21 Şubat-25 Şubat 2021 arasında düzenlenen 15. Uluslararası Savunma Fuarı (IDEX 2021) Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başkenti Abu Dabi’de gerçekleştirildi. Abu Dabi Ulusal Fuar Merkezi’nde düzenlenen savunma teknolojileri fuarında BAE askeri maksatlı ilk yerli taarruzî drone ve hava savunma teknolojilerini tanıttı. Bu kapsamda, savunma ve teknoloji alanında faaliyet gösteren BAE devlet iktisadi teşekkülü EDGE Teknoloji Grubu fuarda ileri teknolojilerle donatılmış, çeşitli maksatlarda kullanılan askeri araçlarını ilk kez sergiledi. Sergilenenler arasında otonom ve taarruzî drone sınıfında yer alan RW-24 Seeker, QX akıllı mini taarruzî drone ailesi, Shadow-25 ve Shadow-50 droneları ön plana çıkıyor. Bununla birlikte, hava savunma füzeleri, gemi-savar seyir füzeleri de dikkat çekiyor. EDGE Teknoloji Grubu’nda yer alan HALCON’un HAS-250 model gemi-savar seyir füzesi ve SkyKnight C-RAM hava savunma füzeleri BAE’nin ilk kez sergilediği hava savunma teknolojilerini oluşturuyor. [1] Öte yandan, IDEX 2021 fuarında EDGE Teknoloji Grubu ABD merkezli küresel savunma-teknoloji şirketi Lockheed Martin ile mutabakat anlaşması imzaladı. Yapılan açıklamaya göre, EDGE ve Lockheed Martin gelişmiş teknolojili askeri çözümler geliştirme konusunda işbirliğinde uzlaştı. Ayrıca ortak teknik eğitimler, bilgi ve tecrübe paylaşımı ve personel değişim programları da anlaşma dahilinde yer alıyor. [2]
21 Şubat-25 Şubat 2021 arasında Abu Dabi’de düzenlenen 15. Uluslararası Savunma Fuarı’nda BAE askeri maksatlı ilk yerli taarruzî drone ve hava savunma teknolojilerini tanıttı. Savunma ve teknoloji alanında faaliyet gösteren BAE devlet iktisadi teşekkülü EDGE Teknoloji Grubu fuarda ileri teknolojilerle donatılmış, çeşitli maksatlarda kullanılan askeri araçlarını ilk kez sergiledi.
BAE’nin ileri teknolojili savunma sanayine yönelmesinin motivasyonları
ABD-İran ilişkilerinin yeni bir dönemin eşiğinde olduğu bir zamanda, bölgesel aktörler endişe ve hedeflerine göre konumlarını şekillendirmekteler. Bu kapsamda, ABD ile İran arasında nükleer anlaşmanın yeniden sağlanması durumunda, bölge ülkeleri anlaşmanın sağlayabileceği tavizlerden endişelenmekte ve güvenlik öncelikleri dahilinde diplomatik ve askeri tedbirlere başvurmaktalar. Bilhassa Körfez ülkeleri olası bir anlaşmanın oluşturabileceği etkileri dikkatle hesaplamaktalar. Bununla birlikte, Körfez ülkelerinin İsrail ile geçen yıl Ağustos ayında başlattıkları teknoloji, savunma, güvenlik ve askerî alanlarda işbirliği ve normalleşmeyi hedefleyen İbrahim Anlaşmaları’nın da ortak bir düşmana karşı şekillendiği yönünde argümanlar bulunuyor. Zira Körfez ülkelerinin İran’la ilişkileri hayli gergin bir konumda; bilhassa BAE İsrail ile yapılan normalleşme anlaşmaları dolayısıyla İran tarafından tehdit edildi. Tüm siyasi bağlam dikkate alındığında, BAE gibi görece küçük bir ülkenin savunma kabiliyetlerine odaklanması makul bir temele oturuyor. Zira İran gibi drone, füze ve insansız sistemlerle düzenlediği saldırılarla ön plana çıkan büyük bir kapasite, Körfez’in en küçük ülkelerinden biri olan BAE’yi bu endişesini giderecek çözüm arayışlarına sevk etmekte. Diğer taraftan, günümüzdeki savaşlarda aktif olarak kullanılan otonom teknolojili droneların ve hava harp kabiliyetinin oyun değiştirici bir konumda da olduğu biliniyor. BAE’nin bölgesel olarak farklı cephelerde doğrudan ya da dolaylı çatışmalara dahil olması, bu oyun değiştirici kapasite doğrultusunda yüzleşilen zafiyetleri giderme ihtiyacını ortaya çıkarmakta. Öte yandan BAE’nin Libya, Suriye, Yemen gibi muhtelif çatışma bölgelerinde askeri ve ekonomik bir aktör olarak yer aldığı biliniyor. Bu durumdan hareketle, özellikle çatışma bölgelerinde askeri ve siyasi konumu aleyhte etkileyen zaaflar ve bu noktada alınan acı dersler, BAE’nin bu tür girişimlere yönelmesine neden oldu. Bir diğer faktör ise BAE’nin devlet stratejisi olarak yalnızca petrol satışına bağlı bir ekonomi yerine, teknoloji ve inovasyonun ve bilhassa savunma ve güvenlik teknolojilerinin öncelendiği bir ekonomi oluşturma hedefi bulunuyor. BAE bu stratejiyle ekonomik sürdürülebilirlik sağlamayı amaçlıyor.
Libya, Suriye, Yemen gibi muhtelif çatışma bölgelerindeki askeri ve siyasi konumu aleyhte etkileyen zaafları ve bu noktada aldığı acı dersler, BAE’nin bu tür girişimlere yönelmesine neden oldu.
BAE hava harp teknolojileriyle ne hedefliyor?
BAE devlet iktisadi teşekkülü olan EDGE Gelişmiş Teknoloji Sistemleri Grubu 2019 yılının Kasım ayında kuruldu. EDGE Teknoloji Grubu, CEO’su Faysal el-Bannay’ın belirttiği üzere epey genç bir teknoloji kümelenmesi. [3] Bannay’a göre, EDGE BAE’yi savunma ve gelişmiş teknoloji sistemlerinde, özellikle bilgi piyasasında güçlü bir oyuncu yapabilmek için kuruldu. Bannay’ın “Biz büyüklük ve nüfus bakımından küçük bir ülkeyiz. Ordumuz için bir ‘kuvvet çarpanı’ olabilecek daha akıllı teknolojileri kullanmaya had safhada odaklanmış durumdayız” ifadeleri de EDGE grubunun hedeflerine ilişkin önemli bir açıklama. BAE her ne kadar ulusal savunma odaklı girişimlere yöneldiğini belirtse de, sınır ötesi projeksiyonlara dair niyetleri de olduğu, söz konusu envanter ve EDGE’in faaliyet alanlarından anlaşılabilir. Öyle ki fuarda tanıtılan taarruzî drone sınıfında yer alan insansız ileri teknolojiler taarruz ve imha odaklı teknoloji niteliğinde. Özellikle taarruzî droneların ve seyir füzelerinin Suriye, Libya ve Yemen gibi farklı çatışma bölgelerindeki güncel kullanımlarında da görüldüğü üzere, taarruz odaklı anlayış ön planda.
Hava harp araçları alanındaki ileri teknolojik sistemler incelendiğinde, ilk bakışta önemli bir soru karşımıza çıkıyor. 2019 yılının Kasım ayında kurulan bir kuruluş nasıl bu kadar kısa bir sürede yerli gelişmiş teknolojik sistemler üretebilir? Bu soruya verilecek makul cevap “hazır teknoloji transferi” olabilir.
Öte yandan, hava harp araçları alanındaki ileri teknolojik sistemler incelendiğinde, ilk bakışta önemli bir soru karşımıza çıkıyor. 2019 yılının Kasım ayında kurulan bir kuruluş nasıl bu kadar kısa bir sürede yerli gelişmiş teknolojik sistemler üretebilir? Bu soruya verilecek makul cevap “hazır teknoloji transferi” olabilir. Zaten yeni tanıtılan drone ve hava harp kabiliyetinin, EDGE’in ileri sürdüğü gibi yerli çözümlerle üretilmediği anlaşılıyor. Zira fuarda sergilenen RW-24 taarruzî drone modelini incelediğimizde, her ne kadar platform şekli itibarıyla küçük farklılıklar olsa da, bu modelin İsrail’in Orbiter model taarruzî dronelarıyla epey benzer olduğu kolaylıkla anlaşılıyor.
İsrail ve BAE’nin normalleşme anlaşmalarının savunma ve güvenlik alanlarını da kapsadığı bilindiğinde “hazır teknoloji transferi” argümanı güç kazanıyor. Ayrıca EDGE’in CEO’su el-Bannay’ın birkaç İsrailli savunma şirketiyle füze ve insansız platformları müşterek finanse etme ve geliştirme konusunda yaptığı görüşmelerde bir hayli mesafe kat edilmiş olduğuna yönelik söylemleri de bu argümanı destekliyor. [4] Bu modelde kullanılan teknolojik donatılar ve kabiliyetler de göz önüne alındığında Orbiter’in kabiliyetleriyle benzer özellikler taşıdığı görülüyor. Nitekim RW-24 taarruzî drone sınıfında, seyir füzesi ve drone karışımı hibrit bir model olarak değerlendirilebilir. Yatay bir platformdan fırlatılabilen RW-24 modelinin ayrıca termal güdüm sistemi olduğu ve GPS’ten bağımsız olarak hassas vuruşlar yapabildiği ileri sürülüyor.
Fuarda sergilenen HAS-250 gemi-savar seyir füzesine baktığımızda ise HALCON’un ürettiği füzenin alçak irtifada 250 km menzili olduğu görülüyor. Bununla birlikte, HAS-250’nin HS-350 turbo-jet motoru kullandığı ve sinyal karıştırma saldırılarına karşı savunma sistemine sahip olduğu ifade ediliyor. Bu özelliğiyle elektronik harp koşullarında da kullanılabileceği anlaşılıyor. HAS-250’nin 250 km menzilde olması, daha çok kıyıdaki yakın tehditlere karşı bir güvenlik odağı sunuyor. Ayrıca Shadow-25 ve 50 modeli taarruzî droneların gelişmiş güdüm sistemleriyle donatılı hassas vuruş kapasitesi olduğu ileri sürülüyor. Öte yandan, fuarda sergilenen ilk yerli SkyKnight C-RAM hava savunma füzelerinin modern tehditlere karşı geliştirilmiş bir füze modeli olduğu, tek seferde çok yönlü hedefleri yakalayabildiği ve etkisiz hale getirdiği ileri sürülüyor. HALCON SkyKnight’ın 10 km menzilde S/İHA, roket, topçu, havan topu, döner kanatlı hava araçları gibi saldırıları engelleyebilme yetenekleriyle, karadan havaya her biri 60 füzeden oluşan C-RAM (Roket, Havan ve Topçu Mühimmatı Önleme) füze kapasitesi bulunuyor. [5] Buna ek olarak, sistem karada, denizde ve hareketli kara platformunda konuşlandırılabiliyor. Bu noktada, sistemin taşınabilir olması savunma alanını genişletmek açısından avantajlı. Diğer taraftan, sistemin önleme alanlarına bakıldığında, drone ve balistik füze tehditlerinin oluşturduğu endişe açıkça görülüyor.
EDGE grubunun lazerli silah sistemlerini gelecek yıl tanıtacağını da açıklayan Bannay, lazerli silahlarla özellikle drone ve balistik füzelere karşı savunma sistemleri üzerinde çalıştıklarını belirtti. [6] Bu açıklama drone ve hava savunma teknolojilerinde lazer silahlarının kullanımının yaygınlaşacağına dair önemli bir gösterge olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, Lockheed Martin’in de lazer silahları temelinde hava savunma sistemleri üzerine çalıştığı biliniyor. EDGE grubu ile Lockheed Martin arasında imzalanan mutabakat anlaşması bu noktada işlevsel ve bölgesel etkileri olabilecek nitelikte. Zira lazer silahları temelli savunma sistemleri özellikle dronelara karşı etkili olabilecek bir kapasiteye sahip.
Lazer silahlar görünmeyen hedeflere arzu edilen tahribatı vermek üzere geliştiriliyor. Bu durum ileri savunma seçeneklerini de güçlendirebilir. Fırlatmaya hazır balistik füze, fırlatma gerçekleşmeden ve savunma sistemlerine yakalanılmadan imha edilebilir. Lazerli silahlar temelli hava savunma sistemleri de hareketli hava tehditlerinin yakalanmasını kolaylaştıracaktır. Bu anlamda, klasik hava savunma sistemlerine kıyasla hedefi nispeten daha kolay yakalama ve imha imkânları, günümüzdeki savaşlarda droneların etkinliği dikkate alındığında, büyük bir asimetrik avantaj sağlayabilir. Balistik füze temelli savunma sistemlerinde gelen füzeyi yakalamak ve imha etmek üzere yine bir füze kullanma mantığı geçerliyken, lazerli sistemlerde gelen tehdide yoğunlaştırılmış enerjinin doğrusal olarak yönlendirilmesi, lazer silahlarının menzil ve etkinliği artırıldığında, hareketli tehditlerin farklı koşulları kullanarak saldırabilme kapasitesini kısıtlayabilecektir. Bu durum drone, seyir füzesi gibi farklı teknik ve coğrafi koşullardan istifade ederek klasik hava savunma sistemlerini etkisiz bırakan havadan tehditlere karşı savunmayı güçlendirebilir. Bir diğer deyişle, dairesel bir savunma küresini düşündüğümüzde, menzil ve etkinlik açısından geliştirilmiş, esnekliği de artırılmış bir lazer silahı, dairesel olarak tüm açılardan gelebilecek hareketli tehditlere karşılık verebilecektir. Lazerli silahlarda ön plana çıkan bu iki kritik özellik sadece bölgede değil küresel çapta bir etkiye neden olabilir. Dolayısıyla EDGE Teknoloji Grubu ve Lockheed Martin arasında imzalanan bu mutabakat, drone kapasitesinde gelişmiş olan ülkeler açısından dikkat çeken bir gelişme.
BAE’nin savunma sanayiinde başka belirleyici ülkeler de bulunuyor. Güney Kore ve Çin BAE’nin ileri teknoloji savunma sanayiinin oluşturulmasında etkin ve belirleyici roller üstleniyorlar. Nitekim BAE’nin Libya’da Çin dronelarını darbeci General Halife Hafter lehine kullandığı da biliniyor. Siyaseten Çin’le anlaşamayan ABD ve Güney Kore de BAE’ye ileri teknoloji transferinde aynı noktada bulunuyor. Güney Kore’nin bilhassa elektronik harp ve elektromanyetik bomba gibi ileri teknolojilerde BAE’yle ortak eğitim programları, teknoloji transferi ve orta menzilli seyir füzelerinde işbirliği yaptığına ve teknik destek sağladığına dair argümanlar [7] da bu noktada önemli bir yere oturuyor. Bu anlamda, siyaseten farklı kutuplarda yer alan aktörlerin savunma sanayiindeki uzlaşıları ve tutumları dikkat çekici olmaya devam ediyor. Öte yandan S-400’lerin Türkiye’de konuşlandırılmasından duyulan rahatsızlık gündem haline gelirken, Çin’den ileri teknoloji SİHA’ları tedarik eden ve sahada bu teknolojileri fiilen kullanan BAE’ye dair bir rahatsızlık vurgusunun olmaması da bir hayli dikkat çekiyor.
[İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Programı’nda doktor adayı olan Hurşit Dingil İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Güvenlik Çalışmaları Koordinatörlüğü’nde araştırmalarına devam etmektedir]
[1]
[2]
[3]
[4
[5]
[6]
[7]