Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın İsrail işgali ve ablukası altındaki Filistin topraklarında 22 Mayıs’ta yapılacağı ilan edilen Filistin genel seçimlerinin ertelendiğini açıklaması bölgede büyük yankı uyandırdı. Açıklamada seçimlere ilişkin yeni bir takvimden söz edilmemesi ise dikkatleri çekti. Mahmud Abbas bu karara gerekçe olarak İsrail devletinin işgal altındaki Doğu Kudüs’te seçim yapılmasına izin vermediğini ve bu durumun Filistinlilerin seçimlere güvence altında katılımını tehlikeye soktuğunu öne sürdü. Filistin Yönetimi’nin erteleme kararı Filistin kamuoyunda büyük tepkilere neden oldu. Coğrafi olarak bölünmüş durumdaki Filistin’de demokratik seçimler 2006’dan bu yana yapılamıyor. Son zamanlarda seçim sürecine paralel olarak yaşanan gelişmeler de Filistin’in parçalı siyasi yapısını bir kez daha gözler önüne serdi.
Doğu Kudüs’te Filistin seçimi mümkün mü?
Filistin’deki siyasi yapılar içinde ortaya çıkan ihtilafları ve istikbale matuf öngörüleri irdelemeden önce, seçim iptaline yol açan krizin gerekçesi olan Doğu Kudüs’teki mevcut duruma kısaca değinmek gerekiyor. İsrail Doğu Kudüs’ü 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana işgal altında tutuyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 242 sayılı kararı dahil olmak üzere uluslararası merciler ve aktörler mevcut durumun hukuksuzluğunu tasdik ediyor. Bugüne akseden pek çok sorunda, 1967’deki savaşın bugüne ulaşan sonuçlarının, henüz tazmin edilemeyen adaletsizliklerinin izleri bulunuyor. O günden beri işgal altında bulunan parçalı sınırlar ve demografik yapı, günümüzde ortaya çıkan siyasi ya da sosyal pek çok güncel soruna zemin teşkil ediyor.
Mevcut durumda Doğu Kudüs’te 350 bin civarında Filistinli yaşıyor. 1995’te Washington’da İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında varılan Geçiş Aşaması Anlaşmasının 6. maddesine göre, Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler İsrail Posta Kurumu’na bağlı postanelerde oy kullanma hakkına sahipler. Nitekim 1996’daki milletvekili, 2005’teki devlet başkanlığı ve 2006’daki milletvekili seçimlerinde Doğu Kudüs’teki Filistinliler bu maddeye dayanarak oy kullanma işlemini gerçekleştirmişlerdi. O tarihten bu yana Filistinliler herhangi bir seçimde oy kullanma imkânı bulamamış, gözler 22 Mayıs’ta düzenleneceği duyurulan milletvekili seçimlerine çevrilmişti.
Filistin devletinin başkenti olması tasavvur edilen Doğu Kudüs’te oy kullanılması Filistinliler için sembolik olarak büyük önem taşıyor. Fakat İsrail cephesinin Doğu Kudüs’teki seçimlerde Filistinlilerin oy kullanmasına izin vermek konusundaki kararıyla ilgili net bir tavrı resmi olarak kamuoyuna beyan etmemesi üzerine, Filistin yönetimi planlanan seçimlerin süresiz ertelendiğini ilan etti.
Ocak ayında Abbas tarafından imzalanan kararnamede, milletvekili seçimlerinin yanı sıra 31 Temmuz’da devlet başkanı ve 31 Ağustos’ta da Filistin Ulusal Konseyi seçimlerinin yapılması öngörülmüştü. Erteleme yakın dönemde gerçekleşmesi planlanan diğer seçimleri de akamete uğratmış durumda.
Karardan rahatsızlık duyan Filistinliler, siyasi iradenin bu denli hayati bir konuda İsrail’in aksiyonunu referans alarak hareket etmesinin, işgal devletine verilen haddinden büyük bir taviz olduğuna inanıyor. Zira Filistinliler demokratik seçim sürecini, Filistin siyasetindeki bölünme eksenini sona erdirecek bir başlangıç adımı olması ümidiyle bekliyorlardı.
Düşman kardeşlerin hikayesi: İşgal altındaki farklı kutuplar
Filistin’in elde kalan toprak parçalarında yaşanan kutuplaşmaların en barizi yıllardır Hamas ve Fetih Hareketi arasında yaşanmakta. Şüphesiz Filistin toplumunun hem ulusal hem uluslararası arenada başlıca temsilcisi, on yıllar boyunca FKÖ çatısının lokomotif gücü olan Fetih Hareketi’ydi. 1950’li yılların sonunda kurulan Fetih Hareketi tedrici olarak FKÖ’nün ana parçası oldu ve dünya kamuoyunun da Filistin meselesinde muhatap kabul ettiği aktör haline geldi. Yasir Arafat’ın karizmatik liderliğindeki örgüt, başlangıç yıllarında silahlı direnişi savunan bir gerilla hareketi olarak nam kazansa da, on yıllar süren değişim sonucunda, İsrail’le yapılan barış müzakerelerinin Filistin’i temsil eden şiddet karşıtı siyasi aktörüne evrildi. Hamas ise Birinci İntifada’nın başlangıç yılı olan 1987’de, İslamî eğilimleri yüksek Filistinlilerin ittifakı ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in ideolojik desteğiyle kuruldu.
İki kanat da organizasyonlarını birbirine zıt değer kümeleri üzerine inşa ediyorlar. Fetih organizasyonu seküler eğilimli, devrimci gençlik örgütlenmeleri geçmişine sahip kuşakların, Hamas ise İslamî değerleri önceleyen paradigmaya sahip kadroların kontrolünde. İki kanadın farklı ideolojik perspektifleri, yıllar boyunca dünya genelinde farklı odaklar tarafından desteklenmelerine ve farklı aktörlerle ittifak kurmalarına yol açtı.
FKÖ’nün imzacısı olduğu, 1990’lı yıllarda yapılan Oslo Anlaşması, iki taraf arasındaki çözüm reçetelerinin farklılıklarının gün yüzüne çıktığı kilometre taşlarından biri oldu. Örneğin FKÖ İsrail’i devlet olarak tanırken Hamas tanımıyor. Zaman içinde Oslo Anlaşması’nın vadettiği barışı temin edememesi, Hamas’ın toplum nezdinde daha kuvvetli bir alternatif olarak temayüz etmesini sağladı. Özellikle Fetih Hareketi’nin karizmatik lideri Yasir Arafat’ın 2004’teki ölümünü takip eden yıllarda Hamas, bu popülaritesini sürpriz olarak lanse edilen bir seçim zaferiyle taçlandıracaktı.
Hamas 1996’daki milletvekili ve başkanlık seçimlerini ve Ocak 2006’da düzenlenen başkanlık seçimlerini boykot ederek, parti olarak ulusal seçimlere katılmayı reddetti. Seçimleri düzenleyen Filistin Yasama Konseyi ve Filistin yönetimini, İsrail’e taviz veren yapılar oldukları gerekçesiyle meşru görmeyen Hamas’ın bu çekinceyi bir kenara atarak katıldığı ilk ulusal seçim ise 2006 genel seçimleri oldu. Hamas 2005’teki yerel seçimlerde arkasına aldığı pozitif ivmeyle birlikte, sürpriz addedilen bir başarıyla, 132 sandalyeli Filistin meclisindeki 74 sandalyenin sahibi oldu; siyasi rakibi el-Fetih ise 45 sandalyede kaldı. Filistin halkının Fetih’i yolsuzluk sarmalına girmiş ve halkın mevcut problemlerini çözmek için gerekli reaksiyonları göstermekten aciz bir yapı olarak görmesinin, Hamas’ın seçim başarısının ardındaki temel faktör olduğu söylenebilir.
Hamas’ın 2006’daki seçim zaferinin ardından, iki kanat arasındaki ihtilaf kısa sürede kanlı bir çatışmaya evrildi. Yüzlerce Filistinli iki kesim arasındaki bu fiili iç savaşın kurbanı oldu. Hamas ve Fetih Hareketi arasındaki kanlı çatışmaların sona ermesinin ardından “modus vivendi” (geçici anlaşma) dönemi başladı. Gazze’den 2007’de tamamen çekilen Fetih Hareketi Batı Şeria’nın yönetimini üstlenirken, Hamas yönetimi İsrail’in ablukası altında yoksulluğun hüküm sürdüğü Gazze’de kontrolü eline aldı. Mevcut durumda Gazze, hakkında yapılan benzetmeleri doğrulayacak şekilde bir “açık hava hapishanesine” dönüştü. Hamas ise artık ABD, Avrupa Birliği (AB) ve İsrail tarafından “terörist” addedilmeye başlandı; uluslararası yapılar Ramallah merkezli FKÖ’yü tanıyor. Günümüzde bu kutuplaşmış tabloyu benzersiz kılan faktörse Fetih Hareketi bloğunda su yüzüne çıkan yeni muhalif damarlar.
Fetih hareketi içindeki çatlaklar: Su yüzüne çıkan iç muhalefet
Fetih Hareketi 22 Mayıs’ta yapılması planlanan milletvekili seçimleri öncesinde, farklı aday listeleriyle bölünmeler yaşıyordu. El-Fetih grubunda bulunan Mahmud Abbas’ın listesi dışında, iki yeni grup da bu seçime kendi listeleriyle gireceklerini ilan etmişti. Bu gruplardan birini, Fetih’in liderlerinden olan ve 2001’den beri İsrail hapishanelerinde bulunan Mervan el-Bergusi ve kısa süre önce Fetih’in merkez konsey üyeliğinden ihraç edilen, Yasir Arafat’ın da yeğeni olan Nasır el-Kudva’nın ortaklığıyla şekillenen “Özgürlük” adlı seçim listesi oluşturuyordu. Bergusi halk nezdinde popülaritesini koruyan ve yıllardır yaşadığı hapishane sürecinin yarattığı imajla özellikle gençler üzerinde de tesiri olan bir isim. İttifakın seçimler için verdiği listede Bergusi’nin adı yer almamıştı; kendisinin olası devlet başkanlığı seçimlerinde aday olmayı planladığı kaydediliyor. Nasır el-Kudva da reform çağrısı yaparak ayrı bir liste girişiminde bulunmasının ardından hareketten ihraç edilmişti.
Dahlan tehlikesi
Fetih hareketi içindeki bir diğer muhalif liste ise sürgündeki eski Fetih üyesi Muhammed Dahlan’ın önderliğinde oluşturulan “Gelecek” listesiydi. Kendi ismi listede yer almayan Dahlan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından finanse edilmesiyle biliniyor ve epey tartışmalı bir siyasi geçmişe sahip.
Alengirli ilişki ağlarıyla anılan Dahlan’ın Yasir Arafat tarafından parti görevlisi olarak atandığı Gazze yılları 1993-2002 arasını kapsıyor. Dahlan hakkında olumsuz rivayetlerin yayılmaya başladığı bu dönemde, kendisine karşı yapılan en dikkat çekici suçlamalar CIA ve İsrail’le kurduğu iddia edilen dirsek temaslarıydı. Önce Arafat, ardından Mahmud Abbas’ın güvenini kaybeden Dahlan 2011 yılında partiden ihraç edildi ve sürgüne mecbur kaldı.
Dahlan 2016’da Filistin mahkemeleri tarafından Fetih üyesi olduğu dönemde yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılmıştı. Son dönemde özelikle -BAE sponsorluğunda- Gazze’ye Kovid-19 aşı yardımının yapılmasına aracı olmasıyla yeniden gündeme gelen Dahlan’ın, Filistin siyasetinde yeniden aktif olmak istediği açık; iptal edilen seçim bu arzusunu gerçekleştirmek için önemli bir vesile olacaktı.
Seçimler neden iptal edildi?
İptal kararının ardındaki ana faktörün Fetih Hareketi içindeki bu bölünmenin, Abbas ve ekibi üzerinde yarattığı endişe olduğu yorumları yapılıyor. Seçim öncesi ortaya çıkan anket sonuçları, Fetih Hareketi içinden çıkan bu iki muhalif blokun, hareketi kayda değer oranda bir oy kaybına uğratacağı projeksiyonuna sahipti. Yıpranmış Abbas’ın şu anda, göreve geldiği 2005’ten bu yana karşılaştığı en derin iç muhalefet kriziyle uğraştığı söylenebilir. Olası bir devlet başkanlığı seçiminde aday olması halinde, Mervan el-Bergusi kendisine karşı favori aday olarak öne çıkıyor.
Abbas ve Fetih açısından muhalif hiziplerin yarattığı potansiyel tehditse 2006’da tekrarlanan senaryonun tekerrür etmesi. Fetih Hareketi içindeki parçalanmış görüntünün, seçime bir bütün olarak giren Hamas’a seçmen desteğini artırması ihtimali, Abbas ve ekibinin uykularını kaçıracak bir senaryo olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim genel kanı, Abbas’ın olası bir seçim mağlubiyetinin önünü alma saikiyle, vekil seçimlerini bilinmeyen bir tarihe ertelediği yönünde. İsrail’in de “Kudüs’te oy yasağı” tutumunun ana sebebinin, Hamas’a nazaran daha tercih edilebilir bir “düşman” olan Mahmud Abbas’a seçimi ertelemesi için bir mazeret sunmak olduğu iddiası, kayda değer bir başka argüman olarak göze çarpıyor.
Filistin’de ulusal birlik umutları sona mı erdi?
Filistin’de iki ihtilaflı blok arasında köprülerin atıldığı tarihten bu yana çeşitli ülkelerin arabuluculuğuyla görüşmeler yapılmış, ancak varılan mutabakatlara rağmen nihai hedef olan ulusal birlik bir türlü gerçekleşmemişti. Bu görüşmelerin son ayaklarından biri de 2020’nin Eylül ayında Fetih Hareketi ve Hamas heyetleri arasında İstanbul’da yapılmıştı. Görüşmelerde ulusal birlik liderliğinin kurulması ve toplumsal aktörlerin katılımıyla ortak karar mekanizmalarının oluşturulması gibi konu başlıklarını içeren gündemler masaya yatırılmıştı. Nitekim bu görüşme trafiğinin de katkılarıyla Ocak ayında ilan edilen seçim takvimi Filistin toplumunda heyecan yaratmıştı.
Hem Gazze hem Batı Şeria’daki ekonomik sıkıntılar da tarafları zorlayan faktörler arasında. Dış ülkelere bağımlı olarak finanse edilmeye çalışılan bütçeler onları zorluyor. Filistin toplumu yalnızca ideolojik farklıklarla değil, son derece hayati sorunlar yumağıyla bilfiil mücadele etmek zorunda.
Bölgede son yıllarda yaşanan gelişmeler de ulusal birliğin temini konusunda tarafları köşeye sıkıştıran faktörler olarak göze çarpıyor. İsrail bölgede ABD gibi kadim müttefiklerinin sarsılmaz desteğinden ve bölgedeki Arap devletlerinin izledikleri pragmatik dış politikadan faydalanarak son yıllarda hiç olmadığı kadar gücünü konsolide etmiş görünüyor.
Filistin yönetiminin seçimleri erteleme kararı, tüm bu uygun zemini görmezden gelen bir hamle olarak değerlendirilebilir. Nitekim ortaya çıkan olumsuz havanın Hamas ve Fetih Hareketi arasında Kahire ve İstanbul diyaloglarında kaydedilen aşamaya da zarar verme ihtimali hayli yüksek. Karar kısa vadede ulusal mutabakatın gerçekleşme ihtimalini de oldukça zora sokmuş görünüyor.
Demokratik sürecin başlaması hem uzlaşı yönünde adımlar atılmasını sağlayacak diyaloglara vesile olması açısından hem de Filistin halkının seçme-seçilme hakkına yeniden sahip olmasını temin etmesi bakımından oldukça değerli bir dönüm noktası teşkil edecekti. Seçimde listelerde yer alan adayların yüzde 30’unun kadın ve yüzde 40’ının da 40 yaşın altında olması, reform çabasına toplumsal katılımı göstermesi açısından pozitif işaretler olarak okunabilir. Demokratik seçimlerin siyasi bölünmeyi sona erdirmesi için bir vesile olması ümit edilirken, ertelemenin ardından, olumlu temennilerin yerini hayal kırıklığı ve telafisi zor bir güven kaybına bırakma ihtimali en olumsuz senaryo olarak karşımıza çıkıyor.
Muhtemel senaryolar
Kendi içinde yekpare bir Filistin politikası güdemeyen Arap dünyasının minyatürü haline gelmeye başlayan Filistin’deki ihtilaflar, Filistinlilerin kalıcı ve adil çözümü temin etmek için en çok ihtiyaç duyacakları siyasi birlikten ne kadar uzak olduklarını gözler önüne seriyor.
Filistin’de seçimler er ya da geç olacaktır. Mahmud Abbas’ın hem yaşı sebebiyle hem de uzun soluklu siyasi kariyerinin yıpranmış siciliyle değişimin önünde daha fazla durması muhtemel bir senaryo değil.
İşsizlik ve yozlaşmış siyasi sistem gibi sorunlara merhem olması beklenen demokratik seçim sürecinin akamete uğramasının en büyük mağdurları ise bölgedeki genç nüfus. İlk demokratik oy kullanma hakları bir kez daha ellerinden alınan Filistinli gençler, tıkanan demokratik kanalların enkazı altında, kendileri için bir gelecek inşa etmek zorunda. Artık ne kadar mümkünse…