İran’da 25 Nisan’da patlak veren bir bilgi güvenliği krizi bir hayli dikkat çekerek ülke içinde ve dışında bir anda gündem oldu. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin danışmanlarından Hüsameddin Aşina’nın başkanlığını yaptığı Cumhurbaşkanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ruhani’nin 11. ve 12. hükümetlerinin deneyimlerini kayıt altına almak için “Tedbir ve Ümit Hükümetinin Sözlü Tarihi” adlı bir proje yürütüyordu. Bu amaçla, aralarında Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in de bulunduğu bakanlardan ve cumhurbaşkanı yardımcılarından oluşan yirmi sekiz kişiyle söyleşiler yapıldı. Reformist iktisatçı ve Şehid Beheşti Üniversitesi hocası Dr. Said Leylaz’ın Mart ayında Zarif’le yaptığı yaklaşık yedi saatlik uzun söyleşinin üç saatlik bir kesiti Londra’dan yayın yapan rejim muhalifi Iran International kanalına sızdırılınca İran’da ortam gerildi. Konuşmanın seyrinden, söyleşinin gözden geçirilerek yayımlanacağı ve deşifre edilerek kitaplaştırılacağı anlaşılıyor. Nitekim Zarif, “bu söyleyeceğimin yayımlanmasını istemiyorum” diyerek söyleşiye yer yer not düşüyor.
Söyleşinin eline ulaşan ham halini hemen özel haber olarak geçen Iran International, bunu BBC ve New York Times gibi dünyanın önde gelen medya organlarıyla paylaşınca konu uluslararası yankı buldu. Hatta bazı yabancı yayın organları hayli abartılı bir dille bu olayı 70’lerin başında Richard Nixon yönetimindeki ABD’de patlak veren Watergate skandalına benzeterek “Zarifgate” nitelendirmesini kullandı. Yaşananlardan dolayı Aşina istifa etti, olaya ilişkin soruşturma başlatıldı ve yirmi kişiye yurt dışına çıkış yasağı getirildi. Daha önce de kriz yönetimi konusunda birkaç kez sınıfta kalan Ruhani hükümeti bu defa da benzer bir zaafiyet gösterdi. Ruhani cephesi, 18 Haziran seçimlerine kısa süre kala yaşanan bu skandaldan örtük de olsa siyasi muhaliflerini sorumlu tuttu. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, “Kimler hangi niyetlerle bu kaydın bir bölümünü seçerek sanal ortama aktardı belli değil” dedi ve ilgili birimlerin uygun bulması durumunda söyleşinin tümünün yayımlanacağını sözlerine ekledi. Ne var ki tahmin edileceği üzere böyle bir adım atılmadı.
Ses kaydı olayı, benzerlerine dünyanın farklı ülkelerinde dönem dönem rastlanan türden bir kriz. Daha büyük kriz ise İran’da mevcut sistemin hemen her önemli olayda “kol kırılır yen içinde kalır” yaklaşımını benimsemesi. İran’da yaşanan her kritik süreçte tarafların birbirini yer yer ağır şekilde itham ettiği ancak meselenin özünün şeffaflıkla tartışılmadığı görülüyor.
Sızdırma olayına Ruhani’nin tepkisi ise daha sert oldu. Yaşananın bir “hırsızlık” olduğunu söyleyen Ruhani İran’ın, yaptırımların kaldırılması için Viyana’da ABD ile yürüttüğü müzakerelerde “başarının zirvesinde olduğu” bir dönüm noktasında bu olayın yaşanmasına dikkat çekti. Ülke içinde ihtilaf çıkarmak için bunların yapıldığını savundu ve ekledi: “Biz nasıl başarılı olacağız? Yaptırımları nasıl kaldıracağız? Bunu bir ve beraber olarak yapabiliriz. Ayrışarak ve birbirimize düşerek sorunları halledemeyiz.”
Olayın patlak vermesinin hemen ardından Muhafazakâr kesimden Zarif’e ağır eleştiriler geldi. Devrim Rehberi Ali Hamaney de tepkisini 2 Mayıs Pazar günü yaptığı konuşmada ortaya koydu. Dünyanın hiçbir yerinde dış ilişkilerin yalnızca Dışişleri Bakanlığının uhdesinde olmadığını belirten Hameney’in Zarif’e mesajı ılımlı fakat netti: “Bazı yetkililerden üzücü şeyler duyuluyor. Amerika yıllardır İran’ın bölgedeki nüfuzundan rahatsız ve Kasım Süleymani’yi bu nedenle şehit etti. Yetkililer böyle büyük hatalar yapmamalı ve düşmanın Kudüs Gücü ve Şehit Süleymani hakkındaki sözlerini çağrıştıracak laflar etmemeliyiz.” Bu açıklamalar üzerine Zarif sosyal medya hesabından Hamaney’in “müşfik açıklamalarının” kendisi ve mesai arkadaşları için konuya noktayı koyduğunu yazdı ve ifadelerinin “çalınarak” çarpıtıldığını belirtip özür diledi. Peki Zarif söyleşide bu kadar tartışılacak ne söylemişti?
Herkesin bildiği “sırlar”
Zarif’in söyleşide dile getirdiği hususlar, bu derece üst düzey bir İranlı yetkili tarafından dillendirilmesi dışında özel bir haber niteliği taşımıyor. Zira söylenenler yıllardır tartışılsa da Zarif dahil hiçbir İranlı yetkili tarafından bu açıklıkla doğrulanmamıştı. Konuşmasında İran’ın nükleer müzakerelerine özel bir yer ayıran Zarif, Rusya’nın nükleer anlaşmanın önünü kesmek için çabaladığını söylediği gibi dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin İsrail’in Suriye’deki İran güçlerine düzenleyeceği saldırılar konusunda kendilerine defalarca bilgi verdiğini iddia ediyor. Konuşmadaki iddiaların kendilerini ilgilendiren bölümlerine ilişkin ABD’den de Rusya’dan da yalanlama geldi. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken söz konusu iddiayı “tam bir saçmalık” olarak niteledi. Aslında Zarif’in iddiaları dışarıdan çok içeriyi ilgilendiriyordu ve hedefinde Süleymani vardı. Uzun söyleşide, kendisinin hiçbir zaman savaş meydanını diplomasi için feda etmediğini ama aksinin yaşandığını söyleyen Zarif, müzakere için gittiği her defasında Süleymani’nin dayatmacı taleplerde bulunduğundan yakınıyor. Zarif ayrıca, Süleymani’nin Temmuz 2015’teki Moskova ziyaretinin Dışişlerinin inisiyatifi dışında gerçekleştiğini ve nükleer anlaşmayı engellemeye dönük olduğunu belirtiyor.
Bu yaşanan krizin bir yönüyle hırsızlık olarak nitelenmesi doğru; fakat çalınan şey bir ses kaydından çok İran’da siyasetin geleceği. İran’da siyaset alanı daralmaya devam ediyor ve burada yaklaşık iki yıl önce ortaya attığım bir tespiti yinelemem gerekirse, belki de “düşmanın” İran’a vermek istediği zarar da tam olarak budur.
İran Dışişleri Bakanı Zarif’in bir diğer iddiası da oldukça dikkat çekici. Zarif yaptırımların kalkmasının ardından İran’ın Boeing ve Airbus uçaklarını satın alması için İran Havayolları’nın ABD’nin terör listesinden çıkartıldığını ve hemen ardından tamamen kendisinin ve diğer yetkililerin inisiyatifi dışında ve Süleymani’nin “baskısıyla” İran’dan Suriye’ye giden İran Havayolları’na ait uçakların sayısının altı katına çıkarıldığını aktarıyor. Yani Zarif’e göre ortada bir kışkırtma vardı. Bu noktada, o dönem İran uçaklarının Suriye’ye silah ve mühimmat taşıdığı yönünde çok sayıda haberin çıktığını hatırlamakta fayda var.
Zarif konuşmasında Süleymani’ye büyük saygı duyduğunu ve fikir ayrılığı yaşanmasının normal olduğunu söylese de ikili arasındaki gerilim bir sır değildi. Nitekim Süleymani Şubat 2019’da Beşşar Esed’i Devrim Rehberi Ali Hameney ile görüştürmek üzere Tahran’a getirince, bunu bardağı taşıran son damla olarak gören Zarif süreçten haberdar edilmediği için tepkisini istifa ederek göstermişti. Her ne kadar istifa Cumhurbaşkanı Ruhani tarafından kabul edilmese ve Zarif görevine devam etse de Ruhani’nin kendisinin de Devrim Muhafızları’nın ekonomiden dış politikaya kadar birçok alandaki etkisinden rahatsız olduğu biliniyor. Bu nedenle, muhafazakarlara özellikle de Devrim Muhafızları’na yakın yayın organlarının Zarif’in açıklamalarına sert tepki vermesi anlaşılabilir bir durum. Pek anlaşılır olmayan ise Zarif’in kafa karışıklığı.
Zarif oldukça deneyimli bir diplomat ve neredeyse İran İslam Cumhuriyeti’nin geride kalan kırk iki yılına yayılan bir diplomatik kariyere sahip. Ancak uzun yıllar ülkesine Birleşmiş Milletlerdeki (BM) farklı görevleri dolayısıyla dışarıdan bakması onun iç politikaya bakışı açısından bir handikap oluşturuyor. İranlı bakan, ülkesinin dış ilişkilerini belirleme yetkisinin Hamaney’in ve Milli Güvenlik Yüksek Konseyi gibi kurumların uhdesinde olduğunu ve Devrim Muhafızları’nın da doğrudan Hamaney’e bağlı bulunduğunu elbette biliyor. Öyle ki Temmuz 2020’de İran Meclisinde yapılan açık oturumda kürsüye çıkan Zarif bu noktaya değinmiş ve “Dış politika grup çekişmeleri alanı değildir. Bu nedenle, Anayasa’da dış politika yüce Devrim Rehberliği makamının iradesine bırakılmıştır” demişti. Dolayısıyla Zarif’in geride kalan yaklaşık sekiz yıllık bakanlığı döneminin kazanımlarını kendisine mal ederken eksikliklerini başkalarına fatura etme çabasının bir karşılığı yok. Zaten şikayetlerinin önemli bir kısmında haklılık payı olsa da artık İran’da reformist hükümetlerin performanslarının vaatlerinin çok gerisinde kalması başlı başına bir sorun. Kuvvetle muhtemeldir ki tam da bu nedenle sekiz yıllık görev süresi biten Ruhani, yerini 18 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakâr bir isme bırakacak. Zarif Aralık 2020’de Afganistan’ın TOLO kanalına verdiği röportajda cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılıp katılmayacağı yönündeki soruya: “Hayır, ben yeteneklerimi bilirim ve bu işe ehil değilim” demişti. Aslında Zarif açık bir taaruf yahut tevazu gösterisi yapıyordu. Fakat başarılı bir diplomat olan Zarif’in bakanlığı süresinde ortaya koyduğu performans gerçekten de iç politikadaki yeterliliklerinin sınırlarını ortaya koyar türden. Ne var ki birkaç gündür yaşananların Zarif’in kariyerini ve Haziran seçimlerini aşan boyutları var.
Zarif’in söyleşide dile getirdiği hususlar, bu derece üst düzey bir İranlı yetkili tarafından dillendirilmesi dışında özel bir haber niteliği taşımıyor. Zira söylenenler yıllardır tartışılsa da Zarif dahil hiçbir İranlı yetkili tarafından bu açıklıkla doğrulanmamıştı.
Meselenin özü Ne?
Ses kaydı olayı, benzerlerine dünyanın farklı ülkelerinde dönem dönem rastlanan türden bir kriz. Daha büyük kriz ise İran’da mevcut sistemin hemen her önemli olayda “kol kırılır yen içinde kalır” yaklaşımını benimsemesi. İran’da yaşanan her kritik süreçte tarafların birbirini yer yer ağır şekilde itham ettiği ancak meselenin özünün şeffaflıkla tartışılmadığı görülüyor. 2009 yılındaki Yeşil Hareket yanlısı tutumu nedeniyle hakkında hapis kararı verilmesinden bir sene kadar önce Leylaz, Şehrvend-i İmruz dergisinin “Diyalog neden karşılıklı anlayış getirmiyor?” başlıklı yazısına yaptığı katkıda İran’daki siyasal gruplar arasında sağlıklı bir diyaloğun bulunmadığından yakınmış ve şu ifadeleri kullanmıştı: “Müslüman değil, dışa bağımlı, yabancı sempatizanı, gerici, hain ve benzeri laflar tribünlere oynamak için slogan olarak kullanılıyor.”
Meselenin özü tam da bu. İran’ın sağlıklı bir tartışma ortamı gerektiren önemli sorunları var ve ülke siyasetinin özellikle Devrim Muhafızları tarafından artan şekilde güvenlikleştirilmesi bunlardan biri. Ancak bu tarz sızıntılar dışında kamuoyunun önemli bir bölümü bu tartışmalardan haberdar olamıyor ve sorunların gerektiği gibi ele alındığını düşünmüyor. Watergate skandalını ortaya çıkaran Carl Bernstein ve Bob Woodward 1974 yılında yazdıkları Başkan’ın Bütün Adamları (All the President’s Men) kitabında Beyaz Saray’ın süreci yönetme şekline ilişkin dikkat çekici bir tespitte bulunur: “Beyaz Saray meselenin Başkan’ın adamları değil de basının iş yapış tarzı olduğuna karar vermişti.”
Her ne kadar iki olay birbirinden oldukça farklı olsa da İran’da bu tür olaylarda neredeyse istisnasız bir şekilde asli konu ıskalanıyor. Ruhani ya da Zarif’in ses kaydında dile getirilen hususlara ilişkin politik bir tavır ortaya koymak yerine olayı istihbarat krizinden ibaret göstermesinin siyasi bedeli olacaktır. Bu yaşanan krizin bir yönüyle hırsızlık olarak nitelenmesi doğru; fakat çalınan şey bir ses kaydından çok İran’da siyasetin geleceği. İran’da siyaset alanı daralmaya devam ediyor ve burada yaklaşık iki yıl önce ortaya attığım bir tespiti yinelemem gerekirse, belki de “düşmanın” İran’a vermek istediği zarar da tam olarak budur.
[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Dr. Serhan Afacan Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü’nde öğretim üyesidir]