ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi araştırmacılarının önderliğindeki uluslararası ekip, Neolitik döneme ait antik DNA analizleriyle Anadolu’da 10 bin yıl önce yaşamış insanların geleneklerine ışık tuttu.
11 ülkeden 57 bilim insanının oluşturduğu ekip, aynı yapıya gömülen insanlardan elde ettikleri DNA’nın analizleriyle eski topluluklarda kan bağından farklı “sosyal akrabalık” türlerinin de olabileceğini ortaya çıkardı.
Araştırmacıların, çalışmanın sonuçlarına yer verdikleri “Neolitik Anadolu’daki antik genomlar, çeşitli akrabalık örüntülerinin bir arada var olduğunu gösteriyor” başlıklı makaleleri Current Biology dergisinin son sayısında dün yayımlanarak bilim dünyasına duyuruldu.
Deneysel işlemleri ve veri analizleri Ankara’da gerçekleştirilen çalışma NEOGENE adlı Avrupa Araştırma Konseyi projesi ile bir TÜBİTAK projesi kapsamında gerçekleştirildi. Araştırmanın yürütücüleri arasında ODTÜ’den evrimsel biyolog Mehmet Somel, arkeolog Çiğdem Atakuman ve bilgisayar bilimci Elif Sürer, Hacettepe Üniversitesinden ise popülasyon genetikçisi Füsun Özer ve antropolog Yılmaz Selim Erdal yer alıyor.
Araştırmacıların verdiği bilgiye göre, tarihin ilk köylerini kuran kadim Orta Doğu halkları için ev, sadece yaşayanlar için inşa edilmiş bir mekan değildi. Bu insanlar, yaşamını yitiren şahısları konutların içine ya da etrafına açtıkları çukurlara defnediyor, adeta “onlarla birlikte” yaşamaya devam ediyordu.
Bu gelenek arkeolojide uzun zamandır bilinse de aynı bina içine gömülen bireyler arasında nasıl bir sosyal ilişki olduğu gizemini korumuştu. Yaygın varsayım, Neolitik evlerde yasayan grupların birbirlerine kan bağıyla bağlı aile bireylerinden oluştuğu ve bu evlere gömülenlerin akraba olduğu yönündeydi. Ancak yapılan son çalışma, bu grupların kan bağı olmayan bireylerden oluşabileceğini ortaya koydu.
Akraba olup olmadıklarına bakıldı
ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Somel, dün yayımlanan makaleye ilişkin AA muhabirine açıklamalarda bulundu.
Neolitik dönemi (yaklaşık M.Ö. 10.000-7.000) araştırdıkları “NEOGENE” isimli projelerinde, arkeolog, biyolog ve antropologlar ile çalıştıklarını anlatan Somel, Antik DNA kullanarak Anadolu’nun 10 bin yıl önceki insanlarının geleneklerine ışık tutan sonuçlar elde edildiğini bildirdi.
Somel, şu bilgileri verdi:
“Araştırma ekibi olarak Aşıklı Höyük ve Çatalhöyük gibi Neolitik Çağ yerleşimlerindeki kazı alanlarından çıkarılan 60 adet insan kemiğini, antik DNA çalışmalarına ayrılmış laboratuvarımızda inceledik. Elde ettiğimiz 22 bireyin genomunu başka yerleşimlerden daha önce elde edilmiş bireylerin genomuyla bir araya getirdik. Bu verileri kullanarak aynı haneye veya komşu hanelere gömülü olanlar arasındaki genetik akrabalık seviyesini deşifre ettik. Böylece Neolitik Çağ yerleşimlerinde evlerin içine gömülmüş insanların akraba olup olmadığını test ettik.
Bazı yerleşimlerde hanelerin içlerinde sıklıkla yakın kan bağı olan bireylerin gömüldüğünü gördük. Örnek olarak günümüzden yaklaşık 10 bin yıl öncesine tarihlenen avcı-toplayıcı yaşam biçimini sürdüren, ancak geçimini evcilleşmiş bitki ve hayvanlarla destekleyen Aşıklı Höyük (Aksaray) ve Boncuklu Höyük (Konya) insanlarında ulaşılan sonuçlar, aynı yapıya gömülmüş bireylerin çoğunlukla kardeş ya da ebeveyn-çocuk olduklarını gösterdi. Ancak, bu durum her yerde aynı değildi. Daha şaşırtıcı bulgular Çatalhöyük (Konya) ve Barcın Höyük (Bursa) köylerinden elde edildi. Bu iki yerleşim, tarımın yoğunlaştığı ve köylerin büyüdüğü bir döneme, günümüzden yaklaşık 8 bin 500 yıl öncesine tarihleniyor. Bu köylerde bilhassa çocukların ve bebeklerin kemiklerinden DNA elde etmeyi başardık. İlginç biçimde, aynı konut içine veya çevresine gömülmüş insanlar arasında biyolojik akrabalığın çok nadir olduğu ortaya çıktı.”
“Kan bağı olmadan da birbirleriyle aynı evde yaşamış olabilirler”
Araştırmanın liderlerinden Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü Doktor Öğretim Üyesi Füsun Özer, araştırma sonuçlarının eski insan topluluklarında kan bağından farklı “sosyal akrabalık” türlerinin de olabileceğini gösterdiğini belirtti.
“Bu çalışma ile Neolitik dönemde ailelerin sadece kan bağı üzerinden değil hane grupları oluşturabileceğini gösterilmiş oldu.” diyen Özer, “Anlıyoruz ki kan bağı olmadan da birbirleriyle beraber, aynı evde yaşamış olabilirler. Günümüz toplumunda temel yapı taşı birbirine kan bağıyla bağlı bireylerden oluşan ailelerdir. Ancak arkeologlar, ilk tarımcı toplumlarda hane grubunun kan bağı olmadığı halde birbirleriyle aile gibi olabilen kişilerden oluşabileceğini tahmin ediyordu. Bu çalışma ile o toplumları bir arada tutanın kan bağı olmadığını, bunun yerine toplumun ortaklaşma ve paylaşım kültürü çerçevesinde birlikte hareket edebilen bireylerden oluşmuş olabileceğini, genetik verilerle desteklemiş oluyoruz.” ifadelerini kullandı.
Farklı akrabalık yapılarına ilişkin güçlü bulgular
Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölüm Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Selim Erdal da Boncuklu Höyük’te aynı mezara gömülü bir kadınla yeni doğan bebek arasında hiçbir biyolojik akrabalık bulunmadığını belirterek, “Çatalhöyük ve Barcın’da aynı binaya gömülü çocukların birçoğunun biyolojik olarak aynı aileden geldiklerini gösteren hiçbir kanıt da yoktu. Çatalhöyük, Barcın ve muhtemelen başka Neolitik topluluklarda, toplumsal örgütlenmenin salt biyolojik akrabalık üzerine kurulu olmayabileceği çıkarımına ulaştık.” dedi.
Erdal, “Çatalhöyük gibi büyük nüfuslu yerleşimlerin yüzyıllar boyunca eşitlikçi bir kültürü korumuş olmalarını bu tür toplumsal akrabalık bağlarına borçlu olabilirler.” değerlendirmesinde bulundu.
ODTÜ Enformatik Enstitüsünden bilgisayar bilimci Doktor Öğretim Üyesi Elif Sürer, “Bugüne kadar antik DNA çoğunlukla insan hareketliliğini incelemek için kullanıldı. Burada ise DNA verilerini akrabalık tahmini için kullandık. Yürüttüğümüz simülasyonlarla akrabalık seviyesini doğru tahmin ettiğimizi belirleyebildik. Çalışma, geçmiş gelenekleri deşifre etmemize olanak sağladı.” diye konuştu.
“Daha yeni başlıyoruz”
ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çiğdem Atakuman ise “Devam eden çalışmalarımızın sonuçları, tarihsel perspektifte insan sosyal davranışını tüm çeşitliliğiyle anlamamıza imkan verecek bir dönüm noktası olabilir.” ifadesini kullandı.
Atakuman, araştırmanın kapsamını daha da ileriye götürmek istediklerini belirterek, “Çalışma genişletildiğinde, tarih kitaplarında Neolitik dönemdeki sosyal hayata ilişkin çok daha kapsamlı verilere yer verilebilecek. Daha yeni başlıyoruz.” dedi.
Doktorasını ODTÜ’de tamamlayan makalenin ilk yazarı Reyhan Yaka, DNA analizlerine ilişkin, “Kemikler, çok eski ve içindeki genetik bilgiyi taşıyan moleküller, zaman içinde oldukça bozulmuş. Bu nedenle analiz edilenlerin sadece üçte birinin DNA’sını çıkarabildik” bilgisini verdi.