27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Yassıada’da tutuklu olduğu sırada hayata veda eden dönemin Sağlık Bakanı Dr. Lütfi Kırdar’ın oğlu emekli diplomat Üner Kırdar, darbenin yaşandığı yıllarda 27 yaşında olduğunu belirterek, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde büyük yıkımlara neden olan 27 Mayıs darbesini ve sonrasında ailece yaşadıkları zorlukları, AA muhabirine anlattı.
1960’ın Mart ayında Londra Büyükelçiliği’nde görevlendirildiğini belirten Üner Kırdar, “Bu bakımdan darbeden önce Türkiye’den ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Darbenin hazırlıklarının en yoğun olduğu dönem de nisan ve mayıs aylarıydı yani darbenin en çok fıkırdadığı dönemde ben Türkiye’de değildim. Genç bir birey olarak, mart ayına kadar Türkiye’de bir darbe olacak havasını sezmedim. Muhalefet vardı ama muhalefet her zaman vardı. Darbeye götürecek bir hava yoktu.” diye konuştu.
Babası Lütfi Kırdar’ın o dönemlerde sağlık sorunları yaşamaya başladığını aktaran Kırdar, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Darbeden önce babam kalp krizi geçirmişti ve sağlık sorunları nedeniyle istifasını Sayın Adnan Menderes’e 1959’un Kasım ayında sunuyor, o da yaptığı üstün hizmetler nedeniyle kabul ediyor fakat ‘Bu istifanın açıklama zamanını bana bırak, kendin açıklama çünkü bana karşı istifa etmiş değilsin sağlık nedeniyle vazifeni bırakıyorsun.’ diyor, babam da ‘Peki efendim, nasıl uygun görürseniz öyle olsun’ diyerek istifasını açıklamıyor.”
Kırdar, yaklaşık altı ay sonra 27 Mayıs darbesinin yapıldığını ifade ederek, “Babam darbede Yassıada’ya götürüldü ve orada da bir kalp krizi geçiriyor. İlk mahkeme sırasında da vefat etti. Onun üzerine Londra’dan kalkıp Türkiye’ye geri döndüm. Henüz Yassıada mahkemelerinin kararları çıkmamıştı.” dedi.
“Türk ordusu son derece onurlu ve şerefli bir ordudur”
Cumhuriyet tarihine kara bir leke olarak kazınan 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Yassıada’da tutuklu olduğu sırada hayata veda eden dönemin Dönemin Sağlık Bakanı olan babası Lütfi Kırdar’ın, 17 Şubat 1961 günü vefat etmesiyle ilgili anılarını anlatırken duygulanan ve babasının vefat etmeden iki sene önce aldığı evinin penceresinden görünen Yassıada’yı acıyla izlediğini dile getiren Kırdar, “Babamın cenazesi için geldiğimde karşılaştığım Türkiye’deki askeri darbe, ‘demokratik bir darbe’ diye gösterildi. Demokratik denilen darbenin, demokratik bir darbe olmadığını düşünüyorum. Değil, bunu ‘askeri yönetimin bir el koyma’ şekli diye vasıflandırmak bile bence günahtır, çünkü Türk ordusu son derece onurlu ve şerefli bir ordudur.” ifadelerini kullandı.
Kırdar, Türkiye’ye döndüğü günlerde ailece pek çok kötü muamele ve hadiseyle karşılaştıklarını aktararak, şöyle devam etti:
“Beni etkileyen en üzücü olay, babamın cenazesinde bizi tevkif etmeye kalkışmalarıydı. Babam Yassıada’da vefat edince cenaze işleriyle ağabeyim uğraşıyordu. Ağabeyim, ‘Cenazeyi ne zaman alabiliriz?’ diye soruyor, bunun üzerine İstanbul Valiliği ‘yarın getireceğiz, size teslim edeceğiz. Cenazeyi nereden kaldıracaksınız?’ diyorlar, Annemin de tercihi, Şişli Camisi ve sonrasında Zincirlikuyu Mezarlığı oluyor çünkü Şişli Camisi ve Zincirlikuyu Mezarlığı da babam zamanında yaptırılmış. Bize, ‘Cenazeyi alırsınız fakat tabutuna Türk Bayrağı saramazsınız’ dediler.
Halbuki babam devleti kuran adamlardan biri, İstiklal Madalyası sahibi bir kişidir. Hangi kanuna göre sen bu hakka sahip oluyorsun? Nitekim babamın cenazesini Türk Bayrağına saramadık. Ben bir iktisatçı ve hukukçu olarak söylüyorum, bu ifadelerde hukukun geçerliliğini gösteren bir açıklaması yok bu durumun, sen neye göre böyle bir karar alıyorsun, bir defa niçin bu kararı alıyorsun? Hangi hakla, neyi ispatlamışsın? 60 sene geçtikten sonra TBMM’nin geçen sene çıkardığı karar ve kanun, bu darbenin ne kadar kanunsuz ve hukuksuz olduğunu tescil etmiş durumdadır.”
İstanbul halkının Kırdar ailesine karşı büyük bir hürmet ve sergisi olduğunu anlatan Kırdar, “Babamın cenazesinde sevgisini göstermek için gelen 80 bin kişi katılmıştı, müthiş bir kalabalık vardı. İnsanlar, 17 Şubat’ta babamın cenazesini, omuzlarında Zincirlikuyu’ya kadar taşımak istediler, omuzlarda taşındı ve cenaze merasimi yapıldı tam gömüleceği sırada kalabalığı görenler o dönemin askeri valisine haber veriyor. Kendileri de geldi ve kalabalığa şahit olunca ‘Vay efendim, nasıl böyle bir kalabalık olur, oğulları nerede?’ diye ve bizi soruyor. İnsanlar da başsağlığına geldiğini farz edip bizi gösteriyorlar. Adam meğerse bizi tevkif etmeye gelmiş, açıklaması da biz, cenazenin omuzlarda taşındığı esnada insanlar ‘Allah-u Ekber’ dediği için irticai faaliyet yapıyormuşuz. Bu irticai faaliyet midir, tekbir getirmek İslam dininin bir adetidir. Velhasıl cenaze merasimimizi tamamlayamadık, ağabeyimi alıp götürdüler, darbenin etkisini bizlerde çok acı olarak yaşadık.” dedi.
“Darbe olmasaydı, bugün Türkiye çok daha ilerlemiş bir seviyede olacaktı”
Kırdar, bugün 88 yaşında bir birey olarak geçmişe dönüp baktığında yaşananların büyük bir saygısızlık, haksızlık ve insan haklarına karşı kötü bir şekilde davranılabileceğini daha iyi idrak edebildiğini işaret ederek, “Babam ve arkadaşlarını Yassıada’ya götürmek için nakliye uçağı kullanıyorlar, nakliye uçağı dediğiniz şeyin oturacak koltukları bile yoktur. Uçak Yeşilköy’e geliyor, yahu bari bir merdiven dayayın da doğru dürüst insinler, hayır! Oradaki başçavuş bağırıyor, içinde Fatin Rüştü Zorlu’nun de oldu bakanların arasında rahmetli babam da var. Babam 76 yaşında kalp hastasıydı o zamanlar ve babam ve arkadaşlarını merdivenden indirmiyorlar, uçağın kapısından aşağı atıyorlar. Sonra motorlara bindirilip Yassıada’ya götürülüyorlar.” ifadelerine yer verdi.
Türkiye’nin 27 Mayıs darbesi başta olmak üzere bütün kötü anıları atlattığını vurgulayan Kırdar, şunları kaydetti:
“Darbenin ardından geçen süre içinde 61’inci yılındayız, darbeden önceki Türkiye’ye baktığınız zaman saygın bir ülkedir. Demokrat Parti zamanında , NATO’nun üyesi olmuş, çeşitli uluslararası ilişkiler kurmuş, ekonomisi oldukça güzellemeye giden bir ülke haline gelmiştir. Hatalar olmamış mı, olmuştur ama 1960 darbesinin yapıldığı Türkiye’de eğer darbe olmasaydı ve Türkiye normal süreçte ilerlemeye devam etseydi bugün Türkiye çok daha ilerlemiş bir seviyede olacaktı. Halbuki bu 60 yılın içinde Türkiye’nin yegane ilerlediği süreçte, darbe ve düzen bozukluğunun getirdiği, koalisyonların işlemediği dönemler yaşadık. Darbe dönemleri, ülkelerin gelişmesinde olumsuz etkilerin olduğunu ispatlamış durumdadır.
Dünya düzeni beklemediğimiz bir şekilde çabuk değişen ve gelişen bir sistemin içindedir. Önümüzdeki 15-20 yılın içinde dünya düzeninin bilhassa teknolojik düzenleme seviyesinin sonucunda nerelere gideceğini şimdiden kestirmek pek kolay değil. Biz ülke olarak bu trendleri yakından takip edip gençlerimizin atılgan, bilgili, kültürlü ve birbirine dayanışma halinde olan bir şekilde yetişmesini gerçekleştirecek bir rejim içinde olmasını kalben öneriyor ve Tanrımdan diliyorum. Önümüzdeki yılların gençlerimiz açısından kolay olacağı kanısında değilim çünkü çok daha atılgan ve sorunlu bir dünya ile karşılaşacağımız kanısındayım. Türkiye demokrasisi içinde gönlümde olan en iyi temennileri iletmek isterim. Lütfi Kırdar’ın küçük oğlu olarak ve Kırdar ailesinin en yaşlı bireyi olarak, Türk milletine, bilhassa İstanbullulara ve Manisalılara, bunların yanında da Türk basınına babama ve babamın yaptığı hizmetlere karşı göstermiş olduğu ilgi ve desteği büyük bir minnetle anmayı kendime bir vazife olarak kabul ediyorum. Şükranlarımı sizin vesileniz ile bildirmekten de ayrıca büyük bir mutluluk duyuyorum.”