Ülkedeki 13. dönem Cumhurbaşkanlığı seçimleri için İran siyasetinde önemli makamlarda bulunan 4 güçlü isim adaylık başvurusunda bulundu. Bu isimlerden eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri ve eski Meclis Başkanı Ali Laricani AKK tarafından veto edildi. Böylece adaylığı onaylanan aşırı muhafazakar Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi rakipsiz kaldı ve seçimin favori ismi olarak ön plana çıktı.
AKK’nin İran rejiminin gözde ismi Reisi’yi, vetolarla seçimlerde tek güçlü seçenek olarak öne çıkarmasının ülkede nasıl bir etki bırakacağı ise merak konusu oldu. Bunun yanında, benimsediği sertlik yanlısı söylemler ile dikkati çeken Reisi’nin göreve gelmesi durumunda ülkede neleri değiştireceği, kronik sorunları nasıl çözeceği ve dünya ile ne tür bir iletişim kuracağına ilişkin sorular da gündeme geldi.
Muhafazakarlar güç kazandı
Ahmedinejad, Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılmasının ardından sık sık İran yönetimini eleştirdi. Laricani’nin ise ılımlı muhafazakar kimliği ile reformist seçmenden de oy alabileceği yorumları yapılıyordu.
Her iki güçlü ismin de AKK tarafından veto edilmesi seçmende tercih seçeneklerini kısıtladı. Böylece, Reisi’yi destekleyen muhafazakarlar, rejimin desteğiyle ülkedeki siyasi gücünü tahkim etmiş oldu.
Reformistler ağır darbe aldı
Güçlü reformist aday Cihangiri’nin veto edilmesi reformistlerin seçimleri kazanma umudunu da suya düşürdü. AKK’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmasına onay verdiği 7 kişi arasında bulunan reformist 2 ismin ise toplumda ciddi bir karşılığı bulunmuyor. Reformistlerin seçimlerde bu iki kişiden birinin etrafında kenetlenip seçimleri kazanması olası görünmüyor. Bu nedenle, reformistler yaptıkları açıklamada, 7 adaydan hiçbirini desteklememe kararı aldıklarını duyurdu. Bir çok güçlü reformist aday, Şubat 2020’deki Meclis seçimlerinde de AKK tarafından veto edilmişti. Benimsedikleri politikalar nedeniyle son iki yıldır ağır ithamlarla karşı karşıya kalan reformistlerin, Cumhurbaşkanlığı makamını da kaybetmesiyle yeniden güçlü bir siyasi söylemle toparlanması kısa vadede pek mümkün görünmüyor.
Kısıtlı demokrasiye darbe
Kendisini “İslami Demokrasi” olarak tanımlayan İran rejimi, Cumhurbaşkanlığı ve diğer çeşitli siyasi makamlara aday olanları rejime bağlılığı yönünden denetime tabi tutuyor. Rejim, meşruiyetini adaylar arasından kendi belirlediği kişilerin halk tarafından siyasi pozisyonlara seçilmesi üzerine kuruyor.
AKK’nin, söz konusu 3 güçlü aday dahil toplam 585 ismi değerlendirirken “Cumhurbaşkanlığı yapmaya yetersizlik” argümanı ile veto etmesinin, halihazırdaki kısıtlı demokrasiyi daha da zayıflattığı söylenebilir.
İran kamuoyunda AKK’nin kararlarını siyasi gerekçelerle aldığı yorumları yapılıyor. Bu durumun, seçimlere geniş katılımın ve adil rekabetin önünde tehdit olduğu vurgulanıyor. Bu nedenle, Cumhurbaşkanlığı konumunun rekabetten yoksun bir ortamda devredilecek olmasının, AKK’ye güven kaybettirdiği ve sistemin dayandığı anayasal meşruiyeti sorgulattığı belirtiliyor.
Sertlik yanlısı politikalar öne çıkabilir
Reisi’nin en güçlü aday olarak öne çıkması ile doğrudan Hamaney’e bağlı kişi ve kurumların güçlü bir muhafazakar adayda kenetlenme arzusu gerçekleşmiş oldu. Sertlik yanlısı söylemleri benimseyen muhafazakarların, yeni dönemde bunu iç ve dış siyasete yansıtma ihtimali yüksek.
Muhafazakarların, insan hakları ve özgürlüklerin genişletilmesine dair vaatleri öncelememesi ve Batı ile ilişkileri geliştirmede reformistler kadar istekli olmaması da İran’ın geleceğinde kronikleşen sorunların çözümünü zorlaştıracağının ipuçlarını veriyor.
Reformistler, demokrasi ve özgürlük yanlısı kesimleri söylemleriyle cezbedebiliyordu. Reisi’nin benzer talepleri karşılamaya yönelik ciddi bir vaadi bulunmuyor. Bu durum İran’ın geleceğine umutla bakmak isteyen kesimleri hayal kırıklığına uğratacağa benziyor.
Seçimlere düşük katılım bekleniyor
Meclis seçimlerindeki tasfiyeler ve son olarak AKK’nin kararı ülke siyasetinde sandığa olan inancı baltaladı. Halihazırda ülke genelindeki seçimlere pek ilgi göstermeyen İran halkının, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de düşük katılım göstermesi bekleniyor.
Çift başlı sistem zayıflayabilir
Reformist siyasetçi Ruhani, 8 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde İran rejimini Batı ile iletişimi artırmaya ikna etti. Göreve gelir gelmez, küresel güçler ile nükleer anlaşma müzakerelerine başladı. Ruhani, bir çok Batılı siyasi ile güçlü irtibatı olan Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in öncülüğünde 2015’te nükleer anlaşmayı imzalamayı başardı.
Ruhani, anlaşmayı imzalarken yaptırımların kaldırılması karşılığında rejimi, nükleer faaliyetlerde taviz vermeye ikna etti. Ruhani, ABD’nin anlaşmadan çekilmesi ve yaptırımları yeniden hayata geçirmesi sonrasında bile muhaliflerinin tüm eleştirilerine göğüs gererek, nükleer anlaşmayı savundu ve İran’ın taahhütlerine sadık olduğunu vurguladı.
İran siyasetinde çok önemli görevlerde bulunmuş yukarıda adı geçen Cihangiri, Laricani ve Ahmedinejad’ın “Cumhurbaşkanlığı yapmaya yetersizlik” gerekçesiyle reddedilmesi, sorunların siyasete katılım ile çözülebileceği inancını da değersizleştiriyor. Söz konusu karar, Hamaney ve ona bağlı kurumlar ile Cumhurbaşkanlığı makamı arasında bölünen çift başlı sistemi daha da zayıflatacaktır. Bu durumda, Cumhurbaşkanlığı makamı aktif olarak devam edecek olsa da işlevselliğini büyük oranda kaybedecektir.
Muhafazakarların nasıl bir dış politika izleyeceği ise netleşmiş değil. Muhafazakarlar nükleer anlaşmaya karşı olmadıklarını deklare etse de Batı ile ilişkilerde Ruhahi hükümetine kıyasla daha sert bir tutuma sahip.
Muhafazakarların, füze programı ve Devrim Muhafızları Ordusunun Orta Doğu’daki faaliyetleri konusunda taviz vermeye niyetli olmadıkları görülüyor. Ayrıca, insan hakları ve özgürlükler konusunda da eleştirileri ciddiye alan bir tutumda oldukları söylenemez. Bu nedenle, Ruhani hükümetinin taviz vererek Batı ile iletişimi artırma politikasında gerileme görülebilir. Zira, nükleer anlaşmanın sekteye uğramasının ardından muhafazakarlar, Ruhani hükümetini Meclis, basın ve çeşitli kurumlar üzerinden zora sokan adımlar atmıştı.
Hal böyleyken, halkın genel oylarıyla belirlenen Cumhurbaşkanlığı makamının rekabetsiz bir şekilde el değiştirerek zayıflaması ve hükümet politikalarında sert söylemlerin artması küresel güçlerin İran’a yönelik tutumunu da olumsuz yönde etkileyecektir.
Sorunlar sonraki dönemde muhafazakarlar için risk oluşturabilir
İran’ın içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal krizler, seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılan muhafazakarlar için büyük tehlike doğurabilir. Reisi başkanlığındaki muhtemel muhafazakar hükümet, her şeyden önce halkın sorunlarına çözüm bulmak mecburiyetinde. Bu nedenle, muhafazakarların özellikle ekonomik sorunların çözümü adına, benimsedikleri sert Batı politikasını gözden geçirmeleri gerekiyor.
Rejimin, kendi kurduğu sistemi kısıtlaması, Reisi döneminde problemlerin çözümüyle telafi edilmediği takdirde, her iki büyük siyasi cenahın da çözemeyeceği köklü sorunlar ülke için güvenlik meselesi haline dönüşebilir ve Hamaney sonrası adı İran liderliği için geçen Reisi’nin de ülkenin en üst makamına ulaşması imkansız hale gelebilir.