Türkiye’nin küresel ölçekte girişimci ve insani dış politika yaklaşımını en etkin ve kapsamlı şekilde uyguladığı ülkelerin başında hiç şüphesiz Somali geliyor. 2011’de Afrika Boynuzunu sarsan kuraklık felaketi ve onu izleyen insani krizlere müdahale amacıyla Türkiye, Somali’ye çok boyutlu insani yardım girişimleri başlattı. Bu çerçevede 1991’de Somali devletinin dağılarak iç savaşa sürüklenmesiyle kesintiye uğrayan ikili ilişkiler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011’de Somali’nin başkenti Mogadişu’ya gerçekleştirdiği tarihi ziyaretle yeniden tesis edildi. Türkiye’nin 2005 yılını “Afrika Yılı” ilan etmesiyle hız kazanan açılım süreci, bu ziyaretle yeni bir nitelik kazandı. Afrika Boynuzunu kasıp kavuran kuraklık felaketinin yaşandığı dönemlerde gerçekleşen zamanlı ziyaret gerek uluslararası toplum gerekse de Somali halkı nezdinde taşıdığı mesajlar açısından insani yardım mimarisindeki önemini ve güncelliğini halen koruyor.
Türkiye’nin üç boyuttan oluşan insani diplomasi politikası, çeşitlilik gösteren aktörlerle kurulan ilişkilerin yapısı ve bölgedeki inşa edici pozisyonu şüphesiz bu hikâyenin en önemli kısmını oluşturuyor.
Türkiye’nin kendi sınırlarının çok ötesinde, siyasi dengelerin oldukça dinamik olduğu bir coğrafyada uyguladığı insani yardım politikalarının kısa zamanda bir başarı hikayesine dönüştüğünü söyleyebiliriz. Somali halkı, diasporası ve siyasi elitlerinin nezdinde oluşan olumlu Türkiye imajı, tarihsel olarak Osmanlı’nın bölgedeki pozisyonu ve daha da önemlisi Somali’ye yönelik inşa edici söylemleri ve pratikleri olmak üzere iki temel parametre üzerine konumlanıyor. Türkiye’ye yönelik teveccühün ve sevginin arka planında bölgede Osmanlı’ya yönelik halen canlılığını koruyan olumlu algının yanı sıra esas anlamıyla Türkiye’nin Somali halkı, elitleri ve sivil toplumuyla kurduğu güncel ilişkiye, açılımın zamanlamasına ve izlediği çok boyutlu yardım stratejisine odaklanmak gerekir. Dolayısıyla Türkiye’nin üç boyuttan oluşan insani diplomasi politikası, çeşitlilik gösteren aktörlerle kurulan ilişkilerin yapısı ve bölgedeki inşa edici pozisyonu şüphesiz bu hikâyenin en önemli kısmını oluşturuyor.
Somali tarihinin, 16. yüzyıldan bu yana Osmanlı tecrübesini de dışlamayacak şekilde, Somali siyasetinde bugün dahi referans noktaları olarak kabul edilen- belirli dönüm noktaları bulunuyor. 15. yüzyıl sonlarında God, Glory & Gold (Tanrı, Zafer, Altın) sloganıyla Hint Okyanusu ve Kızıldeniz’de kendini gösteren Portekiz yayılmacılığı uygun müttefikler bulmak amacıyla çok geçmeden Doğu Afrika topraklarına yayıldı. Etiyopya-Somali arasında yaşanan çatışmalarda Etiyopya’nın tarafında yer almak suretiyle Hint Okyanusunda yaşanan rekabeti Afrika Boynuzuna taşımayı amaçlayan Portekiz hamlesi, Osmanlıların Somalili kabileleri desteklemesiyle karşılandı. Bu tarihsel gelişmeleri Somali tarihi açısından önemli kılan mesele, Somalilerin tarihinde ilk defa kabile temelli farklılıkları gözetmeksizin kolektif mobilizasyonu sağlayarak tarihsel rekabet içinde olduğu Etiyopya’ya karşı bir araya gelmiş olmalarıdır. Osmanlı’nın o dönemki desteği bugün dahi Somalililerin hafızasında canlılığını koruyor. İkili ilişkilerdeki güncel dönüm noktasını ise Türkiye’nin 2011’deki Somali açılımı ve bunun Somali halkı ve diasporası nezdindeki anlamı ve uluslararası topluma verilen anlamlı mesaj oluşturuyor.
İkili ilişkilerdeki güncel dönüm noktasını ise Türkiye’nin 2011’deki Somali açılımı ve bunun Somali halkı ve diasporası nezdindeki anlamı ve uluslararası topluma verilen anlamlı mesaj oluşturuyor.
Somali’nin halihazırda dış politikasını da ciddi anlamda şekillendiren iki önemli iç gündemi bulunuyor. İlki, uluslararası toplumun desteği ve bölge ülkelerinin çabalarıyla 1991’de Somali’nin parçalanmasıyla birlikte başlatılan barış görüşmeleri. Başarısız birçok girişimin ardından en son 2000’de Cibuti’de düzenlenen Arta Konferansında Geçici Milli Hükümet kurulmuş, 2004’te ise bu oluşum yerini Etiyopya’nın desteğiyle Geçici Federal Hükümet’e bırakmıştı. 2000’lerde başlayan devlet inşası süreci güncelliğini halen korumakta. Diğer mesele ise 2007’den itibaren şiddet içeren aşırıcı/isyancı grupların ortaya çıkması ve bunlara yönelik mücadele. Bu iki meseleye ek olarak 2011’de Doğu Afrika’da meydana gelen aşırı kuraklıklarla mücadelede devlet mekanizmalarının yetersiz oluşu, Somali’nin zaman içerisinde uluslararası toplum nezdinde oluşan olumsuz imajı, uluslararası toplumun insani krizlerde gerekli önlem ve tedbirleri almada yeterli derecede etkin olmayışı gibi nedenler insani dramların daha da kötüleşmesine yol açtı. Türkiye’nin zamanlı insani yaklaşımını ve Somaliler nezdindeki hüsnü kabulünü bu arka plan çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor.
Uluslararası yardımların metodolojik çıkmazı
Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre Somali, Etiyopya, Kenya ve Cibuti’yi kapsayan Afrika Boynuzu 2011’de son 60 yılın en kurak mevsimini yaşadı. Yetersiz yağışlar ve aşırı sıcaklık sonucu oluşan şiddetli kuraklık bölgedeki yaklaşık 10 milyon insanı olumsuz etkilerken, Somali’den her ay Kenya ve Etiyopya’ya on binlerin üzerinde insan göç etti. 21. yüzyılda uluslararası toplumun elindeki imkân ve kapasiteye rağmen milyonların gözü önünde cereyan eden mülteci akınları ve yaşanan dramlar insanlığın vicdanının adeta Somali’de test edildiği bir sınav niteliğindeydi. Somali’de terör kaynaklı güvenlik endişeleri nedeniyle Kenya üzerinden iletilen BM yardımlarının sadece ufak bir kısmının Somali halkına ulaşması ve dahası bürokratik süreçlerdeki karar ve onay mekanizmalarının yavaşlığı uluslararası yardımlarının etkinliğini yeniden gündeme getirdi. Yardımların bu bağlamda ihtiyaçların yerinde gözetilerek yapılması ve mevcut şartlarla çelişmeyecek şekilde hayata geçirilmesi etkinlik meselesini doğrudan ilgilendiren konuların başında geliyor.
Daha geniş çerçevede Afrika’ya sağlanan dış yardımların oranında her geçen yıl artış yaşanırken, yardım alan ülkelerin kalkınma trendlerinde benzer artışın görülmemesi, yardımların doğasına yönelik soru işaretlerini ve eleştirileri beraberinde getiriyor.
Batı tarzı yardım anlayışına akademik çevreler ve sivil toplum platformları tarafından üç ana başlık altında eleştiriler getiriliyor. İlki, yardımları yapan ülke ile yardımı alan ülke arasında ekonomik ve siyasi bağımlılık oluştuğu yönünde. Yeni-sömürgecilik kavramı bu yaklaşım bağlamında değerlendiriliyor. İkincisi, arz-talep dengesini görmezden gelmek suretiyle bilinçsizce yapılan yardımların kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan yerel sanayi girişimlerini zarara uğratmasıdır. Afrikalı ünlü ekonomist Dambisa Moyo, “Dead Aid (Ölü Yardım)”başlıklı eserinde, bu sürecin sinek ağları üretiminde nasıl işlediğini sade ve yalın bir şekilde ortaya koyuyor. Üçüncü eleştiri ise yardımların yerel aktörler tarafından, özellikle iç çatışma durumlarında, siyasi güç ve rant elde etme amacıyla araçsallaştırılmasıdır. Etraflıca planlanmadığı takdirde yardımlar kimi zaman mevcut çatışmaları daha da körükleyebiliyor ve yeni çatışma alanlarının oluşumunda etkili olabiliyor. Daha geniş çerçevede Afrika’ya sağlanan dış yardımların oranında her geçen yıl artış yaşanırken, yardım alan ülkelerin kalkınma trendlerinde benzer artışın görülmemesi, yardımların doğasına yönelik soru işaretlerini ve eleştirileri beraberinde getiriyor.
Türkiye’nin üç aşamalı insani diplomasi politikası
Türkiye’nin son yıllarda küresel insani yardım mimarisindeki dikkate değer rolü ve aktivizmi özellikle Somali’ye yönelik insani yardımlar kapsamında daha net şekilde görülebilir. Geride kalan son 10 yıla bakıldığında, yardım sektöründe zaman içerisinde değişim gösteren yaklaşım ve çeşitliliğin Somali’nin ihtiyaçları doğrultusunda bir yol izlediğini söyleyebiliriz.
Afrika’ya yaklaşımında Türkiye’yi bölgedeki diğer aktörlerden bariz şekilde farklılaştıran üç ayırt edici özellik sıralanabilir. İlki, Türk mühendisleri ve uzmanlarının Somalili çalışanlarla deyim yerindeyse sahada omuz omuza çalışması. Bu yaklaşım, teknolojik imkanların ve bilgi birikiminin aktarımı suretiyle orta ve uzun vadede Somali devletinin kalkınma çabalarına verdiği katkılar bakımından oldukça kıymetli. Böylece yerel kurumların uzun vadede sürdürülebilir mekanizmalarının oluşumunun desteklenmesi suretiyle yeni-sömürgecilik anlayışının da önüne geçiliyor. İkincisi, yardımların karar alma süreçlerinden tedarikine ve uygulama aşamasına varıncaya kadar hızlı ve pratik hareket edilmesi ve halkın ihtiyaçlarıyla uyumlu olması. Üçüncüsü, Somalili aktörlerle, özellikle Somali hükümetiyle kurulan uyumlu diyalog ile Türkiye’nin Somali’nin iç meselelerine dair objektif tutumu. Bu üç perspektif zaman içerisinde uluslararası yardım mimarisinde “Türkiye Modeli” yaklaşımını meydana getirdi.
Bu üç perspektif zaman içerisinde uluslararası yardım mimarisinde “Türkiye Modeli” yaklaşımını meydana getirdi.
Türkiye’nin insani diplomasi politikasının ilk boyutunu insani yardımlar oluşturuyor. Burada temel hedef, kriz ve afetlerden etkilenen insanların gıda, barınma ve sağlık gibi acil ve temel ihtiyaçların sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumları aracılığıyla kısa sürede, kurumlar arası koordinasyon gözetilerek etkili şekilde karşılanmasıdır. Bu aşamadaki esas noktalardan biri yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştığı şartlar ve koşulladır. Buna Türk Kızılay’ın Mogadişu’da kurduğu Afrika’nın en modern ve kendi kendine yetebilen mülteci kampını örnek verebiliriz. Sadece yardım yapmak değil, bunu yaparken insan onurunu gözeten koşulların oluşturulması; ibadethane, aş evi, zor koşullara dayanıklı modern çadırlar kısacası mültecilerin yaşamlarını idame ettirmede ihtiyaç duydukları temel hizmetlere erişimi gibi hususlar, Türkiye’nin yardım anlayışında öne çıkan hususlardır.
İnsani yardımlar kriz durumlarında kısa vadeli çözümler üretme açısından önemli olmakla birlikte orta ve uzun vadeli kalkınma politikaları bağlamında oldukça sınırlı etkiye sahiptir. Somali örneğinde esas önemli olan, sosyal ve ekonomik altyapının geliştirilmesine yönelik başta Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) olmak üzere birçok kurum tarafından eğitim, hayvancılık, tarım, balıkçılık ve sağlık alanlarında Somali toplumunun bilgi ve becerisine katma değer sağlayacak imkân ve donanımların tesisidir. Türkiye’de çeşitli bilim dallarında burslu eğitim gören Somalili öğrenciler, insani kalkınma sürecinin önemli bir dayanağını oluşturuyorlar ve ikili ilişkilerin toplumsal seviyede derinleşmesine de katkı sağlıyorlar. Doğu Afrika’nın başlıca merkezlerindeki en modern hastanelerin inşası, asfalt yolların yapımı ve kamu binalarının mevcut altyapılarının modernize edilmek suretiyle toplumun faydasına sunulması gibi örnekler çoğaltılabilir. Söz konusu gelişmeler ve girişimler zamanla uluslararası alanda Somali’ye yönelik “başarısız devlet” imajı etrafında oluşan olumsuz algıların aslında ne derecede sathi olduğunu göstermiştir.
Türkiye’nin insanı merkeze alan insani yardım politikaları izlemesi, uluslararası yardım mimarisinde Somali’ye yönelik olumsuz algıları ve metodolojik eksiklikleri dünya kamuoyunda daha da görünür kıldı.
Afet ve krizden etkilenen ülkelerin mevcut şartlarını ve atılması gereken adımlar çerçevesinde üst düzey diplomatik ve siyasi çevrelerde gündem oluşturucu söylemlerin üretilmesi, insani diplomasinin üçüncü boyutunu oluşturuyor. 2011’de BM Genel Kurulunda Somali ve Arakan’da yaşanan insani dramların dünya kamuoyuyla paylaşılması, ardından Türkiye’nin İstanbul’da düzenlenen Somali Konferansına ev sahipliği yapması, BM’de oluşturulan somut mekanizmaların oluşturulmasının önünü açtı. Türkiye’nin insanı merkeze alan insani yardım politikaları izlemesi, uluslararası yardım mimarisinde Somali’ye yönelik olumsuz algıları ve metodolojik eksiklikleri dünya kamuoyunda daha da görünür kıldı. Dahası ben-merkezci bir anlayış yerine kazan-kazan politikasına dayalı saha gerçekliğinde kopuk olmayan yaklaşım üretebilme kabiliyeti zaman içerisinde “Türkiye Modeli” yardım anlayışını meydana getirdi.
Türkiye’nin güçlenen konumu
Sivil toplum unsurları ve siyasi elitler arasında gün geçtikte artan karşılıklı güven ve işbirliği imkanlarının bir sonucu olarak Türkiye, 2017’de sınır ötesindeki en büyük askeri eğitim merkezini Mogadişu’da faaliyete geçirdi. Türkiye bu bağlamda Somali’ye yönelik açılımında insani yardımlar, sivil toplum alanındaki gelişmelerle sınırlı kalmayarak, gelişen ihtiyaçlar doğrultusunda Somali’nin devlet inşası sürecinin önemli sacayaklarından biri olan güvenlik sektöründe, Somali ordusunu oluşturacak askerlerin ve polis gücünün eğitimi alanında da katkı sağlamaya başladı. Bu durum Türkiye’nin özellikle Somali’nin geleceğindeki artan rolüne ve bir ölçüde de ileriye dönük Afrika Boynuzundaki pozisyonuna dair birtakım ipuçları içeriyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, Türkiye’nin sahip olduğu tecrübe, bölgedeki mevcut krizlerin hafifletilmesine ve hatta çözüme kavuşturulmasına katkı sağlayabilir.
Türkiye’nin Somali’de artan etkinliği, bölgenin adeta kronikleşen sorunları ve güvenlik dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda geniş bölgesel bağlamı da içerisine alan yeni bir sürece kapı aralıyor. Doğu Afrika’nın öne çıkan ülkelerinden Kenya’nın ve bir ölçüde 110 milyonu aşan dinamik nüfusuyla Etiyopya’nın son zamanlarda Türkiye’ye olan ilgisini bu bağlamda değerlendirebiliriz. Bu üç ülkenin son 50 yıllık tarihine bakıldığında bölgesel asimetrik ve simetrik güç ilişkileri başta olmak üzere sınır güvenliği, göç, insani krizler, aşırıcılık ve terörizm gibi birbiriyle iç içe geçen sorunlarla karşı karşıya oldukları görülüyor. Dahası, Etiyopya’nın Mısır’la Nil Nehri üzerinde yaşanan su sorunu meselesi de bölgenin öne çıkan gündemleri arasında. Türkiye’nin uluslararası alandaki diplomatik girişimleri, göç ve kriz yönetimi alanında sahip olduğu bilgi birikimi ve savunma sanayiindeki kazanımları bölge ülkelerinin dikkatini çekiyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında, Türkiye’nin sahip olduğu tecrübe, bölgedeki mevcut krizlerin hafifletilmesine ve hatta çözüme kavuşturulmasına katkı sağlayabilir.
[İbn Haldun Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Halil İbrahim Alegöz, Somali alanında doktora çalışmalarına devam etmektedir]