süre kendini yineleyen bir kısırdöngüye dönüşmesine neden olabileceğine ilişkin yorumlar yapılıyor. Üstelik uzmanlara göre, virüs ne kadar yayılırsa virüsün mutasyona uğraması ve mevcut aşılara direnebilecek varyantlar yaratması kaçınılmaz olacağından, diğer ülkeler salgını kontrol altına almada ilerleme kaydedemeyebilir. Ayrıca küresel aşılama çabalarına büyük bir katkı sunması beklenen Hindistan’ın şu an ne yazık ki kendi aşılarını yapmakta bile zorlanıyor olması, yardımda bulunmayı taahhüt ettiği düşük gelirli ülkeler dikkate alındığında, aşılara yönelik küresel talep konusundaki endişeleri de artırıyor.
Salgın sonrası ekonomik durum
Öte yandan salgın sonrası ekonomik iyileşme planları da tehlikeye girmiş durumda. Bölgesel anlamda Nepal ve Tayland’ın turizm sektörü ve Vietnam’ın imalat sanayisi artan vakaların ardından kesintiye uğruyor. Küresel anlamda değerlendirilecek olursa, Nisan ayında Hindistan’da ikinci dalganın büyük bir krize dönüşmesinden hemen önce Uluslararası Para Fonu (IMF) ülkenin 2022 mali yılı için ekonomik büyüme tahminini yüzde 12,5 olarak güncellemişti. Fakat en büyük üçüncü ekonomi konumundaki ülkenin gidişatı Kovid-19 krizinden önce zaten zayıflık belirtileri gösteriyordu. 2016’dan bu yana GSYİH büyümesi ve 2018’den beri ülkedeki yabancı yatırım düşüşteydi ve bütçe açığı yükselişteydi. Salgınla beraber ülkedeki gelirlerin azalması ve tasarrufların erimeye başlaması ülkenin kötü ekonomik gidişatını daha da kötüleştiriyor. Dolayısıyla IMF’nin gerçekçi görünmeyen büyüme tahmini hepten hayal olmuş durumda.
Bu durum küresel ekonomiye nasıl yansıyacak?
IMF’nin Dünya Ekonomik Görünümü raporunda bu yıl, Hindistan da dahil olmak üzere yüzde 6,7’lik bir büyümeyle beraber yükselen piyasaların, küresel ekonomik büyümeye yüzde 64 oranında katkıda bulunacağı ve böylelikle küresel ekonomide yüzde 6 oranında bir büyümenin gerçekleşeceği öngörülüyordu. Hindistan ekonomisi, yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomilerin satın alma gücü paritesine göre GSYİH’nin yüzde 11,8’ini oluşturuyor. Bu durum yükselen piyasalardaki büyümenin beşte birinden fazlasının Hindistan’dan gelmesinin beklendiğini ortaya koyuyor. Fakat ülkenin 2019 GSYİH’sinde yüzde 6,1’lik bir büyüme görülürken salgının tetiklediği ekonomik krizle beraber 2020 GSYİH’si 2,7 trilyon doların biraz üzerinde seyrederek yüzde 4,2’ye geriledi. Bu yıl IMF’nin öngördüğü yüzde 12,5 yerine yalnızca yüzde 5’lik bir büyüme bile, dünyada 200 milyar dolarlık potansiyel bir büyüme anlamına geliyor. Fakat büyümek bir yana, mevcut gidişatın küresel ekonomik iyileşmeyi olanaksız kılması, karşımızda çok daha güçlü bir ihtimal olarak duruyor.
[Hindistan ve Hint-Pasifik politikaları konusunda yoğunlaşan Duygu Çağla Bayram akademik çalışmalarına bağımsız araştırmacı olarak devam etmektedir]