Bugün, yani 18 Haziran 2021’de, İranlı seçmenler ülkenin yeni cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gidiyorlar. İran Seçim Kurulu Başkanı’nın paylaştığı güncel verilere göre, nüfusu 83 milyona ulaşan İran’da 1 milyon 392 bin 148’i ilk kez oy kullananlardan oluşan 59 milyon 310 bin 307 seçmen bulunuyor. Fakat 2020 yılında yapılan genel seçimlere katılımın yüzde 42’de kalması ve seçimleri boykot etme çağrılarının yapılması oy kullanma oranının düşük olacağını gösteriyor. Kaldı ki kampanya süreci de bir hayli sönük geçen seçimler, kamuoyunun önemli bir bölümünde heyecan da uyandırmıyor. Bu nedenle, seçime katılma yönündeki tüm çağrılara rağmen seçmenin iyimser bir tahminle en az yarısının sandığa gitmeyeceği öngörülüyor; hatta ülkede katılımın rekor düzeyde düşük olacağını düşünenler de var. Peki bu gönülsüzlüğün sebebi ne?
“Tabuta çakılan son çivi” mi?
İran İslam Cumhuriyeti’nin kilit kurumlarından biri olan Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin seçimlerde yarışacak adaylara ilişkin kararı sonrasında esasen geriye yalnızca İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanlığının resmen ilan edilmesi kalmıştı. 17 Mayıs’ta yaptığı açıklamada adaylık için başvuran 592 kişiden yalnızca 40’ının gerekli şartları taşıdığını duyuran Konsey, 25 Mayıs’taki kararla bu sayıyı 7’ye indirdi. İran siyasetinin önemli isimlerinden eski Meclis Başkanı Ali Laricani, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin yardımcısı İshak Cihangiri ve eski cumhurbaşkanlarından Mahmud Ahmedinejad’ın da içinde bulunduğu çok sayıda ismin elenmesiyle oluşan bu nihai aday listesi açık şekilde Reisi’nin önünün açıldığını gösteriyordu. Zira, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gediklilerinden olan ve girdiği seçimlerde dikkate değer hiçbir başarısı bulunmayan eski Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı ve mevcut Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri Muhsin Rezai, Reisi’yi zorlayabilecek bir aday değil. Milletvekili Emir Hüseyin Kadızade Haşimi ve eski Merkez Bankası Başkanı Abdunnasır Himmeti için de aynı durum geçerli. Diğer yandan, kariyerinde Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreterliği ve Nükleer Baş Müzakerecilik görevleri bulunan Said Celili ve eski Milletvekili Ali Rıza Zakani, Reisi lehine yarıştan çekilirken diğer bir aday olan eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhsin Mihralizade de aynı kararı Himmeti lehine aldı.
Böylece esasen muhafazakâr cenah açısından oldukça isabetli bir cumhurbaşkanı adayı olan Reisi, şaibeli değilse de gösterişsiz bir seçim kazanmış olacak. Meşhed’deki prestijli Âstân-ı Kuds-i Rezevi Vakfı’nın başında bulunduğu 2017 yılında, ikinci dönemi için yarışan Ruhani’ye rakip olarak çıkarılıp yüzde 73,33 katılım oranının olduğu seçimde yüzde 57,14 oyla kazanan Ruhani’nin karşısında yüzde 38,28 gibi kayda değer bir oy aldığında Reisi’nin siyasi kariyerinin henüz başladığı görülmüştü. Nitekim Reisi, yükselişini sürdürerek 2019 yılında Yargı Erki başkanı oldu ve seçimlere bu unvanla katılıyor. Ne var ki sistem böylesi güçlü bir adayın kazanmasını dahi şansa bırakmak istemedi. Her hâlükârda Reisi 1997 yılında Meclis Başkanı Ali Ekber Natık Nuri’yi mağlup ederek cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Muhammed Hatemi, 2005 yılında eski cumhurbaşkanlarından Haşimi Rafsancani’yi geride bırakarak benzer bir başarı yakalayan Ahmedinejad ve hatta 2013 yılında seçimleri mevcut Meclis Başkanı Muhammed Bakır Galibaf’ın önünde bitiren Ruhani gibi seleflerinin aksine ekmeğini taştan çıkarmış olmayacak. Reisi’nin tüm adayların katılımıyla yapılan üç seçim tartışmasında göze çarpan bir performans ortaya koyamaması da bu algıyı pekiştirdi. Muhafazakâr adayın, ilk tartışmanın bir noktasında “Ben rekabet ve katılıma inanıyorum; benim bakış açım budur” demesi ise oldukça manidar. Bununla birlikte genel olumsuz algının Reisi’nin lehine yapılan seçim mühendisliğinden daha büyük bir boyutu var.
İran’da bu seçimleri, sonucu baştan belli “sipariş seçimler” (intihâbât-ı fermâyeşî) olmakla eleştiren birçok kişi var. Nitekim, daha önce milletvekilliği ve Uzmanlar Meclisi üyeliği yapmış olan Muhammed Cevad Hucceti Kirmani, 5 Haziran’da yayımladığı “Sistemin cumhuriyetçiliğinin tabutuna çakılmış son çivi” başlıklı tariz ve hicivle dolu bildirisinde, yapılan seçim mühendisliğini eleştirdi ve bu kararla İran rejiminin cumhuriyetçi yönünün bitirildiğini savundu. Devrim Rehberi Ali Hamaney’e kanuni güçlerini kullanıp Reisi’yi cumhurbaşkanı ilan etmek suretiyle halkı bu “sipariş seçimlere” gitme zahmetinden kurtarma çağrısından bulunan Hucceti Kirmani, böylece halkın cebinden beyhude yere çıkacak onca masrafın da engellenmiş olacağını belirtti. Tüm bu eleştirilere rağmen, bizatihi İran ve seçimleri yakından takip eden ülkelerin başkentleri hesaplarını Reisi’nin zaferi üzerinden yapmaya başlamış bulunuyor. Peki Reisi’nin artı ve eksileri neler?
Reisi doğru isim mi?
İran’da uzun yıllardır cumhurbaşkanlığı dönemini siyaseten yıpranmadan bitirmiş bir isim yok. Bu, bir ölçüde sistemin doğasından, bir ölçüde de gelecek planlarına zarar vermek istemeyen isimlerin risk almaktan kaçınmasından kaynaklanıyor. Geride kalan sekiz yıl boyunca Cumhurbaşkanı Ruhani de epey yıprandı. Nitekim adayların tartışmalarda hükümeti sürekli eleştirmesine çıkışan Ruhani, 13 Haziran’da yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Bu tartışmalarda görüldü ki ülkede her şey çok iyi, çok düzgün, eksiksiz ve kusursuz. Yalnızca bir yerde sorun var; o da hükümet! Yeni bir hükümet kurulunca o da düzeldi mi oldu bitti maşallah… Milletin aklıyla dalga geçmeyin!”
Seçmenin bir kısmı tam da aynı şeyi hissediyor ve Ruhani döneminde akıllarıyla dalga geçildiğini ve verilen vaatlerin yerine getirilmediğini düşünüyor. Bu kapsamda, hak ve özgürlükler konusundaki hayal kırıklıkları kadar ekonomi alanındaki şikayetler de öne çıkıyor.
Reisi seçim kampanyası boyunca özenle yolsuzluk ve ekonomik sorunlara vurgu yaptı ve bunlara öncelik vereceğinin altını çizdi. Her ne kadar 2017 adaylığı esnasında, 1989 yılında o dönem hapiste bulunan tartışmalı sayıdaki rejim muhalifi Halkın Mücahitleri Örgütü mensubunun idam kararını veren heyette bulunması nedeniyle içeride ve dışarıda bazı çevrelerin eleştirilerinin hedefi olsa da Reisi, yolsuzluk ve siyasi başarısızlık gibi konularda kamuoyu nezdinde karnesi temiz bir isim. Reisi’nin İranlıların hukuken değilse de fiilen kullandıkları birtakım özgürlüklere savaş açması ise beklenmiyor. Bu yönüyle 60 yaşla İran siyasetinde nispeten genç bir yaşta olan ve adı Hamaney’in olası halefleri arasında da dillendirilen Reisi, muhafazakâr siyasete yeni bir soluk getirebilir. Büyük oranda Hatemi’nin reform hareketi nedeniyle İran siyasetindeki dönüşümlerin reformist kanat üzerinden değerlendirilmesi bir alışkanlık haline gelse de Reisi döneminde muhafazakâr siyasetin de bir açılım yapmaya çalışması kaçınılmaz. Her şeyden önce İran’daki dinamik toplumsal yapı ve bu yapının talepleri bunu zorunlu kılıyor. Dolayısıyla, İranlı seçmenlerin sandığa gitme konusundaki anketlere de yansıyan gönülsüzlüğü Reisi’nin şahsından çok, sürecin işletilme şekliyle alakalı görünüyor. Öte yandan Reisi’yi ufukta bekleyen önemli meseleler var ve İran’ın yoğun dış politika gündemi listenin tepesinde yer alıyor.
İran dış politikası nelere gebe?
Göreve gelmeden önce yıllarca Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreterliği ve Nükleer Baş Müzakerecilik gibi görevlerde bulunan Ruhani’ye nispetle Reisi, dış politikada deneyimsiz bir isim. Halbuki seçilmesi durumunda onu yoğun bir dış politika gündemi bekliyor olacak. Bu bağlamda en önemli konu, çeşitli insan hakları ihlali suçlamalarıyla Reisi’yi 2019 yılında yaptırım listesine alan ABD ile Viyana’da yürütülmekte olan müzakereler. Konuya ilişkin henüz açık bir yorum yapmasa da ABD’nin Reisi’nin seçilme ihtimaline olumlu yaklaştığı görülüyor. Reisi’nin de müzakerelere sahip çıkıp süreci işletmekten başka bir seçeneği yok. Diyaloğa oldukça açık ve İran’ın Çin’e daha fazla yakınlaşmasından endişe duyan bir ABD yönetiminin Hamaney’e çok yakın bir hükümete sahip İran ile yürüteceği müzakereler bir hayli dikkat çekici olacak ve kuvvetle muhtemel bir anlaşma zemininde sonuçlanacak.
Afganistan, Orta Doğu’daki gelişmeler ve Türkiye-İran ilişkileri de gündemin önemli maddeleri olacak. Afganistan’da devam etmekte olan süreç, İran seçimlerinin ardından hareketlenecektir. Bu noktada da yeni hükümetin Devrim Rehberi ve Devrim Muhafızları ile uyumlu çalışacak olması önemli. Ruhani döneminde hiçbir mesafe kat edilemeyen Suriye konusu da yeni hükümetin gündeminde olacak. Gerek Suriye gerekse terörle mücadele bağlamında Türkiye’yi Ruhani hükümetinin son bulmasına hayıflandıracak bir neden yok. Bu bölgelerde zaten söz hakkı müesses nizamda. Elimizde Reisi’nin ikili ilişkiler konusundaki vizyonuna dair de yeterli veri bulunmuyor. Ancak önümüzdeki aylarda Suriye, Irak ve Yemen gibi kriz alanlarının hareketlenmesi ile bunlardan özellikle ilk ikisinde Türkiye-İran ilişkileri yeni bir sınav verecektir. Uzun süredir Astana sürecinin âtıl kaldığı ve Suriye’de anlamlı bir politik geçiş projesinin işletilemediği de hesaba katılırsa, Türkiye’nin İran’daki müesses nizamla daha uyumlu bir kadroyla karşı karşıya kalması işleri kolaylaştırmayacaksa da süreci daha öngörülebilir bir çizgiye çekecektir. Bu kadronun İran’ın siyasal kültürüne etkileri için ise aynı şeyleri söylemek zor.
İran’da 1906 Anayasal Devrimi’nden itibaren -istisnai dönemler dışında- muhakkak yapılan seçimler, Pehleviler döneminde de devam etti. Ayetullah Humeyni’nin de içinde bulunduğu Şah karşıtları ise özellikle Muhammed Rıza Şah dönemindeki seçimleri “sipariş ve göstermelik seçimler” olmakla eleştiriyorlardı. Paris’ten İran’a dönmeden kısa süre önce Ocak 1979’da The Economist dergisine verdiği röportajda kendisine sorulan “Şah’ın düşmesinin ya da ülkeyi terk etmesinin ardından genel bir seçim bekliyor musunuz?” şeklindeki soruya Humeyni şu cevabı vermişti: “Şah’ın düşmesinin ardından iş başına gelenlerin en önemli öncelikli görevlerinden biri hiçbir grup ya da sınıfın etkisine mahal vermeyecek şekilde özgür seçim koşullarını sağlamaktır.”
Humeyni farklı vesilelerle, İran İslam Cumhuriyeti’nde seçimlerin Pehlevi dönemindekine benzer seçimlere dönüşmemesi uyarısında bulunmuştu. Ancak aynı Humeyni, seçimlerde en “uygun” (eslah) adayın seçilmesi gerektiğinin de çok defa -ve özgür seçim vurgularını gölgede bırakacak derecede- altını çizmişti. Buna uygun olarak, başından itibaren dar yorumlarıyla seçimlere katılım imkanlarını kısıtlayan Anayasayı Koruyucular Konseyi, bunun son örneğini 25 Mayıs’ta birçok isim hakkında verdiği “redd-i salahiyet” kararıyla sergiledi. Reisi müesses nizam açısından oldukça “uygun” bir aday olabilir ama İranlı seçmenlerin önemli bir bölümünün en azından onun iş başına getiriliş şeklini uygun bulmadığı tartışmasız. İran’da sisteme hâkim zümrelerin arkaik “halk için halka rağmen” yaklaşımını terk etmemekte diretmesi ise oldukça tartışmalı. İranlı seçmenlerin gönülsüzlüğünün kaynağı tam da bu.
[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Dr. Serhan Afacan Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü’nde öğretim üyesidir]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.