İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi, 3 Mart 2021 tarihli duruşmada, eski emniyet müdürleri Yurt Atayün ve Ali Fuat Yılmazer’in de aralarında bulunduğu 10 sanığa, “hükümete yönelik darbeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet, eski polis olan 4 sanığa “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan 7 yıl 6’şar ay ve gazeteci Mustafa Gökkılıç’a da “silahlı terör örgütü üyeliği, soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçlarından 8 yıl 4 ay hapis cezaları, 2 sanığa tüm suçlardan beraat ve 1 sanığa da “davanın reddi”ne yönelik hüküm kurmasına ilişkin gerekçesini açıkladı.
Sanık ve taraf avukatlarına tebliğ edilen 1005 sayfalı gerekçeli kararda, iddianamenin özeti, sanıklar hakkında tespit edilen deliller, alınan ifadeler, açık kaynak araştırması, sanıkların eylemleri, sanık savunmaları, müşteki, müdahil ve tanık beyanları ile esas hakkındaki mütalaaya yer verildi.
“Delillerin değerlendirilmesi ve kabul” başlıklı bölümde, FETÖ’nün kuruluşu, eleman kaynağı, amacı, ideolojisi, örgüt üyelerinin zihin yapısı, kadrolaşması, kamuda hareket stratejisi, istihbarat toplama faaliyetleri ve örgütün nitelendirilmesi anlatılan gerekçeli kararda, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün örgüt tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin deliller de sıralandı.
“MİT’e nüfuz etme girişimleri 1990’da başladı”
Gerekçeli kararın “FETÖ’nün MİT’e yönelik amaç ve hedefi” başlığıyla verilen bölümünde ise örgütün MİT’teki mahrem yapılanmasından bahsedildi.
FETÖ’nün, MİT’in 1990’lı yılların başından itibaren ilan yoluyla personel alımına yönelmesiyle birlikte kuruma nüfuz etme girişimlerine hız verdiği ve “tedbir” olarak tabir edilen gizlenme yöntemlerini kullanarak MİT’e ilk sızmayı 1994 yılında gerçekleştirdiği kaydedilen kararda, “Bu gelişme paralelinde ilk etapta örgüt tarafından 1995 yılında MİT imamlığına Murat Karabulut atanmış, bilahare ilerleyen süreçte de MİT’in merkez yerleşkesi, eğitim merkezi, doğu üniteleri ve İstanbul ünitesini hedef alacak çalışmalar yapmak üzere mahrem abiler tefrik edilmiştir” denildi.
Örgütün 2010 yılına gelindiğinde kamuya giriş sınav sorularını çaldığı, KPSS ve KPDS puanlarıyla başvuru kabul eden MİT’e çok sayıda mensubunu yönlendirdiği vurgulanan kararda, bu süreçte MİT mahrem yapılanması gerçekleştiği, 7 coğrafi bölgede faaliyet yürüten MİT ünitelerinden sorumlu 7 temsilci ve bunlara bağlı öğretmen seviyesinde örgüt mensupları görevlendirildiği, 2010-2015 döneminde FETÖ tarafından gerçekleştirilen ancak başarısızlıkla neticelenen bazı kurgu operasyonlarda görev alan mahrem yapı üyelerinde değişiklikler yapıldığı ve bu kapsamda dönemin MİT imamının görevini devrederek 2014 yılı sonlarında Türkiye’den kaçtığı bilgisi verildi.
“MİT’e tekrardan sızma girişimlerine ivme kazandırma amacındalar”
MİT mahrem yapılanmasının 15 Temmuz sonrasındaki süreçte büyük ölçüde dağıldığı, bir kısmı yurt dışına kaçan MİT mahrem yapılanması mensupları ve örgüt üyesi kurum çalışanlarının faaliyetlerini Avrupa ülkeleri ve ABD’de sürdürmeye gayretinde oldukları aktarılan kararda, şu değerlendirme yapıldı:
“2018 başlarında FETÖ MİT mahrem yapılanmasının hiyerarşik kodlaması, Alp (temsilci) -Alper (öğretmen) -Alperen (öğrenci) olarak değiştirilmiştir. 2019 itibarıyla ABD’de mukim Bülent Bişer, MİT imamlığı görevine devam etmekte ve internet tabanlı uygulamalar üzerinden yurt dışındaki ve Türkiye içerisindeki firari unsurlarla temasını sürdürmektedir. MİT mahrem yapısı halihazırda, FETÖ ile mücadelenin zayıflaması veya yerli-yabancı kurum ve kuruluşların siyasi-maddi desteklerinin artması durumunda öğrenci vasatı içerisinde organize olmak ve MİT’e tekrardan sızma girişimlerine ivme kazandırmak amacındadır.
Diğer taraftan, örgüt elebaşı Fetullah Gülen’in istihbarat birimlerine özel ilgisinin olduğu bilinmektedir. Gülen, MİT’e yönelik planlamaları bizzat iştirak ederek yönetmiş (imamlarla bizzat mülakat yapması), bu konuda motivasyon artırıcı söylemlere (elimizdeki bir asker 10 okul, bir MİT mensubu 10 asker kıymetindedir) ve dini ritüellere (MİT yerleşkeleri etrafında dua ederek tur atmak, örgüt mensubu MİT mensuplarının kimliklerini kutsama şeklinde dua okuyup üflemek) sıklıkla başvurmuştur.”
Örgütün mahrem yapılanmasındaki “whitelist”
FETÖ MİT mahreminin, hücre sistemine sadık kalarak çalışmayı benimsediği, her bir öğretmen ve görüşülen öğrencinin bir hücre olarak kabul edildiği, yapıdaki tüm unsurların kod isim kullandığı ve temsilcilerin kod isimlerinin Fetullah Gülen tarafından belirlendiği belirtilen kararda, yapıdaki tüm örgüt üyelerine, dini hassasiyetleri gözetmeyen bir yaşam tarzı benimsenmesi talimatı verildiği, MİT mahremi içerisindeki imam, temsilciler ve öğretmenlerin ailelerini de kapsayacak şekilde kimlik numaralarının, FETÖ emniyet mahrem yapılanmasıyla paylaşıldığı, istihbari-adli takibat olup olmadığının kontrol edildiği ve bu çalışmanın “whitelist” olarak adlandırıldığına dikkat çekildi.
MİT mensubu öğrencilerin iş ortamında amirleri ve arkadaşlarıyla iyi geçinmeleri, sorumluluk üstlenme konusunda ve diğer çalışanların yerine getirmek istemediği işleri yapma konusunda talepkar olmaları, yüksek lisans ve doktora yapmaları konusunda talimatlandırıldıkları kaydedilen kararda, bu sayede bilgiye erişimde kolaylık ve iş ortamında öğrenci hakkında müspet algı sağlanmasının amaçlandığı, ayrıca öğrencilerin işe başlama aşamasında, birbirlerini kontrol etmeleri için aynı oda veya evde kalmalarının teşvik edildiği ifade edildi.
MİT mahrem yapılanmasında öğrenci ile öğretmen-temsilci arasındaki temasların, başlangıç yıllarında yüz yüze kurulduğu, bir sonraki buluşma tarihi ve yerinin alternatifli şekilde tespit edilmesi şeklinde irtibatların devam ettiği vurgulanan kararda, “İlerleyen yıllarda genişleyen yapıyla birlikte öğrenci-öğretmen-temsilci arasındaki görüşmeler-buluşma organizasyonları operasyonel hat vasıtasıyla yapılanmaya başlanmıştır. Operasyonel hat kullanımına 2014 içerisinde son verilmiştir. Bu süreçte emniyet İstihbarat mahrem yapılanmasının MİT mahremine, ‘hatların MİT tarafından tespit edilmeye başlandığı’ yönünde bilgi verdiği istihbar olunmuştur. Ayrıca büfe-ankesör de, aramada kullanılan diğer iletişim yöntemlerindendir. Operasyonel hatların kullanmadan kalkması üzerine iletişim, akıllı telefonlar ve tablet bilgisayarlar üzerinden internet tabanlı uygulamalara kaydırılmıştır” denildi.
MİT mahremine yurt dışından “hawala” yöntemiyle aktarılan para
MİT mahrem yapılanmasındaki öğrencilerin, örgüte yönelik operasyonların başlamasıyla birlikte iletişim araçlarını kullanmaktan imtina ettikleri, mecbur kalınan durumlarda Signal, 2048, Falcon ve Groundwire gibi uygulamaları kullandıkları anlatılan kararda, MİT mahremine paranın yurt dışından gönderildiği, paranın güvene dayalı havale sistemi olarak bilinen “hawala” yöntemi ile yurt içine sokularak MİT mahrem yapı temsilcileri ile lojistik faaliyetlerden sorumlu şahıslara ulaştırıldığı da kaydedildi.
MİT içerisinde FETÖ mensuplarının görev özelliklerine göre çeşitli sızdırma yöntemlerini benimsediği aktarılan kararda, şu bilgiler paylaşıldı:
“Teknik alanda görevli örgüt mensupları sistemsel yetkilerini kullanmak suretiyle elektronik arşivden veri kopyalayarak bir kısım devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzeni ve dış ilişkilerde tehlike yaratabilecek, bu nedenlerle niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgi ve belgeleri sistem dışına çıkarmış, sistemde oluşan log kayıtlarını ise silmeye çalışmışlardır.”
Sahada görevli FETÖ mensuplarının ise elde ettikleri istihbari bilgileri sıklıkla sözlü veya kısa notlar halinde öğretmenlerine iletmeyi tercih ettikleri vurgulanan kararda, bu kapsamda örgüt mensuplarınca, istihbarat eğitimlerinin verildiği lokasyonlar, yerleşkelerin özellikleri, eğitim veren hocalar ve eğitim içerikleri hakkında bilgiler ile eğitimde yer alan diğer mensuplar hakkında bilgiler, biyografik istihbarat kapsamında teşkilat personelinin isimleri, siyasi ve dini hassasiyetleri ile alışkanlıkları hakkında bilgiler ve MİT’in istihbari faaliyetlerde kullanılan özel nitelikli bilgisayar programları hakkında bilgilerin, MİT mahreminin arşiv sorumlusuna teslim edilerek arşivde birleştirildiği dile getirildi.
“FETÖ mensuplarının ABD’nin çıkarlarıyla örtüşen şubelerde çalışma isteği”
Bu bilgilerle Türkiye’nin küresel platformlardaki algısına negatif etki edecek faaliyetler yürütülmesinin amaçlandığı anlatılan gerekçeli kararda, MİT mahrem yapılanması sorumlularının sevk ve idare ettikleri öğrencileri örgüt elebaşı Gülen’in talimatı doğrultusunda MİT içerisinde, ABD, Rus Federasyonu, Çin, İran, Afganistan, yabancı dini radikal örgütler, PKK/KCK ve FETÖ konularına bakan birimlere yönlendirdikleri ifade edildi. Kararda, “Bu yönlendirmeye bakıldığında MİT bünyesindeki FETÖ mensuplarının ABD’nin çıkar ve ilgi alanlarıyla örtüşen konuların sorumlusu olan şubelerde çalışma isteklerinin bulunduğu bilinmektedir” denildi.
Gerekçeli kararda FETÖ üst yönetiminin, 15 Temmuz darbe girişimi esnasında MİT başkanının etkisiz hale getirilmesi konusunda internet tabanlı uygulamalar üzerinden Türkiye’deki MİT mahrem yapısına ulaşmaya çalıştığı bilgisi de verilirken, MİT başkanının etkisiz hale getirilmesi amacıyla, gerek darbe girişimi gecesinde, gerek öncesindeki süreçte suikast, zehirleme, yargılama gibi yöntem arayışlarının MİT mahremi içerisinde tartışıldığı ancak bu yöndeki operasyonel çalışmalar için kurum içerisinde uygun zemin yaratamayan mahrem yapının farklı arayışları gündemine aldığına dikkat çekildi.
“Bu doğrultuda, MİT mahrem yapısının teknik kısmında görevli, temsilci, öğretmen ve öğrenciler üzerinden MİT filigranlı belgelere Cumhurbaşkanı aleyhinde detaylı-kurgu raporlar basılması ve bu raporların karar alıcı makamlar nezdinde dezenformasyon aracı olarak kullanılması ve MİT başkanlık makamında değişikliğe gidilmesi amaçlanmıştır” bilgileri paylaşılan kararda, MİT tırları vakasında, MİT yerleşkesinde görevli bir öğrenci vasıtasıyla yerleşkeye giriş çıkış yapan ağır vasıtaların bilgilerinin dönemin MİT imamına verildiği, MİT mahrem yapılanmasının 2013 yılında ODTÜ Vişnelik Tesisleri girişindeki rezidansta bir ofis kiralayarak “dinleme” faaliyeti yürüttüğü, ofiste kullanılan elektronik sistemler üzerinden Emniyet Genel Müdürlüğü’nün istihbarat birimlerine bağlanmayla çeşitli elektronik faaliyetler yürütüldüğünün anlaşıldığı aktarıldı.
MİT mahrem yapılanmasının yasadışı faaliyetleri
MİT başkanı ve kurumda çalışan bazı personelin tutuklanmasına yönelik bir girişim olan ve kamuoyunda “7 Şubat krizi” olarak bilinen hadisenin, dönemin MİT İmamının, MİT’in başına FETÖ mensubu bir şahsın atanması arayışları çerçevesinde düzenlenen bir operasyon olduğu kaydedilen gerekçeli kararda, FETÖ’nün, Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet birimleri, yargı organları ile MİT gibi devletin en kritik kurumlarına sızdırdığı mahrem mensupları üzerinden, Türkiye’deki gelişmelere örgütsel çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalıştığı, nihai hedefine ulaşmasını engelleyeceğini düşündüğü bürokrat ve personeli ise sistemin dışına çıkarmaya yönelik bir hareket tarzı izlediği ifade edildi.
Örgütün MİT’teki mensuplarının bir çok yasadışı faaliyette bulunduğu aktarılan kararda, şu değerlendirme yapıldı:
“Örgüt, benimsediği bu hareket tarzıyla 7 Şubat 2012’de yargıyı kullanarak MİT’i ele geçirmek hem de aynı soruşturmayla hükümetin Güneydoğu sorununu çözmek amacıyla başlattığı barış sürecinin başarısız olmasını sağlamaya odaklanmıştır. MİT yöneticileri ile hükümet, terör örgütüne yardımla suçlanmak istenmiş, otoriteleri ve güvenilirliklerinin halk nezdinde sorgulanması amaçlanmıştır.
Örgüt bahse konu dönemde, MİT’in imajını zedelemek ve ülkemiz üzerindeki eylemlerini kolaylaştırmak amacıyla, yazılı ve görsel medya aracılığıyla (Emre Uslu ve Mehmet Baransu gibi gazeteciler başta olmak üzere örgüt mensupları üzerinden) algı operasyonlarıyla, hükümetin icraatlarını, teşkilatın çalışma prensiplerini, istihbarat elemanları ile personelini deşifre etme, çeşitli olayları-gelişmeleri MİT ile bağlantılı olarak göstermeye çalışma, MİT’in, temin ettiği çeşitli verileri-bilgileri halkı fişlemeye yönelik kullandığı yönünde haber yapma gibi gelişmelere neden olan bir hareket tarzı izlenmiştir.
FETÖ’nün 7 Şubat 2012’deki olaylar silsilesiyle, ‘teşkilatın, PKK ile ilişkili olduğuna’ dair oluşturmaya çalıştığı algı yönetim faaliyetlerinin geçersizliği, teşkilatın PKK’ya yönelik yürüttüğü başarılı operasyonlarla tescil edilmektedir. Örgüt, geçmişte izlediği, ‘Türkiye’nin terör örgütleriyle ilişkili olduğu’ minvalindeki kara propaganda faaliyetlerini halen yurt dışında sosyal medya başta olmak üzere çeşitli platformlar üzerinden PKK dışındaki farklı terör örgütleri üzerinden de sürdürmektedir. Kara propagandasını örgüt fark etmeksizin sürdürmesi, delillere dayanmaksızın her argümanı, ‘Türkiye’ye zarar verme’ hedefiyle gündeme taşıdığını göstermektedir.”
FETÖ için MİT daima ele geçirilmesi gerekli bir kale pozisyonundayken 7 Şubat’a giden süreçte daha da önemli hale geldiği belirtilen kararda, “çözüm süreci” olarak adlandırılan dönemde FETÖ’nün müdahale etmek istediği MİT’in üstlendiği önemli görevler, şu sözlerle anlatıldı:
“Zira artık Türkiye Cumhuriyeti yıllardan beri süre gelen PKK terör örgütü ile mücadelesinin yanı sıra gerek terör örgütünün gerek ise uzantılarının istismar ettiği etnik kimlik zenginliklerimiz üzerinden yürütülen bölücü faaliyetlere de son vermeyi, tüm ülkede huzur ve güveni sağlamayı öncelik olarak gören gerek siyasi gerek sosyal bir takım politikalara öncelik tanımaya başlamıştır. Kamuoyunda ‘açılım süreci’ olarak bilinen bu süreçte yıllardan beri istismar edilen tüm unsurların artık istismar konusu olmaktan bir daha istismar konusu edilmemek üzere bir kardeşlik hukukunun inşaası amaçlanmıştır. Bu amaçla toplumun tüm kesimlerinin sürece dahil edilmesi siyasi, sosyal ve bilimsel alanda zeminin olabildiğince geniş temelli ve sağlam olması hedeflenmiş olup buna yönelik çalışma grupları ve STK’lardan ve bölge halkının kanaat önderlerinden oluşan heyetler oluşturulmuştur. Bu çalışmanın sosyal ve bilimsel bir kanadının olmasının yanı sıra devlet olarak da bu çalışmaya güvenlik politikaları bakımından destek verecek ve aynı zamanda kamu güvenliğini de gözetecek bir çalışmanın, faaliyetin bulunması kaçınılmazdır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti adına bu güvenlik ve strateji politikalarına yönelik olarak o dönem başbakanlık makamına bağlı olarak Milli İstihbarat Teşkilatı bu görevi üstlenmiş, gerekli çalışmalarını ve hazırlıklarını yaparak bu sürece dahil olmuştur. MİT gerek kuruluş ve faaliyet amacına gerek ise kendi teşkilat kanununun kendisine verdiği yetkilere dayanarak kamuoyunda ‘Oslo görüşmeleri’ olarak bilinen bu sürece dahil olmuştur. Bu süreçte yargılamamıza müşteki sıfatıyla dahil olan müştekilerden bir kısmı aktif olarak görev almıştır.”
“Müştekileri ‘ilk kez görüşüyorlar’ şeklinde lanse etmek itibarsızlaşma amaçlıdır”
Güvenlik bürokrasisi düzleminde benzer görüşmelerin 90’lı yıllardan beri fasılalarla yapıldığı ve “Oslo görüşmeleri”nin 90’lı yıllardan beri yapılan çalışmaların bir devamı olduğu bilgisi verilen kararda, “Dolayısıyla ‘Oslo görüşmeleri’ni daha önce benzeri yapılmamış ve yeni bir çalışma şekli olarak lanse etmek ve müştekileri ilk kez bu çalışmayı yürütenler olarak lanse etmek, tam olarak örgütün MİT ve bu çalışmayı yürüten MİT görevlilerini kamuoyu önünde itibarsızlaştırmak amacına yöneliktir.” denildi.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihsel beceri ve birikimi ile yönetsel tecrübesi göz önüne alındığında istihbarat faaliyetlerindeki başarısı ve öngörüsünün çok açık bir şekilde millet tarafından hep takdire şayan bulunduğu ve güven telkin eden bir çalışma ortamına zemin hazırladığına vurgu yapılan kararda, “Devletin MİT eliyle bir istihbarat faaliyeti olarak bahsi geçen görüşmeyi yapması doğaldır, olağandır ve hatta zaman zaman zaruridir. Dünya devletlerinin tamamı benzer örneklerle bu görüşmeleri gerçekleştirmiştir. Bu konuda İngiltere, İrlanda, İspanya yakın tarihli örnekler olarak verilebilir. Bu görüşmelerin yapılması suç da değildir ve fakat bu görüşmelerin ülkemiz aleyhine olacak ve kullanılacak şekilde sızdırılması suç teşkil etmektedir ki bu siyasal ve askeri casusluk suçuna vücut verir.” ifadeleri kullanıldı.
“Oslo görüşmeleri”nin kendisinin de bir istihbarat faaliyeti olduğu ve bir takım retoriklere ihtiyaç duyulmasının olağan sayılacağı aktarılan kararda, şöyle devam edildi:
“Olağandışı olan ise bunu bir siyasi iktidara, devlete ve devlet adına istihbarat faaliyeti yürüten kuruma ve görevlilerine yönelik saldırının malzemesi olarak kullanmaktadır. Zira yapılan görüşmelerin alınan kaydının gerek kayıt ve konuşma sırasındaki cızırtılardan gerek ise Belçika polisi tarafından Roj Tv’ye yönelik yapılan soruşturma kapsamında yapılan aramada ele geçirilmesi, bölücü örgüt temsilcisi tarafından kayda alınıp arşivlendiğini ortaya koymaktadır.”
Soruşturmanın sözde başlangıç aşaması: BDP Diyarbakır il binasında yapılan arama
Bahsi geçen kayıtların iddianamede belirtildiği üzere Diyarbakır BDP il binasından çıkmasına kadar olan süreç ve kat ettiği mesafenin, örgütün emniyet ve emniyet istihbarat birimleri içerisinde yuvalanmış unsurlarının etkin bir şekilde faaliyetiyle mümkün olduğu vurgulanan kararda, “Daha önce benzerlerini Ergenekon ve Balyoz gibi davaların soruşturma aşamalarında gördüğümüz üzere, delil üretme ve delil saklama ve bulmuş gibi yapma konularında rüştünü ispat eden örgüt ve örgüt mensupları, daha önce zemindeki parke altından çuvalla evrak bulduğu gibi arama yapılan bilgisayarların bulunduğu odada, daha önce hiç kullanılmamış ve oda içerisindeki bilgisayarlara hiç takılmamış, sadece arama yapılması planlanan gün ve saatte orada bulunması için bahsi geçen ses kayıtlarının bulunduğu hard diski bulması, soruşturmanın sözde başlangıç aşamasını oluşturmuştur.” değerlendirmesi yapıldı.
Ses kayıtlarıyla ilgili işlemlerin dönemin İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü D ve B Büro Amirliği ekiplerince yapıldığı bilgisi verilen kararda, “KCK operasyonları kapsamında yürütülen soruşturmada iddianamede anlatıldığı üzere şüpheli sıfatıyla gözaltına alınan müşteki Mustafa Özer’in kolluk aşamasındaki soruşturma işlemleriyle ele geçirilen ses kayıtları bir bütün olarak örgüt mensuplarınca sentezlenmeye ve ortaya KCK’yı MİT’in yönlendirdiği bazı eylemlerin talimatını verdiği gibi bir algının tüm hazırlıkları işte bu aşamada hazırlanmaya ve kurgulanmaya başlanmıştır.” denildi.
“Örgüt mensuplarınca alınan Mustafa Özer’in ifadesi yine örgüt mensuplarınca medyaya servis edildi”
Müşteki Mustafa Özer’in emniyet ve savcılıktaki ifadesinin, daha önce kurgulanmış bir şekilde, baskıyla alındığı ve Özer’in beyanının alınması sırasında yaşanan tüm olaylar sonrasında Oslo ses kayıtları ile birleştirilmek üzere kurgulanan bir soruşturma sürecinin bir parçası olduğu vurgulanan kararda, müştekinin beyanlarının ve konumunun yaratılmak istenen algı operasyonunun bir parçası olarak, kamuoyuna örgütün istediği şekilde yansıtılması için yine örgüt mensupları tarafından medyaya servis edildiği anlatıldı.
Gerekçeli kararda, süreçle ilgili şu değerlendirme yapıldı:
“Mustafa Özer’in irtibat elemanı olarak konumu ve verdiği bilgilerin yayın kuruluşlarında yer alması ile KCK’yı MİT’in yönlendirdiği ve hatta bazı eylemleri azmettirdiği gibi bir algı operasyonuna dair yaratılmak istenen iklim aslında 7 Şubat’ın hazırlık ayaklarından biri olarak ortaya çıkmıştır. Aslında asıl hedef, örgüt tarafından hiçbir zaman ele geçmeyen MİT’i kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak ve güven kaybına uğramasını sağlamaktır ve fakat biraz önce de belirttiğimiz üzere bu sadece 7 Şubat kumpasına giden yolda bir mihenk taşı durumundadır.
FETÖ’nün emniyet yapılanmasının hazırladığı ve mutfağında İstanbul TEM Şube müdürlüğünün bulunduğu bu operasyonlardan yola çıkılarak örgüt elebaşı Fetullah Gülen’in MİT’i ele geçirme amacı, KCK operasyonlarında elde edilen Mustafa Özer beyanı ile gerekli algı ve yetkiyi yaratmakta zayıf kalmış, bunun taçlanması için ele geçirilen Oslo ses kayıtları bu sefer hedefe Hakan Fidan, Afet Güneş ve Emre Taner’i taşımıştır. Müştekiler Hakan Fidan, Afet Güneş ve Emre Taner’in görev süreleri boyunca yaptıkları başarılı hizmetlerin yanı sıra FETÖ mensuplarının MİT’e sızmasına yönelik gösterdikleri direnç bir başka hedef seçilme gerekçesidir.
‘Oslo görüşmeleri’ olarak bilinen bu görüşmeler aslında Türkiye Cumhuriyeti devletinin kamuoyunda açılım süreci olarak bilinen toplumsal bir uzlaşma ve kardeşlik sürecinin bir parçası iken, örgüt ve örgütü her anlamda himaye eden uluslararası aktör ve devletlerin, ki bu yapılara PKK terör örgütü de dahil olmak üzere çabasıyla akamete uğratılmıştır. Zira hedeflenen toplumsal uzlaşma ve kardeşçe yaşama iklimi gerçekleştiğinde yıllarca stratejisini yürüttüğü Ortadoğu siyasetinin çökeceğini gören himayedar devletler, FETÖ ve unsurlarına ve aynı zamanda silah sağladığı PKK’ya bu süreci ortadan kaldırmak için gerekli talimat ve desteği tam anlamıyla sağlamıştır.”
“FETÖ, PKK ile yan yana olmaktan geri durmamıştır”
Oslo görüşmelerinden sonra terör örgütü PKK’nın yapmış olduğu eylemler ve hedefe emniyet teşkilatının alınmasının, tam anlamıyla “hedef şaşırtma” stratejisinin bir parçası olduğu ve bunun yargılama sırasında sanık savunmalarında da görülebileceği belirtilen gerekçeli kararda, “Bu dönemde emniyet teşkilatına yapılan terör saldırıları, FETÖ mensupları ve yapıları tarafından istismar aracı ve Oslo görüşmelerine katılan müştekilere yönelik soruşturma ve algı faaliyetlerinin hep bir parçası olarak kullanılmıştır. Kendilerini açılım politikası sonrasında yaşanan kaotik olayların hedefi olarak istismar eden örgüt, aynı zamanda Kobani olayları ve hendek süreci olarak bilinen süreçte PKK terör örgütü ile yan yana kol kola olmaktan da geri durmamıştır.” değerlendirmesi yapıldı.
FETÖ mensuplarınca, “gazetecilik kisvesinde” yürütülen terörist faaliyetler kapsamında, hendek dönemi olarak bilinen ve çok sayıda şehit verilmesine neden olan çatışmaların sıcaklığını koruduğu bir dönemde, çatışmaların yaşandığı illerdeki pek çoğu hakkında PKK terör örgütüne üye olmaktan soruşturma bulunan ve sonrasında kesin hüküm alan belediye başkanlarının ziyaret edildiğine dikkati çekilen kararda, şu bilgiler paylaşıldı:
“Bu şer yapılanmaları ve birliktelikleri göstermektedir ki, MİT ve hizmet ettikleri dönem itibariyle son derece başarılı çalışmalara imza atan müştekiler Hakan Fidan, Emre Taner ve Afet Güneş’in hedef olarak seçilmesi terör örgütleri ve uluslararası himayedarlarının kendilerinde oluşan rahatsızlık artık had safhaya ulaşmıştır. Müştekilerin temelleri hazırlanmış ve atılmış bir seri kumpas soruşturmasıyla halkın gözünde itibarsızlaştırılması, MİT’in başarısız ve etkisiz bir kurum olarak algılanması, tüm bu olumsuz sonuçların faturasının yürütme organına çıkarılması, teşkilat bakımından, bu sayede yeniden yapılandırılması bahanesiyle örgüt mensuplarının teşkilata sızması hedeflenecektir. Aslında espiyonaj ve kontrespiyonaj faaliyetlerinde bulunan örgütün, MİT’i ele geçirmesi ulusal bir güvenlik tehdidine kapı aralayacaktır. Böylelikle hem yürütme hem de yürütme organına bağlı MİT’i tasfiye planı işleyecek ve yaratacakları algı operasyonlarıyla da kamuoyunun desteğini arkasına alacağını hesap eden FETÖ mensupları planlarını gerçekleştirmek üzere bir takım faaliyetlerine hız vermiştir.
FETÖ mensupları için yaptıkları her operasyonel adımın, yasal ve kamuoyu desteği alır gibi görünmesi olmazsa olmazdır. Böylelikle eylemler hem yasal hem meşru kamuoyunca takdirle karşılanan arkası araştırılmayan eylemler niteliğinde olacaktır. Artık tam anlamıyla MİT’i ele geçirme ve MİT üzerinden devleti ele geçirme planı yapan örgüt, tepe noktasından itibaren bu planını uygulamaya karar vermiştir.
Örgütün tepe noktasında bulunan Fetullah Gülen ve önemli mensupları talimatlarını hiyerarşik olarak ülkeye ulaştırmış. Bu talimatlar emniyet ve yargı imamları tarafından operasyonel faaliyet yürütecek örgüt birim ve mensuplarına yine kendilerinden sorumlu mahrem yapılarca iletilmiştir.
Bu kapsamda yargılamaya konu edilen Asya Termal toplantısı bunun bir tezahürüdür. Gerek bu toplantıya katılanların örgüt içerisindeki konumu, bu toplantının zamanı ve her biri farklı coğrafi bölgenin sorumlusu olan örgüt imamların aynı dönemde aynı yerde bulunmaları tesadüf olarak değerlendirilemeyecektir. Kaldı ki bu toplantıya katılan örgüt imamlarının yargılandıkları diğer dosyalardaki konumları ve suçlarına bakıldığında Karlov suikastı gibi her birinin masum bir tatil amacıyla bir araya gelmediği açıkça anlaşılacaktır. Bunu destekler şekilde emniyet ayağına ilişkin ülke çapındaki bölge emniyet imamlarının birlikteliğinin yanı sıra soruşturmayı yürütecek eski cumhuriyet savcılarının yakın dönemde Amerika’ya gitmesi tesadüfi bir durum olarak kabul edilemeyecektir. Artık MİT kumpası’na karar veren örgüt elebaşı ve şurekası emniyet ve yargı imamları eliyle talimatlarını ilgili birimleri iletmiş ve düğmeye basmıştır.”
7 Şubat MİT krizi ve sonrası
Hedefine MİT ve MİT görevlilerini alan örgütün, yapacağı operasyonel faaliyetle, MİT’in vatandaşın gözündeki itibarını sarsmaya çalışacağı ve aynı zamanda, yürütmeye bağlı bir kurum olduğundan kendince faturayı yürütme organının ödemesi gerektiği algısı yaratacağı aktarılan gerekçeli kararda, tüm gerekli talimatları yurt dışından emniyet ve yargı imamları eliyle yurt içindeki operasyonel örgüt üyelerine Asya Termal toplantısı ile ulaştıran örgütün, emniyet ve yargı içinde bulunan unsurları ile hedefe yöneldiği vurgulandı.
Örgütün, daha önce de benzer sansasyonel soruşturmalarda ve kumpas soruşturmalarında yaptığı ve kendince başarıya ulaşan bir yöntemle aynı soruşturma konusu olayla ilgili hem Ankara’da hem de İstanbul’da soruşturma dosyaları açtığı belirtilen kararda, bir ildeki soruşturmanın akamete uğraması yahut engellenmesi durumunda diğer soruşturma üzerinden hedefe yürümeye devam etme gayesi güdüldüğü ifade edildi.
MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılması
Tüm hazırlıklar yapıldıktan sonra örgütün yargı ayağında bulunan elemanları eski cumhuriyet savcıları Bilal Bayraktar ve Sadrettin Sarıkaya’nın, soruşturmanın baş aktörleri olarak 7 Şubat’ın tüm talimatlarını emrindeki örgüt mensubu kolluğa verdiği ve sözde ifadesine başvurmak amacıyla dönemin MİT Müşteşarı Hakan Fidan ile çalışanlar Afet Güneş ve Emre Taner’i o an itibariyle Beşiktaş’ta bulunan hizmet binasına çağırdıkları kaydedilen kararda, şu değerlendirmeye yer verildi:
“Her ne kadar ilk görünüşte sıradan bir ifade alma işlemi olarak lanse edilmiş ise de bahsi geçen isimlerin Türkiye Cumhuriyeti istihbarat teşkilatının en önemli ve en kritik isimleri olması aslında örgütün bir gövde gösterisine yönelik eylemdir. Burada asıl amaç yürütme organına ve onun başındaki o dönem itibariyle başbakan şu an ise Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na gözdağı vermektir. Adeta örgüt, ‘sırada sen varsın’ mesajı vermeye çalışmıştır. Kaldı ki 15 Temmuz darbe kalkışması da örgütün asıl hedefine yönelik son kamikaze eylemidir. Müştekilerin olası bir tutuklanması soruşturmanın o dönem başbakan olan şu an Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetine sirayet edecek ve demokratik yollar ile seçimle iş başına gelen hükümetin örgütsel operasyonlar eliyle işlevsiz hale getirilmesi amacı tamamlanmış olacaktı.”
Eski Balyoz planı savcısı Hüseyin Kaplan’ın “gelseler tutuklanacaklardı” beyanı
Örgütün o dönem bunun rutin bir soruşturma olduğu algısını yarattığına dikkati çekilen kararda, eski Balyoz planı davası savcılarından Hüseyin Kaplan’ın mahkemeye verdiği ifadede, “eski savcı Sadrettin Sarıkaya ile görüştüğü, ifadeye gelselerdi üç kişinin tutuklanacağını hatırladığı” beyanında bulunduğu belirtildi.
Sadrettin Sarıkaya isimli kişinin örgüt bağlantıları, firari olarak bir gaybubet evinde yakalanmış olması ve sanık olarak yargılanırken dosyası ayrılan eski MİT görevlisi Aykut Akbulut ile üniversite yıllarından beri süre gelen yakın arkadaşlığına işaret edilen kararda, davadaki sanıklarla ilgili dosyaya sunulan delillere göre, İstanbul TEM Şube Müdürlüğü içerisinde neredeyse örgüt mensubu olmayan şahısların bulunmadığı, sıradan memurlar düzeyinde bile örgüte ait sohbet grupları ve evler bulunduğu, emniyet yapılanmasında örgüt üyesi olmayan hiçbir üst rütbeli müdür veya komiserin operasyonel birimlerde muhafaza edilmediğine vurgu yapıldı.
“7 Şubat hadisesinin örgütün emir ve talimatları ile yürütülmediğini sıradan bir soruşturma işlemi olduğunu söylemek en basit deyimle saflık olacaktır.” ifadesi yer bulan kararda, 7 Şubat’ın aslında 15 Temmuz darbe kalkışmasına giden yolda örgütün bir güç denemesi ve gövde gösterisi mahiyetinde olduğu aktarıldı.
“Sanıkların beyanları, MİT’in örgütün himayedarlarına verdiği rahatsızlıktan ibarettir”
Söz konusu soruşturmanın, yürütme organına, emrindeki en güvenilir ve en kritik birimi ele geçirme ve ona dokunma yoluyla mesaj verme gayreti olduğu belirtilen kararda, “Sanıkların savunmalarında ısrarla müştekilerin görevlerini kötüye kullanarak suç işledikleri yönündeki beyanları, gerek MİT’in gerekse MİT’in başındaki başkan ve o dönem itibariyle müsteşarın, gerek yurt içi gerekse yurt dışındaki başarılı operasyonları ile örgütün himayedarlarına verdiği rahatsızlıktan ibarettir.” denildi.
Gerekçeli kararda müştekilerin, ifade vermeye davet görüntüsündeki çağrıya icap etmemeleri ve sonrasında MİT kanununda yapılan yasal değişiklik ile MİT mensupları hakkında her türlü soruşturma işleminin başbakanın iznine tabi kılınmasının örgütün emniyet ve yargı içinde barındırdığı unsurlarının önünü kestiği de vurgulandı.
Başbakanın soruşturmaya izin vermemesi girişimi akamete uğrattı
Müştekiler hakkında başbakanın soruşturma izni vermemiş olmasıyla bu girişimin akamete uğradığı belirtilen kararda, şunlar kaydedildi:
“Soruşturma izni verme yetkisinin bizzat başbakanda olduğu dikkate alındığında, müştekilerin suç işlemiş olması halinde yada böyle bir şüphenin araştırılması gerektiğini düşündüğü takdirde başbakanın tereddütsüz soruşturma izin verebileceği izahtan varestedir. Böylelikle sanıkların bu yönlü savunmalarına itibar edilmemiştir. Müdahil Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının o dönem başbakan olarak soruşturmaya izin vermemesi ile bir nevi ilk darbe girişimi sonuçsuz kalmıştır.”
Kararda, 7 Şubat ile amacına ulaşamayan örgütün, sonrasında 17-25 Aralık kumpasları ve en son da 15 Temmuz darbe girişimi ve uluslararası himayedarları ile hükümeti devirmeyi denediği belirtilerek, ancak asıl söz ve hak sahibi milletin iradesiyle örgütün her seferinde olduğu gibi başarısızlığa mahkum olduğu da aktarıldı.