Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15-16 Haziran 2021 tarihli Azerbaycan ziyareti ve ziyaret çerçevesinde Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile birlikte Şuşa’ya giderek burada tarihi bir belgeyi -tam adıyla, “Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Müttefiklik İlişkileri Hakkında Şuşa Beyannamesi”ni- imzalamaları öncelikle sembolik bir anlam taşıyor. Azerbaycan-Türkiye kardeşliğinin ve stratejik ortaklığının, Azerbaycan’ın topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarırken verilen manevi, siyasi, teknik ve daha birçok desteğin artarak devam edeceğinin, sürecin geri döndürülmesine müsaade edilmeyeceğinin sembolü olarak bu beyanname önem arz ediyor.
İşgal altındaki Azerbaycan topraklarının kurtarılmasıyla sonuçlanan 44 günlük savaş, eski Sovyet coğrafyasındaki bir çatışmada ilk kez Rusya dışında bir gücün sonuçları belirleme kapasitesine ve becerisine sahip olduğunu ortaya koydu.
Hatırlanacağı üzere 44 günlük savaşın ardından 10 Aralık’ta düzenlenen askeri zafer törenini de iki lider birlikte izlemiş ve bölgenin geleceğine ilişkin yapıcı önerilerde bulunmuşlardı. Şuşa’yı da kapsayan son ziyarette imzalanan belge ve yapılan açıklamalarla iki lider sadece Azerbaycan-Türkiye kardeşliği adına değil, geniş anlamda bölgenin geleceği için ortaya koydukları projelerde de ısrarcı olduklarının altını çizdiler.
Kardeşlikten stratejik ortaklığa
Aslında Azerbaycan-Türkiye ilişkileri her zaman çok-boyutluluğu, derinliği ve potansiyeli itibarıyla hem Türkiye’nin hem de Azerbaycan’ın diğer ülkelerle olan ilişkileriyle kıyaslanamayacak kadar özel bir niteliğe sahip olmuştur. Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinde genellikle tarihsel, kültürel, toplumsal ve diğer faktörler ön planda olsa da Türkiye’nin özellikle son 15 yılda gerçekleştirdiği; askeri açıdan dışa bağımlılığın azaltılması, savunma sanayisindeki ciddi atılım, bölgesel ve küresel açıdan daha aktif dış politikanın tercih edilmesi gibi atılımlar ve Azerbaycan’ın denge politikası çerçevesinde benzer bir stratejiyi uygulamaya çalışması ikili askeri ilişkilerin niteliğini daha da derinleştirdi.
Şuşa Beyannamesinin ismi, içeriği ve imzalandığı yer onun niteliğini ve doğuracağı sonuçları çok net olarak ortaya koymakta. Türkiye ve Azerbaycan ilk defa isminde “müttefiklik” geçen bir belge imzalamış oldu.
Daha önce 24 Ocak 1992 tarihli Dostluk ve İşbirliği Anlaşması, 2 Kasım 1992 tarihli İşbirliği ve Dayanışma Anlaşması, 9 Şubat 1994 tarihli Dostluğun ve Çok Yönlü İşbirliğinin Geliştirilmesine İlişkin Anlaşma, 5 Mayıs 1997 tarihli Stratejik Ortaklığın Derinleştirilmesine İlişkin Deklarasyon ve diğer önemli belgelerin imzalanmasıyla önemli bir altyapıya sahip olan ilişkiler 16 Ağustos 2010’da Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması imzalanması ve 15 Eylül 2010’da iki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kurulmasıyla farklı bir boyuta taşındı. Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması’nın Askeri-Siyasi ve Güvenlik Konuları başlığı altındaki ilk altı maddesi ile Askeri ve Askeri Teknik İşbirliği Konuları başlığı altında yer alan 7, 8 ve 9. maddeleri iki ülke açısından zorunlu olarak değerlendirilen askeri ittifak anlaşmasının imzalanmamış olmasından kaynaklanan eksikliği önemli ölçüde giderici niteliğe sahip.
Bu hukuki altyapı çerçevesinde geliştirilen stratejik ortaklık, ayrıca her iki ülkenin aktif bir dış politika izlemesi, özellikle Azerbaycan’ın topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarma konusundaki kararlılığı, Türkiye’nin giderek etkisini daha çok hissettiren bir güç haline gelmesi, ciddi maliyetine rağmen hem bir zorunluluktan hem de bir hedeften kaynaklanan birden çok noktadaki (bilhassa Suriye, Libya ve Ukrayna) aktif tavırları 44 günlük savaşta zaferi getirdi.
Stratejik ortaklıktan müttefikliğe
44 günlük savaş eski Sovyet coğrafyasındaki bir çatışmada ilk kez Rusya dışında bir gücün sonuçları belirleme kapasitesine ve becerisine sahip olduğunu ortaya koydu. Türkiye ile Azerbaycan’ın geliştirdiği ortaklık, uyguladıkları dış politika ve güvenlik politikası bu anlamda ciddi bir başarı doğurdu.
Kazanılan zaferin ardından da her iki ülke yapıcı tutumlarını sürdürmeyi tercih etti. Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Aralık 2020’de düzenlenen askeri törene katılmak üzere gerçekleştirdiği Bakü ziyareti sırasında hem Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile birlikte düzenlediği basın toplantısında hem de askeri törendeki konuşmasında Ermenistan ile ilişkiler konusunda önemli açıklamalar yapmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgede oluşması arzu edilen altılı platformun herkesin kazanacağı bir girişim olduğunu, Ermenistan’ın da bu sürece katılarak olumlu adımlar atmasının Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yeni bir sayfa açabileceğini ifade etmişti. Türkiye’nin asla kapılarını Ermenistan’a kapatma derdinin olmadığını, Ermenistan halkına kini bulunmadığını, barışın ve iş birliğinin mümkün olabileceğini, bunun için Ermenistan’ın saldırgan söylem ve politikalarından vazgeçmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev de ortak basın toplantısında bölgedeki üçlü iş birliği formatlarını (Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan, Azerbaycan-Rusya-İran ve Türkiye-Rusya-İran) örnek göstererek bu iş birliği formatlarını genel bir formata dönüştürmenin mümkün olduğundan bahsetmişti. Ayrıca Ermenistan’ın son savaştan ders çıkarması ve geleceğe daha olumlu bakması halinde onun da bu formatta yer alabileceğini özel olarak vurgulamıştı.
İki ülke yetkililerinin zafere rağmen olumlu mesajlar vermekteki ısrarı da aslında bu bölgede çok alışılmış bir durum değildi. Nitekim daha önce üstün güçler askeri kazanımlarının ardından bu tarz yapıcı yaklaşımlar sergilememiş, tam aksine saldırgan söylem ve politikalarla karşı tarafı daha da baskı altında tutmaya çalışmışlardı.
Fakat bölgede emeli olan diğer güçlerin, özellikle de yıkıcı ve olumsuz politikalar uygulamaya çalışan ülkelerin karşısında Azerbaycan ve Türkiye’nin daha sağlam bir duruş sergilemesi ihtiyacı hâsıl oldu. Hem iki ülke kamuoylarının beklentisi hem de 44 günlük savaş sonrasında oluşan koşullar doğal müttefikliği ve stratejik ortaklığı hukuki bir belgeye dayalı müttefiklik düzeyine yükseltme gereğini doğurdu. Bu doğrultuda iki lider son savaşta Ermenistan işgalinden kurtarılmış -bir nevi Azerbaycan topraklarının Ermenistan işgalinden kurtarılmasının sembolü olan- Şuşa’da Müttefiklik İlişkileri Hakkında Beyannameyi imzaladı.
Şuşa Beyannamesi Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanmış olan ve içerisinde “müttefiklik” kelimesi geçen ilk belge olması itibarıyla çok önemli. Beyannamenin hemen giriş kısmında 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’na bağlılığın, ortak çıkarlara dayalı bölgesel ve uluslararası stratejik konulardaki faaliyetlerin karşılıklı koordinasyonunun gerekliliğinin vurgulanması ayrıca mühim. Beyannamede Karabağ sorununun artık bittiğine ilişkin Azerbaycan’ın tutumuna tam destek verilirken, bu konuda 44 günlük savaş öncesine dönme çabalarına karşı kararlı bir tutum da ortaya konulmuş oldu.
Tarafların tüm önemli konularda ve uluslararası, bölgesel kuruluşlar çerçevesinde tüm platformlarda birbirlerini tam destekleyeceklerine ilişkin niyet beyanı ile tek millet-iki devlet ruhu belgeye yansıtıldı.
Taraflardan herhangi birinin bağımsızlığına, egemenliğine, toprak bütünlüğüne, uluslararası düzeyde tanınmış sınırlarının dokunulmazlığına veya güvenliğine yönelik tehdit ya da saldırı durumunda ortak danışmalar yapılması ve ortak hareket edilmesi konusu 16 Ağustos 2010’da Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının birinci ve ikinci maddelerinde yer alan hususlar olsa da bu kez daha vurgulu bir biçimde ifade edildi. Buna ek olarak tarafların Güvenlik Konseylerinin milli güvenlik konularında düzenli olarak ortak toplantılar düzenlenmesi de müttefiklik ilişkilerini derinleştirecektir.
Geniş anlamda bölgeyi kapsayan işbirliği
Şuşa Beyannamesi ve ziyaret sırasında yapılan açıklamalar sadece Türkiye-Azerbaycan ilişkileri açısından değil, genel olarak bölgenin geleceği açısından da oldukça mühim. Türkiye ve Azerbaycan ilk kez kendi aralarında imzaladıkları bir belgede ikili ilişkilerin dışındaki konulara ilişkin bu kadar vurgulu ifadeler kullandılar. Bildiride tarafların, Kafkasya bölgesinde istikrar ve güvenliğin pekiştirilmesi, ekonomi ve ulaştırma alanındaki tüm bağların yeniden sağlanması, ayrıca bölge devletleri arasındaki ilişkilerin normale dönüştürülmesi ve uzun vadeli barışın sağlanması yönündeki çabalarını sürdürecekleri ifade edilmek suretiyle aslında iki liderin 44 günlük savaşın sona ermesinden itibaren sürekli vurguladıkları hususlar resmi bir belgeye yansıtılmış oldu. Bu da aynı zamanda Azerbaycan ve Türkiye’nin bazı devletlerin 44 günlük savaş öncesine dönme çabalarına karşı ortak duruşun ve bölgenin barış, refah ve işbirliği bölgesi olması yönündeki kararlılığın göstergesi.
Şuşa Beyannamesinde Kafkasya çerçevesinde bölgeye yönelik değerlendirmelerin yanı sıra Türk dünyası ifadesi altı yerde vurgulandı. Şuşa Türk dünyasının tarihi-kültür beşiği olarak tanımlandı. Türk dünyasının gelişimine yönelik karşılıklı faaliyetlerin bölgesel ve uluslararası düzeyde ileriye götürülmesi için çabaların birleştirilmesi, Türk kültür mirasının uluslararası düzeyde tanıtımı ve teşviki alanında çabaların artırılması, Türk dayanışmasının daha da pekiştirilmesi amacıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi), Uluslararası Türk Akademisi, Türk Kültür ve Mirası Vakfı, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) ve Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi çerçevesinde gerçekleştirilen faaliyetlere ivme kazandırılması öncelikli hedefler arasında sıralandı.
Belgede Zengezur koridoruna ayrıca değinilerek -Şuşa Beyannamesi bu açıdan da bir ilk oluyor-, koridorun açılması hem Türkiye ile Azerbaycan arasında hem de genel olarak bölgesel iş birliği açıdan stratejik önemde değerlendirildi.
Beyannamenin barış vizyonu
Şuşa Beyannamesinin ismi, içeriği ve imzalandığı yer onun niteliğini ve doğuracağı sonuçları çok net ortaya koyuyor. Türkiye ve Azerbaycan ilk defa isminde “müttefiklik” geçen bir belge imzalamış oldu. 2010 yılında imzalanan anlaşma ve konseyin kurulması ile atılan adımlarla stratejik ortaklık düzeyine yükseltilen ilişkiler bu kez müttefiklik düzeyine taşınmış oldu. Bu, her iki ülke kamuoylarının uzun zamandır arzusuydu ancak dış etkenler nedeniyle gerçekleştirilmesinin kolay olmadığı kabul edilmekteydi.
Belgenin konu bazında (ikili ilişkilere dair her alanı, özellikle de askeri ilişkileri çok net bir biçimde düzenlemiş olması) ve coğrafi (Karabağ sorunundan başlayarak Kafkasya’yı ve Türk dünyasını kapsaması, geniş anlamda bölgesel ve küresel vurgular içermesi) açıdan geniş olması da çok önemli. Müttefikliğin sadece dar çerçevede tanımlanmayarak geniş anlamda bölgeyi kapsaması, özellikle Türk dünyası vurgusu beyannamenin geleceğe de ışık tutan bir veçhesi.
Tarafların, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki siyasi ve askeri işbirliğinin üçüncü devletlere karşı olmadığını ifade etmeleri diğer bazı ülkeler arasında imzalanmış belgelerdeki sıradan ifadeler gibi görünse de sürekli bölgesel iş birliğini derinleştirmeye yönelik söylem, proje ve planlar ortaya konulması Türkiye ile Azerbaycan’ın bu konulardaki samimiyetini gösteriyor.
Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Müttefiklik İlişkileri Hakkında Şuşa Beyannamesi, ikili ilişkileri yeni bir aşamaya taşımakla beraber, öncelikle Karabağ sorunu açısından 44 günlük savaş öncesine geri dönme çabalarına ve genel olarak bölgede yeni bir saldırganlığa izin verilmeyeceğinin, ayrıca bölgesel iş birliğinin ve Türk dünyasında entegrasyonun derinleştirileceğinin garantisidir.
[Azerbaycan Devlet Gümrük Akademisi Daire Başkanı olan Araz Aslanlı aynı zamanda Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM) Başkanıdır]