Geçmişi antik döneme dayanan ve sofistike bir yapıya sahip olan İran müziğinin masalsı ezgilerini Türkiye’ye taşıyan genç müzisyenler, seslerini İstanbul’dan dünyaya duyurmak istiyor.
İran’dan 6 ay önce eşiyle Türkiye’ye gelen 29 yaşındaki Rıza Necarzadeh, Türk halkının çok sıcak ve misafirperver olduğunu bu nedenle kendilerini evlerinde gibi hissettiklerini söyledi.
Necarzadeh, “Tar” adı verilen bir enstrüman çaldığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Üç bölümden oluşan tarın yapımı için 3 farklı ağaç kullanılmaktadır. Aletin teknesi dut ağacından yapılıyor. Tekneyi oyma işlemi yapılırken çatlamaması ve sesinin daha güzel olması için gün ışığı alan yerlerden kesilmiş dut ağaçları kullanılıyor. İran kurak bir iklime sahip olduğu için dut ağacı kolay yetişmiyor, o yüzden bizde dut ağacı çok kıymetlidir. Sap kısmı genellikle ceviz gibi daha sert ağaçlardan, kelle denen baş kısmı ise fındık ağacından yapılıyor. Tarın derisi ise kuzudan yapılıyor. Ayrıca bu müzik aletinin diğer kısımlarında geyik boynuzu ve deve kemiği de kullanılıyor. Tarın tarihçesi 100 yıl önceye dayanıyor. Enstrümanda kullanılan malzemeler çok özel yöntemlerle hayvanlardan elde edildiği için fiyatı çok yüksek. Geçenlerde İran’da antika bir tarın, 2 milyon liraya satıldığını gördük.”
Türkiye’de müzik çalışmalarına devam ettiğini ancak salgın nedeniyle bu çalışmaların sınırlı kaldığını anlatan Necarzadeh, salgın günlerini internet üzerinden müzik dersi vererek geçirdiğini aktardı.
“İran’da sanatımızı icra edecek özgürlük ortamı yeterince mevcut değil”
Bu tarihi enstrümanı öğrenmek isteyen öğrenci sayısının hiç de az olmadığını dile getiren Necarzadeh, şunları kaydetti:
“İran’da sanatımızı icra edecek özgürlük ortamı yeterince mevcut değil. Siyasi ortam bizi oldukça zorluyor. İsterdim ki İran’da da dünya çapında bir müzik festivalimiz olsun ve bu sayede musikimizi dünyaya tanıtalım. Maalesef böyle bir imkanımız yok. Türkiye’de ise birçok festival var. Bu da bize çıkıp kendi müziğimizi gösterme imkanı veriyor. Zaten biz de bunun için Türkiye’ye geldik, bu özgürlük ortamı içinde müziğimizi icra etmek, sesimizi duyurmak istiyoruz. Aslına bakarsanız ne kadar sınırlar ve yasaklar konarak insanlar birbirinden uzaklaştırılmak istense de müzik insanları ortak bir paydada buluşturuyor. Ben de dünyanın önde gelen müzisyenleriyle bir araya gelmek, müziğimi onlara tanıtmak istiyorum. Türk müziği ile İran müziğinin birçok ortak noktası var, ikisi de çok zengin ve derin bir geçmişe sahip.”
Necarzadeh, Türkiye’den birçok bağlama ve ut sanatçısını çok beğendiğini ancak Türkiye’ye gelme nedeninin Taksim Trio olduğunu ve gruptaki sanatçılarından Hüsnü Şenlendirici ile tanışmak istediğini söyledi.
Taksim Trio’nun müziği ile Türkiye’ye aşık olduğunu ve İstanbul’a geldiğinde aşkının daha da büyüdüğünü anlatan Necarzadeh, hayallerini Taksim Trio ile sahne almanın süslediğini ve İstanbul’da bu hayaline ulaşacağına inandığını vurguladı.
“Tombak, İran’ın mili bir enstrümanıdır”
Grubun diğer üyesi 27 yaşındaki müzisyen Atena Puresmaeili, eşi Rıza Necarzadeh ile müzikal anlamdaki hayallerini gerçekleştirmek için Türkiye’ye geldiklerini ifade ederek, İstanbul’un müzik kariyerlerinde kendilerine farklı kapılar açacağına inandığını kaydetti.
“Tombak” adı verilen bir enstrüman çalan Puresmaeili, yaklaşık 6 aydır İstanbul’da yaşadığını dile getirerek, “Tombak, İran’a özgü otantik bir müzik aletidir. Ceviz ve akağaçtan yapılıyor, Tombak, İran’ın mili bir enstrümanıdır. Alette kullanılan deri ise deve, keçi veya danadan elde ediliyor. Tombak, oymalar ya da süslemeler ile de dekore ediliyor. Tombak dışında Türkiye’de de bilinen darbuka çalıyorum.” diye konuştu.
Puresmaeili, İstanbul’un rüyalarını süsleyen bir şehir olduğunu aktararak, “Burada insanlar müziği seviyor. Türk meslektaşlarımla tanışmak, müzik ile ortak bir dil bulmak istiyorum. Özellikle İlyas Yalçıntaş’ı çok seviyorum. Kendisi İran’da konser verdi ve orada da çok seveni var.” dedi.
“Santurun yapıldığı odun ne kadar yaşlı ise çıkan ses de o kadar güzel oluyor”
İstanbul’a yaklaşık 3 ay önce gelen 31 yaşındaki Saeid Şogi de Yeditepe Üniversitesinde işletme okuduğunu dile getirerek, eğitimini tamamlamak ve müzik çalışmalarına devam etmek için Türkiye’nin kendisine önemli bir fırsat sunduğunu söyledi.
Şogi, “Santur” adı verilen bir enstrüman çaldığını belirterek, salgın nedeniyle müziklerini sahneleyecek bir ortam bulamadıklarını ancak internet üzerinden genç müzisyenlere bu tarihi enstrümanı öğretmek için ders verdiğini söyledi.
Kullandığı enstrümanın özellikleri hakkında bilgi veren Şogi, “Santur yüzde yüz İran’a ait bir müzik aleti. Bin yıldır İran’da çalınıyor. Bu müzik aletinin mucidinin Farabi olduğu düşünülüyor. Santuru, Türkiye’de kullanılan aletlerden kanuna benzetebiliriz. Yamuk şeklinde genellikle ceviz ve benzeri egzotik ağaçlardan yapılan bir kutu şeklinde olan klasik bir santur, 72 ila 160 telden oluşuyor. Bu teller üzerine, yine ahşaptan yapılan küçük mızraplar ile vurma yoluyla çalınıyor.” bilgisini verdi.
Santuru çalarken, sesin aletin içinde dolaştığını ve bu dolaşımın daha sağlıklı şekilde olması için altına özel bir örtü serildiğini anlatan Şogi, bu özel örtülerin ise 300 yıllık bir mazisi olduğunu anlattı.
İran’a has özel motiflerden ve kumaştan oluşturulan bu örtülerin özel bir anlam taşıdığını dile getiren Şogi, “Benim kullandığım örtü ise 80 yıllık. Annemin annesinden bana kaldı. Kullandığım santur ise 45 yıl önce yapılmış ama kullanılan odun 90 yıllık. Zira santurun yapıldığı odun ne kadar yaşlı ise çıkan ses de o kadar güzel oluyor. ” diye konuştu.
“İstanbul’da olmaktan çok mutluyum”
Türkiye’nin gerek eğitim gerekse müzik hayatı için çok önemli fırsatlar sunduğunu aktaran Şogi, şunları aktardı:
“Türkiye’de olmaktan çok mutluyum özellikle İran ve Türk kültürü birbirinden çok da farklı değil. Türk halkı da bizim gibi çok misafirperver. İstanbul’a geldiğinizde bir ayağınız da Avrupa’da sayılıyor. Bu da size önemli kapılar açıyor. Gerek tarihi gerekse doğal güzellik açısından İstanbul kadar zengin çok az şehir var dünyada. Bu yüzden İstanbul’da olmaktan çok mutluyum.”
Şogi, Türk ve İran müziğinin birbirinden çok etkilendiğine işaret ederek, “İran ve Türkiye komşu ülkeler olduğu için doğal olarak müziklerinden etkilenmişler. Hatta gerek Türk gerekse İran müziği de Arap tınılarından etkilenmiş. Bu yakın coğrafyalarda bunun olması da çok normal. Müzik evrensel bir değer, bunun için dünyanın tüm müziklerinin bir etkileşim içinde olması kaçınılmaz diye düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.
İranlı bir müzisyen olarak Türkiye’de en çok sevdiği sanatçıların İbrahim Tatlıses ve Sibel Can olduğunu anlatan Şogi, iki sanatçının da İran’da çok ilgi gördüğünü ve şarkılarının zevkle dinlenildiğini söyledi.
Saeid Şogi, Sibel Can’ın “Padişah” ve İbrahim Tatlıses’in ise “Haydi söyle” şarkılarını çok sevdiğini belirterek, hayalinin bir gün bu sanatçılara santur çalarak eşlik etmek olduğunu belirtti.