Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran 1957 tarihli Roma Antlaşması, taraflar arasındaki işbirliğinin hedefini “ekonomik bütünleşme yoluyla siyasal birlik kurma” şeklinde tarif ediyor. Gerçekten de kuruluşundan günümüze Batı Avrupa’daki bütünleşme hareketi çok önemli ilerlemeler sağladı. Gümrük Birliği üye devletler arasında 1968 yılında tamamlandı, “dört özgürlüğün” mümkün olduğu ortak pazar aşamasına ise 1992 yılında ulaşıldı. Ekonomik ve parasal birlik, Maastricht Antlaşmasıyla yeni hedef olarak belirlendi ve üye devletlerin bu hedefe kademeli biçimde ulaşmaları öngörüldü.
AB ile Türkiye arasında yeniden canlanması beklenen diyalog ve işbirliğinin Türkiye’nin tam üyeliğiyle sonuçlanması ihtimali belirsizliğini koruyor. Bu vakitten sonra Türkiye’nin AB’ye katılımı, uluslararası siyasal sistemdeki gelişmelere ve Türkiye-AB arasında uyum ve diyalogun seyrine bağlı olarak şekillenecek.
Ne var ki 21. yüzyılın başından itibaren Avrupa Birliği (AB) bütünleşme hareketi çeşitli faktörlerin etkisiyle temel hedefini kaybetti ve kısa vadeli hedeflere yönelen, güncel sorunlar içerisinde vizyonunu yitiren bir görünüm kazandı. Günümüzde üye ülkelerde bile bütünleşmenin perspektifini yitirdiği görüşü kabul görüyor ve AB kuşkuculuğu güçleniyor. Üye devletlerde ve dış dünyada AB gelişmelerini izleyen siyasal gözlemciler de bu tespitleri sıklıkla gündeme getiriyorlar. Esasen yakın dönemde yapılan AB zirveleri sonuç bildirgelerine bakarak da böyle bir sonuca ulaşmak mümkün. 2020 yılının Ekim ve Aralık aylarında yapılan zirvelerde ve en son 25-26 Mart 2021 tarihinde telekonferans yöntemiyle yapılan zirvede liderler, hayati ehemmiyet taşıyan konuları gündemlerine almadılar. İngiltere’nin Birlikten ayrıldığı koşullarda AB bütünleşmesinin nasıl bir seyir izleyeceği belirsizliğini korumakta. AB’nin Geleceğine İlişkin Hükümetlerarası Konferans çeşitli sebeplerle 2020 yılına kadar toplanamadı. AB’nin güncel sorunlarına son bir yıl içerisinde yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle yenileri eklendi. Bu kapsamda ulusal yetki alanında bulunan sağlık sistemlerinde reform yapılması veya yetki devrine gidilmesi konuşulmaya başladı. Kovid-19 nedeniyle kimi hükümetlerin sağlık malzemelerinin ihracatına sınırlama getirmeye çalışması, kişilerin dolaşımının engellenmesi ve aşılama faaliyetlerinde koordinasyon sağlanması günümüzde AB’nin çözüm bulmak için çaba gösterdiği gündem konuları arasında yer alıyor.
AB 15 yıldan beri duraklama dönemi yaşıyor
Bu noktada ehemmiyet taşıyan ve açıklık kazanması gereken nokta, Avrupa bütünleşmesinin hedefidir. Roma Antlaşmasında öngörülen iktisadi işbirliği yoluyla siyasi birlik kurma düşüncesi günümüzde de geçerliliğini koruyor mu? Mevcut koşullarda dağınık bir görünüm taşıyan AB bütünleşmesinin geleceğine ilişkin senaryolar neler? Geleceğin Avrupası’nda Türkiye’nin yerinin ne olacağı hususunda bir değerlendirme yapılabilir mi?
Tüm bu sorulara cevap vermeden önce fiili durumun objektif bir bakış açısıyla ortaya konulması gerekiyor. Bu noktada ilk tespit, AB’nin 15 yıldan beri duraklama dönemi yaşadığı gerçeğidir. Lokal veya global düzeydeki çeşitli gelişmelerin doğrudan veya dolaylı etkisiyle AB günümüzde vizyonunu kaybetmiş bir görüntü veriyor. Duraklamaya neden olan faktörlerin başında Mayıs 2004’te gerçekleşen beşinci genişleme geliyor. Anılan tarihte çoğunluğu Varşova Paktı, SSCB ve eski Yugoslavya ardılı 8 ülke ve hür dünyadan da Malta ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) AB’ye tam üye olarak katıldılar. Ardından 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın katılımıyla üye sayısı neredeyse iki katına çıktı. Demokrasi ve piyasa ekonomisi deneyimi olmayan bu ülkelerin AB sistemine uyum sağlama süreçleri AB’de ortalama refahın seviyesini düşürdü.
Duraklamanın ikinci önemli sebebi, Avrupa bütünleşmesine vizyon kazandıracak anayasanın reddedilmesi. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscar d’Estaing başkanlığında toplanan Avrupa Konvansiyonu tarafından hazırlanan anayasa, 29 Ekim 2004’te Roma’da Conservatory Sarayı’nda imzalandı. Anayasa, Avrupa kıtasında yeni bir Roma İmparatorluğu hayalini canlandıran bir metin olarak dikkatleri üzerinde topluyordu. Ne var ki Fransa ve Hollanda’nın 2005 yılında anayasayı onaylamayı reddetmeleri üzerine büyü bozuldu. Hemen ardından 2008 yılında küresel ekonomik krizin patlak vermesiyle AB bir kez daha sarsıldı. Özellikle avro bölgesindeki ekonomik sıkıntılar refah seviyesinin daha da gerilemesine kapı araladı. Arap Baharı sonrasında Avrupa kıtasına adeta kavimler göçü boyutlarında gerçekleşen mülteci akını ise AB’yi okyanus ortasında rotasını kaybetmiş bir transatlantik durumuna sürükledi. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak da üye devletlerin bazılarında Avrupa kuşkuculuğunun güçlendiği gözlemlendi. Kriz öncesi zamanlarda marjinal destek bulan yabancı düşmanı, ırkçı, zenofobik ve İslamofobik özellikleriyle bilinen siyasi partiler güçlendi. Fransa’da Ulusal Cephe (FN), Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD), İtalya’da Forza İtalya, Hollanda ve Avusturya’da isminde özgürlük geçen siyasal partilerin toplumsal desteği genişledi. Bunalım içerisindeki AB’yi negatif yönde etkileyen bir başka gelişme de İngiltere’nin 23 Haziran 2016’da yapılan referandum sonucunda Birlikten ayrılma kararı alması oldu. AB’den ne kadar büyük bir parçanın koptuğunu anlamak için İngiltere’nin GSMH büyüklüğünün AB’nin en yoksul 19 ülkesinin toplamı kadar olduğunu bilmek gerekiyor. İngiltere, uzun ve tartışmalı bir sürecin ardından 31 Ocak 2020 itibarıyla AB’den ayrıldı.
Açık biçimde görüldüğü üzere AB, 21. yüzyılın başından beri fetret devri veya duraklama diyebileceğimiz bir ara dönem yaşıyor. Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri böyle sıkıntılı bir dönemde, 2005 yılında başladı. Üye devletlerin Türkiye hakkındaki önyargıları ve karşıtlıkları nedeniyle müzakereler de kilitlendi. Gerçekten de günümüzde tam üyelik müzakereleri hukuken devam ediyor olmasına karşın fiilen tıkanmış vaziyette. AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının 25-26 Mart 2021 tarihinde toplanan zirve toplantısı kararında ve ondan önce yapılan toplantıların kararlarında da açık biçimde görüleceği üzere, Türkiye ile ilişkiler aday ülke statüsünün dışındaki alanlarda toplanmış durumda. Zirve sonuç bildirilerinin Türkiye ile ilgili bölümü Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, vize serbestisi, geri kabul anlaşmasının işlerlik kazanması, Doğu Akdeniz deniz yetki alanları gibi konuları içeriyor ancak müzakerelere hiçbir atıf yapılmıyor.
AB’nin geleceğinde Türkiye’nin konumu
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in 6 Nisan 2021 tarihinde Ankara’yı ziyaretlerinde esas olarak AB’yi derinden etkileme potansiyeli taşıyan mülteci meselesi ele alındı. AB liderleri, Türkiye’ye 2022 yılından itibaren yeni bir mülteci anlaşması teklifini gündeme getirdiler. AB 2016 yılında sağlanan mutabakat çerçevesinde Türkiye’deki Suriyelilere 6 milyar avro mali katkı sağlamayı kabul etmişti. Ancak bu meblağın ödenmesinde gecikmeler yaşandı ve fonların projelere bağlanması bile ancak 2020 yılı sonu itibarıyla tamamlandı. Avrupa Komisyonu, mülteci hassasiyetini ortaya koymak için 2021 yılı için Türkiye’ye 485 milyon avro tutarında kaynak tahsis ettiğini açıkladı. 2022 yılından itibaren geçerli olması öngörülen yeni anlaşmanın da amacı, Avrupa ülkelerini derinden etkileyen göçü engellemek veya sınırlandırmak. Bununla birlikte bu alanda kaydedilecek ilerleme ve işbirliğinin çarpan etkisiyle ikili ilişkileri ilgilendiren diğer alanlara yansıması ve yeni başlıklar açılmasının gündeme gelmesi de mümkün.
Bununla birlikte, yeniden canlanması beklenen diyalog ve işbirliğinin Türkiye’nin tam üyeliğiyle sonuçlanması ihtimali belirsizliğini koruyor. Bu vakitten sonra Türkiye’nin AB’ye katılımı, uluslararası siyasal sistemdeki gelişmelere ve Türkiye-AB arasında uyum ve diyalogun seyrine bağlı olarak şekillenecektir. Türkiye’nin yakın gelecekte yaşayacağı değişim ve dönüşümün yanında AB’nin mevcut sorunlarına çözüm arayışı ve gelecek senaryoları, geleceğin AB’si içerisinde Türkiye’nin konumunu, yerinin ne olacağını belirleyecektir.
AB’nin geleceğine ilişkin senaryolar 2017 yılında Komisyon tarafından hazırlanan Beyaz Rapor’da ortaya konulmuştu. Söz konusu raporda her ne kadar beş seçenek ortaya atılmışsa da bunlar sadeleştirildiğinde esas sıralanan maddeler gelecek senaryolarında fiili durumun korunması, daha ileri seviyede bütünleşme ve fiili durumun türevleri olarak karşımıza çıkıyor. İngiltere’nin Birlikten ayrıldığı koşullarda daha ileri seviyede bütünleşme ihtimalinin güçlendiği öne sürülmekteyse de mevcut kronik sorunlar yeni atılım yapılmasına imkân vermiyor. İngiltere, AB içindeyken gelecek senaryosu olarak mevcut bütünleşme aşamasının türevi niteliğinde Seçmeli Avrupa modelini gündeme getirmişti. Bu model, Avrupa bütünleşmesinin ortak pazar veya serbest ticaret bölgesine dönüşmesini öngörmekte. İdealistlerin öne sürdüğü gelecek senaryosu ise Avrupa Federasyonu veya Avrupa Birleşik Devletleri modeli. Bunun dışında üye ülkelerin merkez ve çevre olarak ikiye ayrılmasını öngören esnek bütünleşme modeli de ortaya atıldı.
Maastricht Antlaşması’ndan günümüze AB bütünleşmesinin parçalı, tek tip olmaktan uzak yapılanması Çok Vitesli Avrupa modeline ve ayrıca yükümlülükler dikkate alındığında Değişken Geometrili Avrupa modeline uygun. Zira ülkelerin bir kısmı avro kullanırken bir kısmı dışarıda kalmayı tercih etmekte veya kriterleri yerine getirememekte. Benzer şekilde kimi üyeler Schengen sistemine dahil iken, kimileri bunun dışında. Kendilerini tarafsız olarak nitelendiren kimi ülkeler askeri işbirliğine soğuk bakıyor. Öte yandan AB ülkesi olup da NATO üyesi olmayan ülkelerin varlığı, askeri işbirliği faaliyetlerini olumsuz yönde etkiliyor. Geleceğin Avrupası modeli olarak ortaya atılan İç İçe Geçen Halkalar Sistemi ise hem fiili duruma uygunluk arz ediyor hem de bütünleşme aşamalarının farklılaşması nedeniyle Gümrük Birliğinden siyasal askeri bütünleşmeye kadar seçeneklere açık bir görünüm sunuyor.
Türkiye’nin iç siyasal gelişmelerinden ve uluslararası siyasal sistemdeki değişim ve dönüşümünden bağımsız olarak sadece AB içinde gündeme gelebilecek gelecek senaryolarını esas alarak değerlendirdiğimizde ortaya çıkan husus şudur: Türkiye geleceğin Avrupası’nda güçlü biçimde yer alacak potansiyele sahip bir ülke konumundadır. Türkiye’nin geleceğin AB’sinde ne şekilde yer alacağı büyük ölçüde AB’nin gelecek senaryolarına bağlı olarak şekillenecektir. Türkiye, Batı merkezli askeri işbirliği örgütü olan NATO’ya 1952 yılında katıldı. Batı merkezli siyasi işbirliği örgütü olan Avrupa Konseyi’ne de kurulduktan kısa bir süre sonra 1949 yılında katıldı. Maastricht Antlaşması’ndan sonra “Avrupa Birliği” adını alan ekonomik işbirliği yapılanmasına da katılmak için 1959’dan beri mücadele ediyor. Türkiye’nin AB’nin geleceğindeki yeri, Avrupa bütünleşmesinin nasıl bir seyir takip edeceğine, hangi senaryonun uygulamaya aktarılacağına bağlı olarak şekillenecektir.
[Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanıdır]