Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’nin Suudi Arabistan’ın ardından Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ziyareti, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın katılımıyla başkent Bağdat’ta düzenlenmesi planlanan Irak, Mısır ve Ürdün’ün üçlü zirve planı ve öncesinde Bağdat’ta Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman es-Sani ile temasları, son dönemde Körfez ülkeleriyle yoğun bir diplomasi trafiğine girdiğine işaret ediyor. Peki Kazımi’nin Körfez diplomasisini Irak’ın iç ve dış politikasına etkisi açısından nasıl okumak gerekir?
Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus’un Mart başında Irak’a gerçekleştirdiği üç günlük ziyareti sırasında Necef’te Şiilerin en büyük dini mercii Ayetullah Ali es-Sistani ile bir araya gelmesi, Şiiler arasında Tahran’ın Kum ekolüne karşı Necef’i ve “Iraklılık” kimliğini öne çıkarması açısından bu ziyaret, Irak’taki İran etkisini dengeleyici bir adım olarak yorumlanmıştı. İran’a mesafeli Necef Şiiliği ekolünün öne çıktığı Papa’nın ziyaretinin ardından ise Irak’ta bu kez de Körfez ve Sünni ülkelerle diplomatik temasların sıklaştığı ve ülkedeki İran etkisini dengeleyici bir başka hamle olarak okunabilecek diplomasi trafiği yaşandı.
ABD’nin Körfez’deki müttefikleriyle ilişkilerini geliştirerek Irak’taki İran baskısını dengelemeyi amaçlayan Kazımi, hem ekonomi ve enerji alanlarında İran ve Türkiye’ye alternatif oluşturmayı planlarken, iç politikada da yaklaşan seçimler öncesinde ülkeye sermaye getirebilmeyi ve Arap kimliği vurgusunu öne çıkartarak hem Sünnileri yanına çekmeyi hem de Tahran destekli Şii milislerin mezhepçi politikalarının etkisini azaltabilmeyi amaçlıyor.
Irak Sünniliğini güçlendirme arayışı mı?
Başbakan Kazımi’nin Mart’ın ikinci haftasında Mısır’ın başkenti Kahire’yi ziyaret eden Irak Sünni Vakfı Başkanı liderliğindeki bir heyet aracılığıyla, el-Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib’e Irak’ı ziyaret etmesi için davet mektubu sunması, Başbakan’ın Irak Sünnilerini dış politikasına dahil etmesi açısından dikkat çekmişti. Mart’ın son haftasında ise Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman es-Sani’nin Bağdat’ta Cumhurbaşkanı Berhem Salih ve Başbakan Kazımi ile bir araya gelerek, Irak’ın egemenliği ve istikrarının korunmasını desteklediklerini belirtmesi, ABD-İran’ın çatışma sahasına dönen ve Tahran destekli Şii milislerin devlet otoritesi dışında hareket ettiği Irak’ta, Kazımi’nin sıkça tekrar ettiği “egemenlik” söyleminin Sünni bir ülke tarafından da desteklenmesi nedeniyle kayda değerdi.
Mart’ın son haftasında Irak, Mısır ve Ürdün arasında Bağdat’ta yapılması planlanan üçlü zirve, Mısır’da meydana gelen tren kazası nedeniyle ileri bir tarihe ertelenmişti. En son Ağustos 2020’de Amman’da bir araya gelen Kazımi, Sisi ve Kral 2. Abdullah bu kapsamdaki ilk zirveyi Mart 2019’da Kahire’de gerçekleştirmişti. Ertelenen zirveden iki gün önce Amman’da görüşen üç ülkenin ilgili bakanlarınca da ticaret, enerji, tarım ve özellikle Irak-Ürdün-Mısır hattından geçmesi düşünülen petrol ve gaz nakli projeleri gibi konuların ele alınmasının ardından Kazımi’nin, terör örgütü DEAŞ sonrası başta Musul olmak üzere ülkenin yeniden yapılandırılması, yabancı sermaye ve yatırımların çekilmesi ve özellikle İran ve Türkiye’ye enerji ve ekonomi alanlarındaki bağımlılığın azaltılması gibi hedefleri olduğu şeklinde değerlendirmeler yapıldı. Selefi Adil Abdulmehdi döneminde başlayan üçlü görüşmelerin Kazımi tarafından “Yeni Doğu Girişimi” ismiyle genişletilmesi, yeni dönemde Irak’ın komşu Arap ülkeleriyle ilişkilerini daha dinamik bir evreye taşıyacağını da gösteriyor.
İç ve dış politikada denge arayışı üzerinden İran ile arasına mesafe koymayı arzulayan Kazımi gibi bir profilin siyasi istikrarsızlıklara alışık Irak’ta kalıcı bir iktidar kurmasının zorluğu ve gelecek seçimlerde ülkeyi bekleyen belirsizlik hesaba katıldığında, İran’ın Irak’taki derin nüfuzunun Körfez kaynaklı ciddi bir tehditle karşılaşması zor görünüyor.
Kazımi göreve geldikten sonra ilk yurtdışı ziyaretini yapmak istediği ancak kralın rahatsızlığı nedeniyle ertelendiği belirtilen Suudi Arabistan ziyaretini geçtiğimiz hafta gerçekleştirdi. Ziyaretinin amacını “kardeş iki ülke arasındaki çok iyi düzeyde süren ilişkileri güçlendirmek ve bölgede dostluk ve işbirliğini inşa etmek” olarak açıklayan Kazımi, ziyareti sırasında, Veliaht Prens Muhammed Bin Selman ile de bir araya geldi. Bu ziyarette ekonomi temelli görüşmeler gerçekleştirip beş farklı mutabakat zaptı imzaladı ve Umre ziyaretini gerçekleştirdi. Kazımi’nin, ülkesinin Suudi Arabistan’a yönelik hiçbir saldırının başlangıç noktası olmayacağının altını çizmesi; 23 Ocak’ta Suudi Kraliyet Sarayını hedef alan ve Irak içinden İran destekli bir grup tarafından gerçekleştirildiği belirtilen İHA saldırısını hatırlattı. Kazımi’nin bu açıklamaları İran ve İran yanlısı Iraklı milisler konusunda Riyad’a teminat şeklinde değerlendirilebilir. Öte yandan, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesinin ardından Bağdat ile diplomatik ilişkilerini tamamen kesen Suudi Arabistan’ın 2015’ten sonra Irak’a dönüş sinyalleri vermesi, yakın dönemde Irak’la yaklaşık 30 yıldır kapalı olan Arar sınır kapısını açması ve son yatırım vaatleri dikkate alındığında Riyad yönetiminin de Kazımi’ye ciddi kredi açtığı söylenebilir.
Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Nisan başında BAE’ye giden Kazımi, Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid en-Nayhan ve Başkan Yardımcısı, Başbakan ve Dubai Emiri Muhammed bin Raşid el-Maktum ile bir araya geldi. Kazımi ziyaretin Irak’ın Arap bölgesiyle ilişkilerini güçlendirme politikasının bir parçası olduğunu açıkladı. Buradaki temasları neticesinde Irak-BAE İş Konseyi’nin kurulması kararının alınması, BAE’nin Irak’ın ekonomik kalkınması ve ikili ticaretin geliştirilmesi için 3 milyar dolarlık yatırım yapacağını duyurması ve iki ülke arasında “terörle mücadele kapsamında istihbarat paylaşımı, savunma işbirliği ve güvenliğin güçlendirilmesi” gibi konuların ele alınması, Körfez sermayesini ülkeye çekme planının yanı sıra Irak devlet otoritesini zayıflatan Şii milislere karşı da bir hamle olarak okunabilir. Zira 15 Mart’ta, Irak’taki Şii milis grubu Asaib Ehlilhak’ın lideri Kays el-Hazali’nin, BAE’den bir ekibin Irak devletinin istihbarat servisini yönettiğini iddia etmesi ve Irak istihbaratının da bu iddiayı yalanlaması, Kazımi’nin Körfez’le istihbarat ve terörle mücadele konularındaki görüşme ve işbirliğinin İran destekli Şii milisleri rahatsız ettiğini göstermişti.
Öte yandan Irak yönetimi, 2007’de Saddam rejiminden kalan 7 milyar dolarlık borcunu silen ve ülkede 3 milyar dolara yakın enerji yatırımında bulunan BAE ile direkt uçuşları 1 Mayıs’ta başlatmayı planlıyor. Bu kapsamda Iraklı yöneticiler başta terör örgütü DEAŞ’ın işgali ve çatışmalar nedeniyle yıkıma uğrayan Musul olmak üzere ülkenin yeniden yapılandırılmasına yönelik BAE desteğini, yatırımını ve projelerini de önemsiyor. Musul’da Hadba Minaresi ve Büyük Nuri Camii gibi yapıların yeniden inşasına destek veren Körfez sermayesinin, Irak’ta DEAŞ’ın geçmişte kontrol ettiği bölgelerde yaşayan ve Şii hükümetlerce ötekileştirilen Sünni gruplarla temasını güçlendirmek istemesi, aynı zamanda Kazımi’nin merkezi hükümetlerce yıllarca yok sayılan Irak Sünnileriyle ilişkilerini geliştirmesine ve yaklaşan seçimlerde Sünnilerin kendisine yönelik desteğini artırmasına katkı sunabilir. Bununla birlikte Joe Biden döneminde İran’la nükleer müzakereler üzerinden Tahran’a bölgede yeniden alan açılması ihtimali, Körfez ülkelerinin Irak’taki etkisini daha da sınırlayabileceğinden dolayı Suudi Arabistan ve BAE, 2003 sonrasında da yaşandığı gibi, “Arap Irak”ın ABD tarafından İran’ın kontrolüne bırakılması gibi bir ihtimalden çekindikleri için ülkedeki etki alanlarını derinleştirmeyi de arzuluyorlar.
İç ve dış politikada denge arayışı
Irak-İran savaşında Tahran saflarında Saddam’a karşı savaşan Şii siyasi ve milislerin, nüfusun çoğunluğunun Şii olduğu ülkede 2003 ABD işgalini takiben merkezi hükümet ve devlet kadrolarında edindiği güç dolayısıyla Kazımi, İran’ın doğrudan nüfuz alanına giren Irak’taki İran etkisini azaltmayı amaçlıyor. Ayrıca, ülkesinin dış politikasını da İran ekseninden çıkarmayı arzulayan ve ABD ile iyi ilişkileri bulunan Kazımi’nin dış politikada denge arayışı içerisine girdiği; ABD, İran, Türkiye ve Körfez ülkelerini de içeren kapsamlı diplomatik temaslarından, ABD-Irak stratejik diyalog görüşmelerinden ve ülkesinin bir ABD-İran rekabetine sahne olmasını istemediğine dair açıklamalarından anlaşılıyor.
Biden döneminde İran’la nükleer müzakereler üzerinden Tahran’a yeniden alan açılması ve 2003 sonrasında yaşandığı gibi, “Arap Irak”ın ABD tarafından İran’ın kontrolüne bırakılması ihtimalinden çekinen Körfez ülkeleri Irak’taki nüfuzlarını derinleştirmeye çalışıyor.
Kazımi’nin, dış politikasına paralel olarak, iç politikada da Bağdat’taki merkezi hükümeti dahi tehdit eden ve ülkedeki ABD misyonlarına füze saldırıları gerçekleştiren Irak’taki milis güçlerinin çatı oluşumu Haşdi Şabi bünyesindeki İran destekli Şii milis gruplarını devlet kontrolü altına almaya yönelik çabaları, hükümet-devlet kadrolarında devletin otoritesini artırıcı atamaları, Irak’ın egemenliği söylemi, İran’a yakın Şii hükümetlerce dışlanan Kürtler ve Sünnilerle kurduğu etnik ve dini grupları kapsayıcı diyalogu ve yaklaşan seçimler öncesi bu grupların desteğini arayan hamleleriyle içeride de benzer bir denge politikası gütmeye çalıştığı görülüyor.
Kuveyt işgaliyle birlikte genel olarak Körfez ülkelerinin Irak ile zayıflayan ilişkileri ABD işgali sonrası göreve gelen Şii lider Nuri el-Maliki’nin mezhepçi politikalarıyla birlikte birçok açıdan daha da çıkmaza girmişti. Bu ağır mirası da omuzlamak zorunda olan Kazımi’nin Körfez’le geliştirmeye çalıştığı ilişkiler üzerinden dış politikada aktör çeşitliliğini hedeflediği de belirtilebilir. ABD’nin Körfez’deki müttefikleriyle ilişkilerini geliştirerek Irak’taki İran baskısını dengelemeyi amaçlayan Kazımi, hem ekonomi ve enerji alanlarında İran ve Türkiye’ye alternatif oluşturmayı planlarken, iç politikada da yaklaşan seçimler öncesinde ülkeye sermaye getirebilmeyi ve Arap kimliği vurgusunu öne çıkartarak hem Sünnileri yanına çekmeyi hem de Tahran destekli Şii milislerin mezhepçi politikalarının etkisini azaltabilmeyi amaçlıyor.
Öte yandan, İran medyasında yer alan haberlere göre, İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin de Kazımi’nin Körfez turu ile aynı zamana denk gelecek şekilde 4 Nisan’da iki günlük Bağdat ziyareti gerçekleştirmesi, 7 Nisan’da başlayacak ABD-Irak stratejik diyalog görüşmeleri öncesi Tahran’ın mesajlarını sunmayı hedeflediği gibi İran’ın ülkedeki etkinliğini Körfez ülkelerine bırakmak istemediğinin bir işareti olarak okunabilir. İran’ın Irak’taki ideolojik tabanı, bürokrasi, milis güçleri ve mecliste kendisine yakın siyasi grupların etkinliği dikkate alındığında, Körfez’in ekonomi temelli Irak hamleleriyle İran’ın ülkedeki nüfuzunu dengeleme arayışının sınırlı kalacağı tahmin edilebilir. İç ve dış politikada denge arayışı üzerinden İran ile arasına mesafe koymayı arzulayan Kazımi gibi bir profilin siyasi istikrarsızlıklara alışık Irak’ta kalıcı bir iktidar kurmasının zorluğu ve gelecek seçimlerde ülkeyi bekleyen belirsizlik hesaba katıldığında, İran’ın Irak’taki derin nüfuzunun Körfez üzerinden gelecek hamleler üzerinden ciddi bir tehditle karşılaşması zor görünüyor.
[Soran Üniversitesi Hukuk, Siyaset Bilimi ve Yönetim Fakültesi’nde doktora eğitimine devam eden Shokhan Sherzad Qader Salahaddin Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesinde öğretim üyesi ve araştırmacı olarak çalışmaktadır]