3 Haziran 1968 tarihinde Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başlayan Kıbrıs müzakere süreci 1977 yılından beri -yani 44 yıldır- iki toplumlu, iki kesimli federasyon zemininde hiçbir sonuç alınmamasına rağmen bugüne dek devam etti. Müzakere sürecindeki çözümsüzlüğün ana nedeni Rum tarafının kendini adanın tek yasal otoritesi olarak görmesi ve Kıbrıslı Türklerle yönetim ve gücü paylaşmayı kabul etmeyerek egemenliğini Türk tarafına da yaymak istemesidir.
Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki derin güven eksikliği, ortak yaşama kültürü ve alışkanlıklarının olmaması ve Rum tarafının federasyonu, kendi egemenliğini Türk tarafına da yayması olarak görmesi Kıbrıs’ta federal bir çözüme ihtiyaç duyulmadığını gösteriyor.
Ada etrafında son dönemde keşfedilen hidrokarbon yatakları Rumların Türk tarafına karşı sergilediği saldırgan tutumu daha da alevlendirdi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Türk tarafını daha da zor durumda bırakmak ve müzakere sürecinde istediği sonuca ulaşmak için bir yandan Avrupa Birliği (AB) üyeliğini kullanarak Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) baskı yapmaya çalışıyor, diğer yandan da bölgede sürekli yeni ittifaklar kurarak Türk tarafını yalnızlaştırmaya çalışıyor. Daha da önemlisi, Kıbrıs Türk halkı için “olmazsa olmaz” olan Türkiye’nin etkin ve fiili garantisini ve Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabul etmeyerek Kıbrıs’ta herhangi bir uzlaşma zemininin oluşmasına izin vermiyor.
Akademik çalışmalar çok uluslu federal ortaklık arayışlarında, Kıbrıs’ta olduğu gibi ortada ciddi nüfus, ekonomik ve uluslararası tanınma/tanınmama asimetrisi var ise siyasi eşitliğin mümkün olmadığını gösteriyor. Bundan daha önemlisi, federal çözümlerin ancak ihtiyaçlar doğrultusunda kurulup yaşatılabildiği gerçeği. Oysa Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki derin güven eksikliği, ortak yaşama kültürü ve alışkanlıklarının olmaması ve Rum tarafının federasyonu, kendi egemenliğini Türk tarafına da yayması olarak görmesi Kıbrıs’ta federal bir çözüme ihtiyaç duyulmadığını gösteriyor.
Çalışmayacak çözüm modeli belli
Kıbrıs’taki gerçekler sorunlu bir geçmiş, farklı ırk, dil, din, kültür ve yaşam tarzına sahip olan Türk ve Rum halklarının federal bir çözümle bir arada yaşamayacaklarını, zorlama bir antlaşma ile bu sağlanmaya çalışılsa bile bunun uzun soluklu olamayacağını gösteriyor. Albert Einstein’ın söylediği gibi aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek anlamlı bir tutum değil. Bu gerçeğe rağmen hâlâ Rum tarafı, AB, hatta Birleşmiş Milletler’in (BM) federal bir çözümde ısrar etmesi zaman kaybından başka bir sonuç getirmeyecek ve tüm taraflara zarar veren statükoyu daha da kalıcı hale getirecektir. Kıbrıs meselesinin çözümü amacıyla 1977 yılından beri başarısızlıkla devam eden federasyon odaklı müzakere süreçlerinin artık yeni bir zeminde yürütülmesi kaçınılmaz oldu. Bir başka ifadeyle Kıbrıs’ta hangi çözüm modelinin çalışmayacak olduğu artık belli.
Kıbrıs’taki düzen, Türk-Yunan ilişkileri, Doğu Akdeniz’de iki ülke arasındaki dengenin bozulmaması ve aynı zamanda bölgedeki huzur ve istikrarın patlamaya hazır bir bomba misali bozulmaması için büyük önem taşıyor.
Bugüne kadar Kıbrıs’taki çözüm uluslararası kamuoyu tarafından hep Rum tarafının isteklerini tatmin etmeye yönelik ve adanın sözde “yeniden birleştirilmesi” şeklinde algılandı. Oysa değişen uluslararası ve bölgesel konjonktür bu algının ne kadar yanlış olduğunu her geçen gün ortaya koyuyor. Kıbrıs’taki meseleyi sadece Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasındaki bir mesele olarak görmek de yanlış. Kıbrıs’taki düzen, Türk-Yunan ilişkileri, Doğu Akdeniz’de iki ülke arasındaki dengenin bozulmaması ve aynı zamanda bölgedeki huzur ve istikrarın patlamaya hazır bir bomba misali bozulmaması için büyük önem taşıyor.
KKTC devlet olmanın bütün gereklerini yerine getiriyor
Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Kıbrıslı Rumların yasama, yürütme ve yargıyı 1963 yılının Aralık ayında silah zoruyla tek taraflı işgal etmesinden sonra Kıbrıs Türk halkı kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını korudu ve hiçbir zaman Rum egemenliği altına girmedi. 1964 Genel Komiteyle başlayan Kıbrıs Türk yönetimi, 1967’de önce Geçici Türk Yönetimine, daha sonra Türk Yönetimine evrildi. 1974 mutlu barış harekâtından sonra ise 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti ve en nihayetinde 1983’te KKTC ilan edildi. Kıbrıs Türkleri bir devlet yönetiminde olması gereken tüm kurumların işlevlerini uzun zamandır etkili bir şekilde yerine getiriyor.
KKTC’nin Ankara’da Büyükelçiliği, İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin, Trabzon ve Gaziantep’te konsoloslukları ve 20 ayrı ülkede temsilcilikleri bulunuyor.
Aynı şekilde şu anda sadece Türkiye tarafından tanınsa da KKTC, uluslararası hukuka göre en çok kabul gören görüş olan 1933 Montevideo Konvansiyonuna göre, devlet olmanın gerektirdiği dört teamülü de fazlasıyla yerine getiriyor. Sınırları belli ve çok iyi korunan bir toprağa, sürekli bir insan topluluğuna (halka), demokratik seçimlerle yönetime gelen ve ülke genelinde otoritesi olan bir hükümete sahip olan KKTC, aynı zamanda diğer ülkelerle dış ilişki kurabilme kapasitesine de sahip. KKTC’nin Ankara’da Büyükelçiliği, İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin, Trabzon ve Gaziantep’te konsoloslukları ve 20 ayrı ülkede temsilcilikleri bulunuyor.
Karmaşık, üzerinde uzlaşma sağlanamayacak, iki halk arasında daha fazla sorunlara yol açacak ve özellikle mülkiyet konusunda yıllarca sürecek mahkeme sürecine yol açacak federal temelli müzakereler yerine zaten adada var olan gerçeklere, yani iki devlet eksenine dayalı bir çözüm sonuç getirebilir.
Tüm bu gerçekler, uluslararası tanınma hariç devlet olabilmenin tüm gerekliliklerini fazlasıyla yerine getiren ve kendi yetki alanındaki kara, deniz ve havada etkin otoritesi olan KKTC’nin egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüye dayanan çözüm modeline hazır olduğunu gösteriyor. Kalıcı ve “sürdürülebilir” bir çözümün ancak “denk güçler” arasında olabileceği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, alternatif çözüm modellerinin konuşulması uzlaşmaz Rum tarafının da adadaki gerçekleri kabullenmesinde etkili olacaktır.
Kıbrıs’ta adil, gerçekçi, pratik ve sürdürülebilir bir anlaşmaya ancak iki devletin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü zemininde bir iş birliğiyle ulaşılabilir. Karmaşık, üzerinde uzlaşma sağlanamayacak, iki halk arasında daha fazla sorunlara yol açacak ve özellikle mülkiyet konusunda yıllarca sürecek mahkeme sürecine yol açacak federal temelli müzakereler yerine zaten adada var olan gerçeklere, yani iki devlet eksenine dayalı bir çözüm sonuç getirebilir. Kıbrıs adasında zaten birbirinden tamamıyla farklı ve ayrışmış, kendi kurumları, yasama, yürütme ve yargı organları olan iki ayrı devlet gerçeği var.
Türk tarafının önerisi “kazan-kazan” anlayışına dayanıyor
Kıbrıs Türk tarafının yeni çözüm önerisinde Kıbrıslı Rumların da en az Kıbrıslı Türkler kadar kazanımları olacaktır. Öncelikle yönetimi ve doğal kaynakları Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istemeyen ve deniz yetki alanlarında tek egemen olmak isteyen Rum tarafı bundan sonraki yaşamına, her zaman istedikleri gibi, bir “Helen” devleti olarak devam edecek. İkinci olarak, GKRY’nin Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmesinin yegâne yolu Kıbrıs Türk tarafı ile anlaşmasıdır. Bunu gerçekleştirdiği takdirde Rum tarafı hem siyasi hem de ekonomik olarak büyük kazanımlar elde edecektir. Örneğin, Rum tarafının askeri harcamalarının azalması, Türkiye ve KKTC’nin hava sahası, hava alanı ve limanlarını kullanabilme, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması ile elde edilecek gelir ve East-Med projesine boşuna harcanacak maliyetten kurtulma, Türkiye’den gelecek turist, yatırımlar ve ticari ilişkilerin gelişmesiyle Rum tarafı pandeminin olumsuz etkilerinin yaşandığı bu kritik dönemde kısa sürede milyarlarca avroluk kazanımlar elde edecektir. En az bunun kadar değerli olacak bir başka kazanım da bölgedeki tansiyonun azalmasıyla Rum tarafındaki siyasi ve politik tansiyonun da azalacak olmasıdır.
Bir tarafın diğerine egemenliğini zorla kabul ettirmeye çalıştığı federal çözüm yerine iki devletli çözüm önerisi bölgesel denge ve istikrar için de hayati önem taşıyor.
Sonuç olarak, şu anki mevcut durumdan hiçbir şey kazanamayacak olan Rum tarafı, “kazan-kazan” anlayışına dayanan bu yeni çözüm önerisiyle pek çok siyasi ve ekonomik kazanım elde edecektir. Bu model ayrıca adanın sadece barış, huzur ve istikrar adası olmasını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki ve bölgedeki sorunların çözümü için de katalizör görevi görecektir. Bir tarafın diğerine egemenliğini zorla kabul ettirmeye çalıştığı federal çözüm yerine iki devletli çözüm önerisi bölgesel denge ve istikrar için de hayati önem taşıyor.
Bu noktalardan hareketle, benim de içinde yer aldığım KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar başkanlığındaki oldukça güçlü bir müzakere heyeti, 27-29 Nisan’da Cenevre’de yapılacak 5+Birleşmiş Milletler (BM) gayri resmi görüşmelerinde Kıbrıs Türk halkının yıllardır büyük bir özveriyle sürdürdüğü varoluş ve devletleşme mücadelesine yakışır bir şekilde yeni çözüm önerilerini BM nezdinde kayda geçirecek. Bu tarihi dönemeçte, Kıbrıs’ta adil, gerçekçi ve sürdürülebilir bir anlaşmaya ancak iki devletin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü zemininde bir iş birliğiyle ulaşılabileceğini tüm muhataplarımıza anlatmaya çalışacağız.
Kıbrıs Türk tarafının bu yeni ve olumlu adımı karşılık bulmazsa da KKTC yoluna emin adımlarla devam edecek. Kıbrıslı Türkler uluslararası tanımazlığın, ambargo ve izolasyonların faturasını fazlasıyla ödemiş bir halk olarak bir yarım asır daha Rum tarafının siyasi mahkûmu olarak kalamaz. Bu noktada Kıbrıs meselesinin sadece uluslararası hukukla değil, aynı zamanda siyaset ve diplomasi yeteneğiyle doğrudan ilgili bir mesele olduğunu iyi kavramak gerekiyor. Bütün bu kördüğüm de ancak Kıbrıs Türk devletinin uluslararası alanda tanınmasının Türk dış politikasının önceliklerinden biri olmasıyla çözülebilir.
[Prof. Dr. Hüseyin Işıksal Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı ve Müzakere Heyeti Üyesidir]