Askeri darbe ve etnik çatışmalarla anılan Myanmar, 8 Ağustos 1988’de modern tarihinin ilk ve en büyük halk ayaklanmasına şahitlik etti. 1962 darbesiyle ülkeye Sosyalist Programı hâkim kılarak 26 yıllık tek parti döneminin temelini atan General Ne Win, soğuk savaş döneminde siyasi ve ekonomik açıdan Myanmar’ı dünyaya kapatarak ülkesini her geçen gün artan fakirliğe mahkûm ediyordu. Üç milyar doların üzerine çıkan dış borç ve 20 ilâ 35 milyon dolar seviyesine gerileyen döviz rezervinin yarattığı ekonomik bunalım, zaten demokrasinin olmadığı bir ortamda yaşayan halkı iyice daralma noktasına getirmişti.
1988 ayaklanmalarının Myanmar ordusunun ülkedeki hakimiyetini sarsamadığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bugünkü protestoların cuntaya geri adım attırmaya yeteceğini düşünmek zor.
Bu düzene son vermek üzere şimdiki adı Yangon Üniversitesi olan Rangoon Sanat ve Bilim Üniversitesi öğrencileri, “8888” adını verdikleri halk ayaklanmasını başlattı. Kısa zamanda tüm ülkeye yayılan kitlesel protestolarda, ülke tarihinde görebilecek en geniş kalabalıklar toplandı.
ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin Myanmar’a 1996’dan bu yana uyguladığı yaptırımlar, Myanmar ordusunun ülke siyasetindeki baskınlığını azaltmadığı gibi ülkeyi Çin’e daha fazla yaklaştırarak ters etki yaptı.
Etnik çeşitliliğin çok zengin olduğu ülkede birçok farklı köken ve inançtan insanlar, askeri idareye ve ekonomik bunalıma karşı ayaklanarak demokrasi talebinde bulundu. Myanmar’ın dışında tüm dünyada yankı bulan ve ülkede ciddi bir değişimin fitilini ateşleyeceğine dair umutlar beslenen 8888 ayaklanması, 40 gün içinde binlerce protestocunun katledilmesiyle bastırıldı ve 18 Eylül’de ikinci askeri darbenin yapılmasıyla son buldu.
Myanmar’da demokrasinin yeniden dönüşünü garantileyen bir diyalog süreci inşa edilecekse, her şeyden önce ABD ve Çin’in, bu sorunu kendi aralarındaki bölgesel rekabetin bir parçası olarak görmeden, yeni bir bakış açısıyla yaklaşarak çözüm üretmesi gerekiyor.
Ülke tarihinin ikinci en büyük halk ayaklanması
Yıllar sonra Myanmar, 1 Şubat 2021 askeri darbesinin ardından başlayan protesto ve sivil itaatsizlik eylemleriyle tarihinin ikinci büyük halk ayaklanmasına tanık oluyor. 6 Şubat’tan bu yana her gün 300’ün üzerinde şehir ve 14 bölgede sokaklara dökülen on binlerce darbe karşıtı, ordunun iktidardan elini çekmesi ve gözaltındaki seçilmiş hükümet üyelerinin serbest bırakılarak demokrasiye yeniden dönülmesi için hayli kararlı bir direniş gösteriyor. Güvenlik güçlerinin protestolara müdahalesi de darbe karşıtlarının gösterdiği kararlılıkla aynı oranda artıyor. Askerin sokaklara konuşlanmasıyla birlikte protestolara müdahalelerin şiddeti oldukça yükseldi ve nihayet 19 ve 20 Şubat’ta ilk can kayıpları yaşandı. 28 Şubat’tan bu yana ise özellikle ordunun protestocu kalabalığa muharebe silahlarıyla müdahale etmesi, ülkede neredeyse her gün can kayıplarına sebebiyet veriyor.
Yetkili makamlardan şeffaf bilgi paylaşımının yapılmadığı Myanmar’da şimdiye kadar protestolarda güvenlik güçlerinin silahlı müdahalesiyle net olarak kaç kişinin yaşamını yitirdiğini tespit etmek çok zor. Fakat protestoları anlık takip eden hak gruplarının verileri, şimdiye kadar en az 200 kişi yaşamını yitirdiğini, bin 500’ün üzerinde darbe karşıtının da gözaltında tutulduğunu gösteriyor.
Myanmar’da cuntaya karşı konulan tavır sadece halk ayaklanmalarıyla sınırlı değil. Çok sayıda sağlık çalışanı, öğretmen, esnaf ve kamu görevlisinin darbeden bu yana kararlılıkla sürdürdüğü sivil itaatsizlik hareketi, cuntanın ülkede mutlak hakimiyet planlarını sekteye uğratır nitelikte. Az sayıda asker ve polisin protestoculara namlu doğrultmayı reddederek darbe karşıtlarına destek vermesi de ülkedeki koşullar dikkate alındığında hatırı sayılır derecede önemli bir gelişme.
Darbe sonrası süreçte önemli rol oynaması beklenen etnik gruplardan bazıları, Aung San Suu Çii hükümeti döneminde istikrarlı bir şekilde sürdürülen barış görüşmelerinin darbeyle birlikte sekteye uğrayacağı endişesinde. Bu sebeple çoğu etnik parti, darbenin ardından kurulan Birlik Seçim Komisyonunun parti temsilcilerini davet ettiği toplantıya katılmadı. Bazı etnik azınlıklardan ülkedeki protestolara katılanlar oldu. Etnik temelli silahlı hareketlerden Kachin Bağımsızlık Ordusu (KIA), kendi eyaletlerinde protestocuların zarar görmesi durumunda Myanmar ordusuna karşılık vereceğini açıkladı. 20’nin üzerinde silahlı etnik grubun bulunduğu Myanmar’da henüz KIA’nın dışında cuntaya açıktan tavır alan bir grup henüz yok.
Siyasi alanda da askeri darbeye teslim olmayı reddederek, 9 Kasım 2020 seçimlerinde seçilen demokratik hükümeti korumaya dönük çabalar mevcut. Darbeden dört gün sonra, çoğunluğu eski iktidar partisi Ulusal Demokrasi Birliğine (NLD) üye 17 Ulusal Meclis ve Senato üyesinden oluşan bir grup, askerî hükümeti tanımadıklarını açıklayıp Ulusal Meclisi Temsil Komitesi (CRPH) kurarak meşru iktidarın kendileri olduğunu ilan etti.
Ülke içinde darbeye karşı direniş farklı sahalarda sürerken uluslararası camiadan Myanmar ordusuna sert tepkiler geldi ve gelmeye devam ediyor. Bunun yanı sıra ABD, İngiltere ve Kanada’dan darbeci generallere yaptırımlar gelirken İsviçre, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Kore, Myanmar ile muhtelif alanlarda ilişkileri askıya aldı.
Protestolar cuntaya geri adım attıracak mı?
Myanmar cuntasına karşı iç ve dış tepkilerin darbeyi başarısız kılmada ne kadar etkili olacağı merak ediliyor.
Yukarıda bahsi geçen 1988 ayaklanmalarının Myanmar ordusunun ülkedeki hakimiyetini sarsamadığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bugünkü protestoların cuntaya geri adım attırmaya yeteceğini düşünmek zor. O döneme kıyasla bugün sosyal medya ve internet imkanlarının bulunması, protestoculara karşı uygulanan şiddeti tüm dünyada gözler önüne serdiği için belki Myanmar ordusunun hareket kabiliyeti kısıtlanıyor olabilir. Fakat cunta her halükârda iktidarını korumak için elindeki bütün gücü kullanmaktan çekinmiyor. Ülkenin ekonomik bunalımı ve kişi başına düşen milli gelir gerçeğine bakıldığında sivil itaatsizlik eylemlerinin uzun sürmesi beklenmiyor, zira bu eylem devlete olduğu kadar halka da zarar verir nitelikte. Güvenlik güçlerinin protestocuların safına geçmesi ise darbenin kaderini değiştirebilecek en önemli unsurlardan biri olmasına rağmen şimdiye kadar çok az ordu ve polis teşkilatı mensubu ayaklanmaya katılmış durumda. Etnik gruplar da cuntadan rahatsızlığını açıkça beyan etmelerine karşın, halkın direnişine bilfiil destek vermekten çekiniyor. Sivil hükümet konumunda olduğu öne sürülen CRPH’yi ise halihazırda hiçbir ülke veya uluslararası kuruluş hükümet olarak tanımadığı için bu yapının cuntaya karşı ciddi bir etkisi yok.
Bu gerçekler, Myanmar’daki krizin çözümünün içeriden ziyade dışarıda olduğuna işaret ediyor. Özellikle protestolarda verilen mesajların, cuntaya karşı milli bir direniş umudu taşımaktan ziyade dış müdahaleye referans göstermesi, protestocuların da bu gerçeği kabul ettiğini gösteriyor. Uluslararası camiaya Myanmar ordusuna bağlı şirketlere yaptırım çağrısında bulunan göstericiler, ülkeyi bu durumdan anca dış müdahalenin kurtarabileceğini düşünerek, Birleşmiş Milletler’in (BM) imzaladığı Koruma Sorumluluğu (R2P) anlaşmasının gereğinin yapılmasını bekliyor.
Yaptırımlar ve R2P çözüm getirir mi?
Ülke içindeki şartların darbe karşıtları lehine işlemediği aşikâr, fakat krizin uluslararası boyutundaki manzara da mevcut durumda pek iç açıcı gözükmüyor.
Yaptırımlardan söz etmek gerekirse, şimdiye kadar dünyadaki otoriter rejimlere karşı uygulanan bu yöntemin Myanmar ordusunu uluslararası alanda izole edeceği kesin. Ama sadece şahısları hedef alan ve Myanmar’ın özellikle savunma alanında birçok Avrupa ülkesiyle ticaretini etkilemeyecek türden yaptırımlar, cuntaya geri adım attıracak gibi görünmüyor. Myanmar Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Soe Win, 4 Mart’taki açıklamasında ülkesinin yaptırımlara alışık olduğunu, şimdiye kadarki yaptırımlar karşısında ayakta kaldıklarını belirterek dünyaya bir nevi meydan okudu. General Win’in beyanları, acı da olsa gerçekleri ortaya koyar nitelikte. Zira ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin Myanmar’a 1996’dan bu yana uyguladığı yaptırımlar, Myanmar ordusunun ülke siyasetindeki baskınlığını azaltmadığı gibi ülkeyi Çin’e daha fazla yaklaştırarak ters etki yaptı. Bugün de uygulanan yaptırımlar, Myanmar ordusu için aynı etkiyi gösterecektir.
R2P ise protestocuların talepleri haricinde şimdiye kadar Myanmar için gündeme getirilmemiş bir mesele. BM’nin 2005’te imzaladığı R2P anlaşması, üye ülkelerden birinde soykırım, insanlık suçu, etnik temizlik ve savaş suçu işlenmesi durumunda bu ülkelere dış müdahalede bulunulmasını öngörüyor. Sivil direnişle kendi ülkelerindeki cuntayı alt edemeyeceğini fark eden protestocuların, ordunun neredeyse her gün kendi halkına karşı işlediği insanlık suçlarından ötürü dış müdahaleyi tek çare olarak görmesi anlaşılabilir bir talep. Fakat yakın geçmişe bakıldığında R2P, senelerdir iç savaşın yaşandığı Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerde istikrarı sağlayabilme adına somut katkılarda bulunamadı. Singapur’un eski Dışişleri Bakanı George Yeo’nun dediği gibi, cuntaya karşı askeri müdahalenin, etnik bölünme ve iç savaşa her an hazır bir ülke olarak Myanmar’ı daha kötü trajedilere sürüklemeyeceğini kimse garanti etmiyor. Geçmişte bu ülkelerde yaşanan acı tecrübelerden ders alınmış olduğunun bir işareti olsa gerek; Myanmar’daki krize çözüm üretme konusunda BM, şimdiye kadar R2P’yi gündemine almadı.
Uygulanabilir tek çözüm diyalog
Protestolar, sivil itaatsizlik eylemleri, sembolik yaptırımlar ve Koruma Sorumluluğunun şimdilik Myanmar’da durumu değiştirmeye yetmeyeceği anlaşılıyor. Myanmar ordusunun ülkedeki baskınlığına ve şimdiye kadar demokrasinin Myanmar’a ne şartlarda ve nasıl geldiğine bakıldığında yapıcı ve makul tek çözümün, cunta ve seçilmiş hükümet üyelerinin dahil olduğu bir diyalog sürecini başlatmak olduğu görülüyor.
Myanmar’ın vaziyetini en iyi anlayabilecek bölge ülkelerinden Tayland, krizin çözümü için tek yolun diyalogdan geçtiğini defaatle bildirdi. Arabulucu ülke olma potansiyeline sahip Endonezya da diyalog ile çözüm arama eğiliminde. Endonezya’nın Dışişleri Bakanı Retno Marsudi, sorunun Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) bünyesinde çözülmesini sağlayabilmek için bir süredir bölge ülkeleriyle diplomatik görüşmelerde bulunuyor.
Endonezya ve Tayland’ın ufak çaplı gayretlerinden henüz bir sonuç çıkmadı, çünkü Myanmar cuntasına karşı nasıl bir duruş sergileneceğine dair ASEAN’da birlik sağlanabilmiş değil. ASEAN’da fikir birliği olsa dahi Myanmar’daki çözüm önerilerinin uygulanabilirliğinin yolu, ABD ve Çin’in uzlaşmasından geçiyor. Eğer Myanmar’da yapıcı ve demokrasinin yeniden dönüşünü garantileyen bir diyalog süreci inşa edilecekse, her şeyden önce ABD ve Çin’in, bu sorunu kendi aralarındaki bölgesel rekabetin bir parçası olarak görmeden, yeni bir bakış açısıyla yaklaşarak çözüm üretmesi gerekiyor. Bundan önce denenmiş ve başarısız olmuş klişe yöntemler tekrarlanmayıp, çözüme katkı sağlayabilecek ülkeler elini taşın altına koyarak Myanmar krizine el atarsa, ülkede demokrasi yeniden inşa edilebilir.