Yüksek Mimar Restoratör Seda Özen Bilgili ve Sema Özen Toth kardeşler, inşaat mühendisi ve aynı zamanda ahşap sanatkarı babalarıyla, Sultanahmet’te Bizans Büyük Saray kalıntılarının üzerine inşa edilen Türk evlerinden oluşan mahallede, 8 yapıyı restore ederek yok olmaktan kurtardı.
Öğrencilik yıllarından itibaren çalışmanın gücüne inanan Bilgili, arkeolojik çalışmalarla mimariyi, güzel sanatlarla buluşturarak geçmişi bugüne taşıyor.
Öğrencilik yıllarında ODTÜ Tarihsel Çevre Değerlerini Araştırma Merkezi’nin koordine ettiği kurtarma kazıları kapsamında Urfa Akarçaytepe’de arkeolojik kazı ve mimari çizimi yapan Bilgili, Topkapı Sarayı’ndaki bir arkeolojik kazının da mimari çizimlerini gerçekleştirdi.
Bilgili, 2001-2003 yılları arasında İBB’nin Tarihi Yarımada’nın Koruma Amaçlı İmar Planı’nda mimari envanter ve anıt fişlerini ve korunması gerekli eski eser öneri çalışmalarıyla kayıp eser envanterlerinin plan araştırmasını yaptı.
2005’de Ayasofya Türbelerinin rölöve-restorasyon projelerini çizen, ardından Edirne Kentsel Sit Alanı ve Etkileme Geçiş Bölgesi’nde mimari envanter ve anıt fişlerini, korunması gerekli eski eser öneri çalışmalarını yapan Bilgili, geçmişin izini incelikli bir sanat anlayışıyla bugüne yansıtıyor.
Bilgili, sosyal medyadan aktif olarak İstanbul ve Anadolu mimari mirasına dair çeşitli konularda toplumu bilgilendiriyor.
Kız kardeşi Yüksek Mimar Restoratör Sema Özen Toth ve babaları İnşaat Mühendisi Kemal Özen ile kendi işini kuran Bilgili, 2003’de Eminönü Yeni Camisi’nin Mısır Çarşısı yönündeki minaresini çizdi, ardından Sultanahmet Camisi’nin 3 yıl süreyle kısmi projelerinin müellifi ve restorasyon sorumluluğunu üstlendi.
Seda ve Sema kardeşler, kendi işleri bünyesinde eski eser restorasyon projeleri, kargir yapı restorasyon uygulamaları, ahşap atölyeleriyle ahşap yapı restorasyon uygulamalarını sürdürüyor.
Cankurtaran’da, Bizans Büyük Saray kalıntılarının üstüne inşa edilmiş Türk evlerinden oluşan bir mahallede yedisi tescilli, biri tescilsiz 8 yapının restorasyon uygulamasını yapan mimar kız kardeşler, AA muhabirine bir zamanlar İstanbul’un sembolü olan ahşap evlerin günümüze taşınma sürecini anlattı.
“Yapılar sadece içinde yaşadığımız kutulardan ibaret değil”
Bilgili, restore ettikleri eski İstanbul evleri diye anılan ahşap yapıların, Köprülü Konağı, Hammamizade İsmail Dede Efendi Evi ve Akbıyık Camisi’ne komşu konumunda olduğunu söyledi.
Sultanahmet’in fetihten sonra şenlenen çok güzel bir mahalle olduğunu belirten Bilgili, Türk evlerinden oluşan bir mahallede çalışmanın büyük bir şans olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
“O güzelim ahşap evler tamamıyla tahrip ve yok olmuştu, iadeiitibar kazandırmak ve kendi özgün doku, detay ve yapılarıyla geleceğe bu mirası taşımak istedik. Mimarlıkta, ‘insan ölçeği’ dediğimiz bir kavram vardır, yani yollar ve evler için insan ölçeği… Burada insanlar, birkaç merdiven indiği zaman sokakla buluşabiliyordu ama şimdi ayaklarımız topraktan kesildi, çok yukarıdan şehre bakıyoruz, şehirle ilişkimiz kayboldu. Arkamda gördüğünüz evlerin sahipleri kendileri için bir kalfa ve mimar bulup yaptırmışlar, belki o zamanlar bu insanlar mimarlık eğitimi almamış ama kendisi için hayat ve dünya görüşüne uygun bir ev tasarlayıp inşa ettirmiş. Şimdi bizler bir müteahhidin kendisi için kar edeceği, en hızlı ve en karlı olacak şekilde tasarlanmış evler inşa ettirip, onların içinde yaşıyor böylece kişiliklerimizi kaybediyoruz. Yeni yapılardan bir Dede Efendi, Buhurizade Mustafa Itri, Orhan Kemal veya bir şair ve yazar çıkmayabilir. Yani yüzlerce yıllık mirasa sahip olan evlerin dokusu ve yapısı, her coğrafya ve iklime göre şekillendirdiğimiz evlerden uzaklaşıp, bütün Türkiye’de, bu kadar zengin mirasa sahip Anadolu’da birbirinin kopyası olan evler inşa etmek, kişiliklerimizde geri dönülmez sıradanlıklar oluşturuyor.”
Bilgili, doğal yapılarla sağlık, mutluluk ve psikoloji arasındaki ilişkinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade ederek, “Yani yapılar sadece içinde yaşadığımız kutulardan ibaret değil, onlarla birlikte yaşar, yaşlanırız ve zaman geçirdiğimiz bu kutularla en az bir araba tasarımı kadar ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum.” şeklinde konuştu.
“Genç mimarlara, yapıların dönüşümlerini ve restorasyonları sabırla yapmalarını öneriyorum”
Özellikle ahşap yapılarda çok hassas bir çalışma yürüttüklerini dile getiren Bilgili, o yapıları sökmeden, yıkmadan, detaylarını kaybetmeden, özgün halleriyle koruyarak, daha zor ve meşakkatli ama özgün ruhunu taşıyan ve koruyan bir şekilde restore etmeyi planladıklarını söyledi.
Bilgili, “Yeniden ayağa kaldırdığımız ahşap evlerde tek modern olan şey rengiydi, onun dışında kargir bodrum katları korundu, oda planları ve geçmişte sahip olduğu detayları ve karakteri tümüyle yaşatıldı.” dedi.
Bilgili, yeni projelerine ilişkin de bilgi vererek, Sultan II. Abdülhamid’in kuzeni de olan Yusuf İzzeddin Efendi’nin köşkünün projelerini tamamladıklarını, uygulamasına başlayacaklarını ifade etti.
Devam eden birçok restorasyonlarının da bulunduğunu aktaran Bilgili, “Bu minvalde mesleğe gönül veren genç arkadaşlarımdan sabırlı olmalarını istiyorum. İşe sadece iş olarak bakmamak çok önemli, kendilerine mutluluk sağlayan yapıların dönüşümlerini ve restorasyonları sabırla yapmalarını öneriyorum.” şeklinde konuştu.
“İşimi her zaman bir okul olarak gördüm”
Yüksek Mimar Sema Özen Toth da mimarlığın çocukluk hayali olduğunu ve babasının yönlendirmesi ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesine girdiğini, yenileme ve koruma dalında da yüksek lisans eğitimini tamamladığını belirtti.
Gündelik yaşamda da detaycı bir insan olduğunu ve bunu işine yansıttığını belirten Toth, kardeşi ve babasıyla çalışmanın kendisine daha büyük bir deneyim kazandırdığını aktararak, şöyle devam etti:
“Biz üç kız kardeşiz, içimizde belki de en küçük olduğum için babaya en düşkün olan benim ama babayla çalışmak aslına bakarsanız öğretici olduğu kadar da zor bir durum. Lakin artık birbirimize alıştık. Seda, babam ve benim yapılarımız farklı ben çok detaycıyım, Seda daha genele bakabiliyor, babam ise daha çok imalat kısmında bizi destekliyor. Birbirimizi tamamladığımız için zorlanmak bir yana çok zevk alarak işimizi sürdürüyoruz çünkü biliyorum ki orada birisi işini yapıyor. Restorasyonunu tamamladığımız bu ahşap evleri yaparken çok yoruldum belki ama işimi her zaman bir okul olarak gördüm, genç mimar arkadaşlarıma da her zaman bunu öneriyorum.”
“Dedem sağ olsun, o bize miras bıraktı biz de onun mirasını yaşattık”
Restorasyonu tamamlanan ahşap evlerin sahibi ve işletmecisi Furkan İdgü ise dedesinden miras kalan eski mahallenin içinde yer alan ahşap evleri, günümüze taşımaktan dolayı mutlu olduğunu belirterek, “Burada oturanların çoğu en az 30-40 yıldır burada ikamet eden insanlar. İlk başta biraz zorlandık ama daha sonra bizi kabul edip, sevdiler. Sonuç olarak bu mahallenin yenilenmesi ve yapılmasının bütün mahalleye faydası var çünkü bütün mahallenin değeri, giden, gelen insanların sirkülasyonu arttı ve insanların da merakını artıran, dikkatini çeken bir durum oluştu.” ifadelerini kullandı.
Ahşap evlerden oluşan yeni çehresiyle bölgeyi selamlayan sokağın, Sultanahmet bölgesindeki diğer işletmecilerin ilgisini çektiğini vurgulayan İdgü, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Tarihi doku ile modernin buluşması bence çok hoş, görseli fantastik bir hava yaratıyor. İsviçre’de turizm alanında eğitimler aldım ama ahşap daha önce hiç ilgi alanımda olan bir şey değildi ama sonradan hoşuma gitti. İşin inşaat tarafından da keyif aldım çünkü bir şeyi yapmak, inşa etmek gerçekten çok keyifliydi. Sultanahmet’te böyle bir yapının olmasını insanlar çok beğendi, takdir etti ama pandemi zamanına denk gelmesi biraz şanssızlık oldu. Böyle bir sokağın olması çok önemli, evlerin restorasyonu yapılabilir ama bu kadar ahşap evi bir sokakta toplayabilmek zor ve meşakkatli bir işti. Dedem sağ olsun, o bize miras bıraktı biz de onun mirasını yaşattık.”