2016 yılında Brexit oylamasında Avrupa Birliği’nden (AB) çıkma kararı halk tarafından onaylanan İngiltere’nin AB ile ilişkileri 2021 Ocak ayına gelene kadar bir dizi siyasi ve ekonomik pazarlığın gölgesinde ilerlerken bu süreç birçok belirsizliği de taraflar arasında gri alanlar oluşturacak şekilde beraberinde getirmişti. Bahsi geçen gri alanların içinde İngiltere’nin kendi sularındaki balıkçılık ve avlanma hakları gibi spesifik konulardan Kuzey İrlanda’nın statüsünün ne olacağına kadar birçok mühim konu bulunuyor. Ancak 2021 Ocak ayına gelindiğinde taraflar arasında uzlaşılan ticaret anlaşmasıyla birlikte İngiltere’nin 1973 yılından bu yana dahil olduğu AB ortak pazarından çıkışının şartları netleştirildi ve bu tarihten itibaren aralarında ticaretin nasıl ilerleyeceğine dair çerçeve çizilmiş oldu. Anlaşma her ne kadar mevcut ticareti tamamen kotalar ve gümrük vergileriyle zorlayacak şekilde düzenlenmese de AB ile İngiltere arasında bulunan özellikle gıda güvenliği gibi birtakım konulardaki standart farklılıklarını ortadan kaldırmıyor. Dolayısıyla İngiltere’den AB pazarına girecek mallarda AB bürokrasisinin zorunlu kıldığı birçok prosedürün uygulanması konusunda İngiltere tarafından taahhüt verildi.
Ticaret anlaşması sürecinde tarafları en çok zorlayan konulardan biri Kuzey İrlanda meselesi oldu. Özellikle Ocak ayından itibaren anlaşmanın getirdiği uygulamalardan memnun olmayan Kuzey İrlandalı Protestanların başrolde olduğu sokak olayları ülkenin sosyal hayatına etkisini giderek artırıyor ve AB-İngiltere ekseninde yeni gerilimleri beraberinde getiriyor. Kuzey İrlanda, 1960’lardan itibaren İrlanda’nın Birleşik Krallıktan bağımsız bir devlet olmasını isteyen ve genelde Katolik etnik milliyetçi gruplarla Birleşik Krallık yanlısı ve genelde Protestan birlik yanlıları arasındaki gerilimlere sahne olmuştu. Bu durum hem siyasi olarak krizlere hem de paramiliter gruplar aracılığıyla terör eylemlerine kadar uzanan bir dizi şiddet olaylarına yol açmıştı. Özellikle İrlanda’nın bağımsızlığını savunan IRA terör örgütü İngiltere’nin karşısındaki en ciddi sorundu. 1998’e gelindiğinde ise İngiltere’nin aldığı siyasi ve askeri tedbirlerin sonucunda taraflar arasında bütün ilişkileri düzenleyen Belfast Anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Kuzey İrlanda’da Belfast merkezli ve İngiltere’ye bağlı bir hükümet kuruldu ve İrlanda Cumhuriyeti ile arasındaki sınır kontrolleri tamamen kaldırıldı.
Kuzey İrlanda’daki sokak olaylarının Protestan birlik yanlıları tarafından tırmandırılıyor olması yine bu grupların İngiltere açısından daha kontrol edilebilir olduğunu gösteriyor. Zira uzun süren çatışma döneminde dahi Katoliklere karşı Protestanların örgütlenmesinde İngiliz etkisi bilinen bir durum. Dolayısıyla İngiltere tarafından Nisan ayında dillendirilmeye başlayan protokolde ortak kontrol mekanizmaları konusunda uzlaşmak gibi çözüm önerileri İngiltere’nin çıkarlarına daha da yaklaşan revizyonların amaçlandığı şeklinde yorumlanabilir.
İrlanda’daki fay hatları hâlâ canlı
Brexit ile başlayan İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecinde Kuzey İrlanda’nın neden problem teşkil ettiğinin cevabı tam da burada. Halihazırda AB üyesi olan İrlanda Cumhuriyeti ve İngiltere’nin ortak pazara dahil olması sebebiyle iki ülke arasında ticari malların geçişi konusunda herhangi bir problem yoktu. Zira her iki ülke de aynı AB regülasyonları dahilinde bu uygulamaları gerçekleştirmekteydi. Brexit ile birlikte İngiltere AB pazarından çıkacağı için Kuzey İrlanda’nın da doğal olarak çıkması gerekecekti. Diğer bir deyişle İrlanda Cumhuriyeti ile Kuzey İrlanda arasında yeniden sınır kontrollerinin başlaması gerekecekti. Ancak Belfast Anlaşması’na rağmen yıllarca çatışmaya devam etmiş Protestan ve Katolik grupların arasındaki fay hatlarının hâlâ canlı olduğu söylenebilir. Bu da bölgede zorlukla dengeye oturmuş olan düzenin çok kırılgan olmasına sebebiyet veriyor. Dolayısıyla iki bölge arasında oluşabilecek bir sınır uygulaması İrlanda milliyetçilerinden yoğun tepki aldı. Diğer taraftan Brexit oylamasında Kuzey İrlanda halkının yüzde 60’ı ret oyu verdi. Bu sebeplerle AB ile İngiltere boşanma sürecinde Kuzey İrlanda’nın durumunu uzun süren pazarlıklar sonucunda ülkenin AB pazarından çıkarılmaması kararıyla Kuzey İrlanda Protokolü’nü imzalayarak sonuçlandırdı.
Özellikle Ocak ayından itibaren anlaşmanın getirdiği uygulamalardan memnun olmayan Kuzey İrlandalı Protestanların başrolde olduğu sokak olayları ülkenin sosyal hayatına etkisini giderek artırıyor ve AB-İngiltere ekseninde yeni gerilimleri beraberinde getiriyor. Kuzey İrlanda, 1960’lardan itibaren İrlanda’nın Birleşik Krallıktan bağımsız bir devlet olmasını isteyen ve genelde Katolik etnik milliyetçi gruplarla Birleşik Krallık yanlısı ve genelde Protestan birlik yanlıları arasındaki gerilimlere sahne olmuştu.
Ancak Kuzey İrlanda Protokol’ü beraberinde ticari malların geçişi konusunda bir gri alan yarattı. İngiltere’nin AB ortak pazarından çıkması ama Kuzey İrlanda’nın hem AB regülasyonlarına dahilken hem de Birleşik Krallık ticaret alanının doğal bir parçası olması imzalanan protokole göre İngiltere’den Kuzey İrlanda’ya gelecek özellikle gıda ürünlerini içeren ticari mallara yönelik bir dizi sınır kontrolleri ve prosedürü zorunlu kıldı. Zira bu durum İngiltere’den Kuzey İrlanda’ya kontrol olmadan geçecek malların İrlanda Cumhuriyeti üzerinden AB pazarına hiçbir kontrol ve tarife olmadan girmesi anlamına gelmekteydi. Bu protokol henüz Ocak ayında Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallıktan uzaklaşması ve hatta kopması ihtimalini somutlaştırdığı gerekçesiyle Kuzey İrlandalı birlik yanlıları tarafından çok sert şekilde eleştirildi ve son aylarda birçok kez medyaya yansıyan sokak olaylarının fitili bu yüzden ateşlenmiş oldu. Ayrıca İngiltere-Kuzey İrlanda arasında ticaret yapan şirketler halen yürürlüğe giren sınır kontrolleri ve AB regülasyonlarının ek maliyetler yarattığı gerekçesiyle hem Belfast’ta hem Londra’da şikayetlerini sürekli dile getiriyorlar ve maliyetlerden dolayı Kuzey İrlanda’da tüketiciye ulaşan özellikle gıda maddelerinin fiyatlarında ciddi artışlar olacağını söylüyorlar. Henüz yürürlüğe giren protokolün pratikte uygulanabilirliği bu sebeple daha sürecin en başında hem sosyal hem ekonomik olarak dirençle karşılaşıyor.
Protokolün 16. maddesi anlaşma şartlarında tek taraflı değişiklik yapmayı ve anlaşmadan çekilmeyi mümkün kılıyor. İngiltere bu maddeyi kılıf olarak kullanarak Mart ayının başında bahsi geçen mallara yönelik sınır kontrollerinin uygulanmasına ilişkin geçiş sürecini tek taraflı olarak 6 ay süreyle uzatma kararı aldı. Karar sonrası AB tarafı yine aynı protokolün 12. maddesi uyarınca yetkilendirilmiş olan AB Adalet Divanı üzerinden protokolün ihlaline yönelik işlem başlatacağını duyurdu. Ancak taraflar Mayıs ayına gelindiğinde halen bir çözüm üzerinde uzlaşmış değiller ve sokak olayları aralıklarla devam ediyor.
Her ne kadar sorun Kuzey İrlanda üzerinden yürüyen hukuki bir anlaşmazlık gibi görünse de aslında Brexit gibi İngiltere’nin ulus devlet reflekslerini gösterdiği yeni bir alan olarak değerlendirilebilir.
Şimdilik sorunun kısa vadede geleceği bu şekilde olsa da İngiltere açısında Kuzey İrlanda meselesi AB’ye karşı her zaman kullanabileceği ve tekrar tekrar tavizler almaya çalışabileceği verimli bir alan. Sokak olayları için yerel olarak önlemler alınıyor olsa da protokolde somut değişiklikler olmadan bu tür olayların tekrarı hayli muhtemel.
AB’nin taviz vermesi muhtemel
2016 yılından bu yana İngiltere, iç politikasında ne kadar çalkantılı süreçler içine girerse girsin, AB ile yürütülen pazarlıklarda siyasi olarak baskın konumunu, bölge jeopolitiğinin AB’yi güvenlik konusunda İngiltere’yi tamamen kaybetmemeye zorlaması sebebiyle koruyabildi. Özellikle artan Rus tehdidi ve ABD’nin bölge güvenliği konusunda sorumluluğu ortaklarının üzerine atma eğilimi bölgenin jeopolitiğinin esas belirleyici faktörleri ve İngiltere’nin AB’ye karşı pozisyonunun sağlamlığının temel sebeplerinden. Boşanma süreci boyunca İngiltere bu konumunu alabileceği maksimum tavizleri sağlamak amacıyla pazarlığı son günlere kadar uzatarak kullandı. Kuzey İrlanda meselesi tam da bu sebeple İngiltere açısından ticaret anlaşması ile başlayan Brexit sonrası dönemde kendi şartlarına uymayan prosedürleri törpülemek için yeni tartışma alanları yaratma teşebbüsü olarak okunabilir. Kuzey İrlanda’daki sokak olaylarının Protestan birlik yanlıları tarafından tırmandırılıyor olması yine bu grupların İngiltere açısından daha kontrol edilebilir olduğunu gösteriyor. Zira uzun süren çatışma döneminde dahi Katoliklere karşı Protestanların örgütlenmesinde İngiliz etkisi bilinen bir durum. Dolayısıyla İngiltere tarafından Nisan ayında dillendirilmeye başlayan protokolde ortak kontrol mekanizmaları konusunda uzlaşmak gibi çözüm önerileri İngiltere’nin çıkarlarına daha da yaklaşan revizyonların amaçlandığı şeklinde yorumlanabilir. Kısacası İngiltere açısından sürecin bir krizden ziyade AB ortak pazarına Kuzey İrlanda üzerinden kullanışlı bir arka kapı açabilme fırsatı olduğu söylenebilir. Yine de İngiltere için Kuzey İrlanda’da daha da tırmanacak sokak olayları istenecek bir senaryo değil. Bundan dolayı çok büyük bir değişiklikten ziyade hem birlik yanlılarının tepkisini azaltacak hem malların girişini biraz daha kolaylaştıracak küçük çaplı teknik düzenlemeler önererek uzlaşmaya yatkın davranacaklardır.
AB tarafında ise bütün bu sorun yeni bir tavizin kapısını aralayacak. AB kendi sınırları dışında ama kendisini ekonomik, sosyal ve güvenlik açısından etkileyen her düzeyde ortaya çıkan krizlere karşı son yıllarda hep kötü sınavlar veriyor ve uluslararası bir aktör olarak etkinliğini her geçen gün daha da kaybediyor. Son on yılda Arap Baharıyla birlikte güneyinde yaşanan onca çatışma ve ortaya çıkan güvensizlik ortamına karşı bu tarz sorunların çözümünde veya bir şekilde kontrolünde faktör olması çok zor olan ekonomik yaptırımlar yahut teşvikler ile pozisyon alma çabasına girdi. Diğer taraftan kuzeyde Ukrayna krizinde yine hiçbir caydırıcılığı olmadığını ilan edercesine pasif kaldı. Brexit sürecinde ise kendi içinde bir ülkeye karşı elindeki ortak pazarın getirdiği pazarlık avantajına rağmen yine İngiliz siyasetinde yön değiştirecek bir etki sağlayamadı. Şimdi bir kez daha AB’nin tarafı olduğu ve doğrudan etkileneceği bir meselede kendi çıkarlarını ne kadar savunabileceği hangi tedbirleri alacağı yani İngiltere’yi daha da uzaklaştıracak anlaşma iptaline kadar gidecek olan bir süreci mi takip edeceği yoksa tekrar taviz mi vereceği birçokları tarafından dile getirilen gündem maddeleri. Geçtiğimiz aylarda benzer bir gerilim taraflar arasında Kovid-19 aşılarının ihracatı konusunda yaşanmıştı. Bakıldığında aşı konusunda da kötü bir sınav veren AB’nin İngiltere’ye sınırlama koyma tehdidinde çok kısa sürede geri adım atması aslında aradaki ilişkinin bir yansıması.
Bu şartlar altında en muhtemel senaryo, AB’nin İngiltere ile masaya oturarak Kuzey İrlanda’da toplumsal olaylara meydan vermemek ve Belfast Anlaşmasıyla ortaya çıkan barışı korumak söylemleri ile protokolde İngiltere lehine küçük revizyonları kabul etmesi. Aksi bir senaryo ise AB’nin bu zamana kadar hiç denemediği bir tırmandırma siyasetidir ancak bu durum İrlanda Cumhuriyeti ve Kuzey İrlanda açısından AB’den ayrılmak, ortak pazardan çıkmak, artabilecek toplumsal olaylar ve İngiltere’nin farklı zeminlerde karşılarında pozisyon alması gibi yepyeni tartışmaları beraberinde getirir. Dolayısıyla AB olası bir tırmandırma seçeneğine giderse şu ana kadar hiç iyi sinyaller vermediği kriz yönetimi konusunda kendisine yepyeni cepheler açmış olur. Şimdilik sorunun kısa vadede geleceği bu şekilde olsa da İngiltere açısında Kuzey İrlanda meselesi AB’ye karşı her zaman kullanabileceği ve tekrar tekrar tavizler almaya çalışabileceği verimli bir alan. Sokak olayları için yerel olarak önlemler alınıyor olsa da protokolde somut değişiklikler olmadan bu tür olayların tekrarı hayli muhtemel.
[Muhammed Çağrı Bilir İngiltere’de Leeds Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler doktora programında, uluslararası İlişkiler teorileri ve Avrupa Birliği güvenliği üzerine araştırmalar yapmaktadır]