Afganistan’daki şiddet, Eylül 2020’de Afganlar arası barış görüşmelerinin başlamasından bu yana yoğunlaştı. Katar’da Taliban ile Donald Trump yönetimi arasında geçen yıl imzalanan Doha Anlaşması ülkedeki şiddeti durduramadı. Yeni ABD Başkanı Joe Biden Ocak 2021’de göreve başladıktan kısa bir süre sonra, Taliban’ın diğer militan gruplarla bağlarını kesme ve Afgan hükümeti ile barış görüşmeleri yapma taahhütlerine uyup uymadığını belirlemek için Doha Anlaşması’nı incelemeye başladı.
Taliban’ın sorumsuz ve anormal talepleri, Afganistan hükümetinin bencillik, siyasi inatçılık ve iktidar ihtirası nedeniyle yaşanacak yıkım bir uçurum yaratacaktır. Her iki taraf da kabul edilemez şartlar dayatmaya çalışarak birbirlerini güç diliyle ve savaşla tehdit ediyor. Yine her iki taraf yabancı ülkelerin desteğiyle “kahraman”. Afganistan savaşı ve istikrarsızlığında, büyük güçler ve bölge ülkeleri siyasi ve stratejik çıkarlarını, bu büyük oyunda her iki tarafı da kışkırtmak için, çifte standartlar ve ikiyüzlü yöntemlerle sürdürüyor.
Joe Biden göreve geldikten sonra ABD’nin Avrupa ailesine geri döndüğünü belirtti ve NATO Uluslararası İlişkiler Şartı’nın 5. maddesine atıf yaptı. Biden yönetimi ayrıca Afganistan-ABD ortaklığının devam ettiğini duyurdu. ABD’nin Taliban’a yapmış olduğu NATO’yla işbirliğini sürdürme daveti, örgütün ABD ile birlikte Afganistan’a geldiğini ve Afganistan’ı ABD ile birlikte terk edeceğini gösteriyor. NATO Afganistan’dan çekilmesini Taliban’ın taahhütlerine sadakati şartına bağlı görüyor. Afganistan çevresindeki güncel olaylar bölge ülkelerini de siyasi bir ateşle sarsıyor.
Bunların yanı sıra, ABD-Taliban anlaşması Afgan hükümetini zayıflattı ve Taliban’a tavizler verdi. Anlaşma Taliban’ın Afgan hükümetini tanımamasına rağmen meşruiyet kazanmasını sağladı. Taliban’ın anlaşmaya bağlı kalması halinde ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’dan çekilecek olması Taliban’ın durumunu da iyileştirdi ve Kabil’de yönetim değişikliğini gerçek bir olasılık haline getirdi.
Savaşın karmaşık iç boyutları olmasına rağmen, son zamanlarda Afganistan’da tarih tekerrür ediyor. Vekalet savaşları ve büyük güç siyaseti ülkeye geri dönüyor. Çeşitli jeo-stratejik çıkarlar ve kaynak arayışında nüfuz sahibi olma çalışmaları üzerinden, Afganistan’ı bir kez daha bölgesel ve küresel rekabetlerin merkez noktasına yerleştiriyor. Geçmişten farklı olarak bu kez oyunda, Afganistan’ın neredeyse tüm komşuları dahil olmak üzere birçok oyuncu var. Önde gelen oyuncular ise Pakistan, İran, Çin ve Hindistan. Bölgesel oyuncular aktif bir şekilde ABD-Taliban barış anlaşmasını sabote etmeye çalışıyor; Yeni Delhi’ye göre Afganistan Hindistan’ın oyun alanı haline geldi ve Taliban Pakistan’ın çıkarlarına hizmet edebilecek tek güç.
Nihayetinde Afgan barış sürecinin karmaşık bir bölgesel boyutu var. Aynı zamanda, Taliban’ın ideolojik sisteminin, vatandaşların haklarını savunan demokratik bir esneklikte olmadığı kanıtlandı ve Taliban’ın ayrımcılığa dayalı yeni bir sistem ihdas edeceğine dair endişeleri artırdı. Hindistan’ın Afganistan’daki varlığının önemli gündemlerinden biri, ezeli rakibine karşı ikinci bir cephe açarak Pakistan’ı “kontrol altına almak”.
Hindistan’ın Afganistan’daki stratejik varlıklarından birinin de Beluç ayrılıkçılar olduğuna inanılıyor. ABD’nin çekilmesinden sonra Hindistan, siyasi ve askerî açıdan güçlü bir Taliban’ın varlığı karşısında bu ikinci cepheyi operasyonel şekilde tutamayacaktır. Ancak Hindistan’ın bu stratejiyi ABD’nin çekilmesinden sonra sonlandırıp sonlandırmayacağı veya gizli yollarla devam ettirip ettirmeyeceği henüz belli değil.
Hindistan ve Pakistan birbirlerine düşman kaldığı sürece, Afganistan her ikisi için de stratejik olarak önemli olacaktır. Pakistan için hem doğu (Hindistan) hem de batı (Afganistan) sınırlarında düşmanca güçlerin olmaması hayati önem taşıyor; tıpkı Hindistan’ın bakış açısından Afganistan’ın Pakistan’ı sıkıştırmak için stratejik avantaj sağlayacağı gibi.
Öte yandan Afganistan’daki DEAŞ varlığına dair dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var. Birincisi, Afganistan’ın iç siyasi durumundaki karışıklıktan dolayı, DEAŞ’ın ülkede daha fazla ivme kazanması için bir fırsat doğdu. Taliban son aylarda ülkede askeri ve siyasi açıdan üstünlük elde edebildiği ve ABD ve Kabil yönetimi ile müzakereye odaklandığı için bu boşluk DEAŞ’a bir fırsat yarattı.
Taliban ve İran ilişkileri ise karmaşık denklemin bir diğer boyutunu teşkil ediyor. Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki Haşdi Şabi, Yemen’deki Husiler ve Suriye’deki Fatımiyyun gibi milis gruplarının niteliği, savaşma nedenleri ve hedefleri Taliban’ınkilerden çok farklı., 1979’daki devrimden bu yana İran, doğudaki komşusunda faaliyet gösteren ve zaman içinde değişen bir dizi güçle uğraştı. Bazı noktalarda Şii savaşçıları harekete geçirdi, diğerlerinde Sünni Taliban militanlarıyla ittifak kurdu ve şu anda her ikisiyle de bağlarını sürdürüyor. Fayda, baskı ve ticaret yoluyla Kabil’deki ABD destekli hükümet üzerinde de etkiye sahip.
İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Ocak 2020’de Irak’ın başkenti Bağdat’ta ABD’nin düzenlediği hava saldırısında öldürülmesinin ardından yeni Kudüs Gücü Komutanı olan İsmail Kaani intikam yemini etti; İran Taliban ile ilişkilerini artırdı ve gruba olumlu bakmaya başladı. Üst düzey Taliban yetkilileri geçtiğimiz yıl en az iki kez ve bu senenin Şubat ayında Tahran’ı ziyaret etti. Bu ilişki, İran’ın ABD’ye karşı vekalet savaşı söz konusu olduğunda, Afganistan’da kullanacağı vekil gücün muhtemelen Taliban olduğuna inanmasına neden oldu.
Süleymani’nin intikamını alma tutkusuna rağmen İran’ın birincil hedefi, ABD nüfuzunu olabildiğince çabuk ve ucuz şekilde sonlandırmak. Tahran Washington ile doğrudan karşı karşıya gelemeyecek, bunun yerine ABD’nin Ortadoğu ve Afganistan’daki çıkarlarına zarar vermeye çalışacaktır. Buna ek olarak, DEAŞ’ın Afganistan’da da bir yapılanması mevcut. Üssü İran sınırına yakın olmasa da, Tahran uzun süredir artan istikrarsızlığın, grubun genişlemesine ve çıkarlarını tehdit etmesine izin verebileceğinden endişe ediyor.
Çin, Rusya, İran ve Pakistan gibi bölgedeki ülkeler Taliban’ın ABD ve NATO güçlerine karşı savaş ilan etmesi nedeniyle ve “Düşmanımızın düşmanı bizim dostumuzdur” ilkesi mucibince Taliban’ı memnuniyetle karşılıyor. Yeni ABD yönetimi Rusya’yı kilit bir tehdit, Çin’i yükselen bir tehdit, İran’ı asi ve Pakistan’ı bir itaatkâr bir paralı asker olarak görüyor. Bu ülkeler Taliban’ı, ABD’yi sınırlarından uzakta uzun bir savaşa dahil etmesi için desteklemeye çalışıyor. Onlara göre böyle bir savaş ne kadar uzun sürerse, ABD’nin dikkatini kendi iç sorunlarından başka yöne çekmeleri o kadar kolay olur. Bu ülkelerdeki uzmanlar Afganistan’ı imparatorlukların mezarlığı olarak görüyorlar ve ABD’nin eski Sovyetler Birliği’nin kaderiyle yüzleşeceğine inanıyorlar.
Tarih boyunca Afgan devlet adamları ve hükümdarları, topraklarındaki çeşitli bölgesel ve küresel güçlerin jeopolitik ve stratejik çıkarlarını yönetmedikleri için, büyük güç politikalarının ve bölgesel vekalet savaşlarının kurbanı oldu. Ancak bu sefer risk daha yüksek ve Afgan devletinin hayatta kalmasını gerektiriyor. Afganistan’da bölgesel çıkarların yönetimi söz konusu olduğunda, mevcut koşullar altında çok zor olsa da, hayati bir jeo-stratejik konuma sahip olan Afganistan’ın, tıpkı Pakistan ve diğer birçok ülke gibi, liderlik ve akıllı diplomasi yoluyla, kendi ekonomisini ve askeri yeteneklerini inşa etmek için, bu rekabetlerden ve müttefiklerinin ve komşularının jeopolitik güvenlik açıklarından yararlanması gerek.
Bütün bunların yanı sıra, Afgan hükümetini ve devlet yönetimini oluşturan siyasetçilerin, ülkenin zayıflamasına ve bölünmesine neden olabilecek görüş ve eylemlerinden vazgeçerek Afganistan’ın tarafsız bir ülke olarak kalmasını sağlamaları ve komşularıyla diğer büyük güçler arasındaki dengeyi gözetmeleri gerekiyor. Ayrıca ABD, Çin ve Rusya gibi ülkelerle de ittifaklar kurularak gerekli güvenlik teminatları alınmalı ve ekonomik fırsatlar yaratılarak bölgede etkin bir ülke olma yolunda adımlar atılmalı. Tabii ki bütün bunlar ancak Kabil’de geniş tabanlı ve güçlü bir hükümetin tesis edilmesiyle mümkün olabilir.