Keşmir sorunu, dünyada çözülmemiş en eski uluslararası sorunlardan biri. Yaklaşık yetmiş yıllık tecrübe, bu sorunun kendiliğinden ortadan kalkmayacağını ve kalıcı bir temelde çözüm için acilen çaba sarf edilmesi gerektiğini gösteriyor. Bu sorun bağlamında “kalıcı” kelimesi “eşitlikçi” kelimesi ile aynı anlama geliyor çünkü ne kadar eşitlikçi bir çözüm olursa barış o kadar kalıcı olacak. Şimdiye kadar geliştirilen argümanlarda görüldü ki sürecin, sadece yasal unvan ve erdemden ziyade, denklemdeki doğrular ve yanlışlar ne olursa olsun kendilerine ait belirgin bir kimlik duygusuna, acıya ve özleme sahip halkları içermesi zorunludur.
Sadece Keşmir’e değil, Afganistan dahil Güney Asya’nın tamamına barış ve refahı geri getirmek için BM ve dünya güçlerinin, özellikle de ABD’nin Keşmir’e müdahale zamanının geldiğine inanıyorum.
Keşmir anlaşmazlığı esasen 23 milyonluk ülkenin hayatını ve geleceğini ilgilendiriyor. Ancak Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkilere etkisi nedeniyle Güney Asya bölgesinin ve Afganistan’ın barış ve istikrarını da doğrudan etkiliyor. Bu, sorunun yaşandığı bölgenin, insanoğlunun toplam nüfusunun beşte birini içermesi anlamına geliyor.
Keşmir anlaşmazlığı 1947-1948’de patlak verdiğinde, ABD, Keşmir’in gelecekteki statüsünün bölge halkının istek ve arzularına göre belirlenmesi gerektiği fikrini savundu. ABD, 21 Nisan 1948’de BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen tartışmasız ilkeye dayanan “47 sayılı Karar”ın ilkesel olarak destekçisiydi. Kararın ardından ABD, BM Hindistan ve Pakistan Komisyonu’nun (UNCIP) önde gelen bir üyesi olarak bu duruşa bağlı kaldı. Çözüm için temel formül, 13 Ağustos 1948 ve 5 Ocak 1949’da kabul edilen UNCIP kararlarına dahil edildi.
Ne yazık ki ABD tarafından verilen tüm bu beyan ve taahhütler bugüne kadar yerine getirilmedi ve Keşmir anlaşmazlığı hem Hindistan’ı hem de Pakistan’ı nükleer felaketin eşiğine getirdi. Şimdi, iki ülke arasındaki barışın ABD için daha da yüksek bir menfaati olan başka bir çatışmanın yani Afganistan’daki savaşın sona erdirilmesine yardımcı olabileceği söyleniyor.
ABD hükümetinin geleneksel olarak oynadığı rol, eski Başkan Harry Truman ve İngiltere Başbakanı Clement Attlee tarafından “Hindistan ve Pakistan arasında Keşmir anlaşmasının uygulanmasıyla ilgili herhangi bir ihtilaflı konu tahkime sunulmalıdır.” kararına yapılan çağrısında açıkça görülmekte. Buna ek olarak ABD’nin rolü, Amerikalı Amiral Chester Nimitz’in Keşmir’de plebisit (halk oylaması) yöneticisi olarak atanması; Başkan John F. Kennedy tarafından 1962’de İrlanda’nın BM Güvenlik Konseyi’nde Keşmir konusunda komisyonun kararlarını yeniden teyit eden bir kararı desteklemesini İrlanda Başkanından talep etmesinde de açıkça görülmekte.
ABD’nin rolü ayrıca, 1947-48’den 1962’ye kadar Keşmir’in askersizleştirilmesi için Güvenlik Konseyi’nin sayısız toplantısında referanduma hazırlık olarak, ABD delegasyonunun güçlü biçimde savunmasında ve bunun için konseyin 12 önemli kararını desteklemesinden de anlaşılmaktadır. Ek olarak ABD’nin yapıcı rolüne, 1951’den 1958’e kadar bir başka Amerikalı Frank Graham’ın Keşmir’in askerden arındırılmasını sağlamak amacıyla yürüttüğü, özgür ve tarafsız bir referandum yapılmasını mümkün kılan uzun süreli müzakereler sıralanabilir.
ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles 5 Şubat 1957’de şunları söylemişti: “Taraflar başka bir çözüm üzerinde anlaşamazlarsa Güvenlik Konseyi tarafından, orada bir halk oylaması yapılması yönünde önerilen çözümün geçerli olması gerektiğine inanmaya devam ediyoruz.”
15 Haziran 1962’de ABD’nin BM temsilcisi Adlai Stevenson şunları söyledi: “En iyi yaklaşım, taraflar arasında var olan ortak zemini bir hareket noktası olarak almaktır. Elbette her iki tarafça da kabul edilen, özünde bölgenin askersizleştirilmesini ve nüfusun Cammu ve Keşmir’in gelecekteki statüsüne özgürce karar verebileceği bir plebisit sağlayan kararlara atıfta bulunuyorum. Bu, Birleşmiş Milletler’in var olduğu temel amaçlardan biri olarak Sözleşme’nin 1. maddesinde yer alan, kişilerin kendi kaderini tayin etme ilkesine tam olarak uygundur.”
Ne yazık ki ABD tarafından verilen tüm bu beyan ve taahhütler bugüne kadar yerine getirilmedi ve Keşmir anlaşmazlığı hem Hindistan’ı hem de Pakistan’ı nükleer felaketin eşiğine getirdi. Şimdi, iki ülke arasındaki barışın ABD için daha da yüksek bir menfaati olan başka bir çatışmanın yani Afganistan’daki savaşın sona erdirilmesine yardımcı olabileceği söyleniyor. Nitekim, Kabil’e giden yolun Keşmir’den geçtiğini, ABD’nin Keşmir’de barış olmadan Afganistan’ı asla istikrara kavuşturmayacağını uzmanlar giderek iddia etmeye başladı. Ayrıca, Hindistan ve Pakistan’ı bir araya getirmek, ABD’nin çıkarına büyük ölçüde hizmet ediyor gibi görünüyor. Bu ise Biden yönetiminin meseleden kaçınma kararlılığını anlamayı giderek zorlaştırıyor.
Hint, Pakistanlı ve Amerikalı düşünürler arasında, Afganistan’da barışın ilerlemesinin anahtarının Keşmir’de olduğu konusunda birbirine benzer düşünceler var. Bir yandan Hint bağımsız düşünür ve yazar Pankaj Mishra, New York Review of Books’ta “Her zaman olduğu gibi, Pakistan ve Afganistan’da istikrara giden yol Keşmir vadisinden geçiyor.” diye yazarken, diğer yanda Pakistanlı gazeteci Ahmed Raşid, 11 Ekim 2010’da ABD’deki Foreign Affairs dergisinde şöyle yazdı: “Kabil’e giden yol Keşmir’den geçiyor. Bu iki komşu vekalet savaşıyla müzakere etmek yerine oturup hem Kabil’e hem de Keşmir’e ortak bir yaklaşımdan söz etmeden Afganistan’da barış olamaz.”
Bunların ardından Mishra ve Raşid’in fikirlerinin, 10 Şubat 2010’da Newsweek’te yazan Amerikalı gazeteci Jonathan Tepperman ile benzerliğine bakın. Tepperman yazısında, “Keşmir’in, Afganistan için neden bu kadar önemli olduğunu anlamak için, ABD’nin Pakistan’ın yardımı olmadan Afgan isyanını yenemeyeceği gerçeğiyle başlayın. Hindistan korkusu, Pakistan’ı Taliban’ın hala istediği gibi geçtiği 2250 kilometre uzunluğundaki Afgan sınırına yeterli asker koymasını da engelliyor. Yine Richard Holbrooke’un dediği gibi Keşmir, Afganistan sorununu çözmeyi daha zor hale getiriyor ve Washington yakın zamanda bölgeyi terk etmeyi umuyorsa Keşmir sorunundan kaçınmayı göze alamaz.” ifadelerini kullanmıştı.
Ayrıca, Hollandalı bağımsız yazar ve araştırmacı Laura Schuurmans da dünya güçlerine Keşmir ve Afganistan’daki krizlere müdahale etmelerini önerme konusunda diğer yazarlarla hem fikir. Schuurmans Kasım 2013’te şöyle yazmıştı: “Dünya ülkeleri, Afganistan’da, Güney Asya alt kıtasında ve sonuç olarak tüm dünyada gerçekten istikrarlı ve kalıcı bir barış istiyorlarsa bu konuyu dikkate almak zorunda kalacaklar. Yeni bir başlangıç Keşmir’den yeni bir başlangıç başlayabilir, dolayısıyla barış ve istikrar ancak Keşmir vadilerinden Afganistan’a dönebilir.”
Bu arada, ABD’nin Afganistan Temsilcisi Zalmay Halilzad, Pakistan Ordusu Kurmay Başkanı General Kamer Cavid Bajwa ile bir araya gelerek Afganistan meselesini ve karşılıklı ilgi alanlarını tartıştı.
Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Afganistan üzerine yapılacak bir toplantıyı destekleyeceğini söyledi. Türkiye’de yapılması önerilen toplantıya, Hindistan, Pakistan, Çin, İran, Rusya ve ABD’den dışişleri bakanları davet edildi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 1 Mart 2021’de, “Afganistan’daki gelişmeler, bölgenin güvenliği ve istikrarı ile yakından ilgili. Dost ve kardeş Afganistan’daki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Umuyoruz ki barış süreci, Afganistan’da 40 yılı aşkın süredir devam eden çatışmalara son verir.” dedi.
Afganistan konulu toplantıda, Mart 2013’te Monterey, California’daki Naval Post Graduate School’dan Profesör Patrick J Larkin’in yaptığı tavsiyelerin dikkate alınması ümit ediliyor: “ABD, Pakistan ve Hindistan’ın desteği olmadan Afganistan’da kalıcı barışı elde edemez. Keşmir’deki çatışma çözüme kavuşturulabilirse bu ABD’nin güvenli bir Afganistan hedeflerine yardımcı olacaktır. Yalnızca Güney Asya ile Keşmir’de nihai bir statü bularak gerçek ve kalıcı bir barışa ulaşabilir.”
Sadece Keşmir’e değil, Afganistan dahil Güney Asya’nın tamamına barış ve refahı geri getirmek için BM ve dünya güçlerinin, özellikle de ABD’nin Keşmir’e müdahale zamanının geldiğine inanıyorum. Bu bağlamda, ABD Başkanı Joe Biden, 30 Eylül 2010’da New York Review of Books’ta yazan Columbia Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi Dekanı Steve Coll’a kulak verebilir: “Çatışmayla ilgili sessizlik ve dolaylılık artık uygulanabilir değil. ABD’nin, Hint-Pakistan barış sürecini desteklemek için Keşmir müzakerelerine doğrudan müdahale etmesi gerekmiyor. Fakat, ABD, 1950’lerde ve 60’ların başında, Keşmir’le olan ilişkisini karakterize eden aciliyet duygusunu ve uluslararası liderliğini yeniden keşfetmesi gerekiyor.”
Son olarak, umulur ki Biden, eski Başkan Barack Obama’nın 30 Ekim 2008’deki tavsiyesine kulak verir. Obama şöyle demişti: “Afganistan ile ilgili yapmamız gereken en önemli şey aslında Pakistan’la anlaşmadır. Belki de Pakistan, Hindistan üzerine değil de Afganistan’daki militanların durumuna odaklanabilsin diye Pakistan ve Hindistan arasında daha iyi bir anlayışın sağlanmasına ve Keşmir krizinin çözülmesine çalışmalıyız.”
Mütercim: İbrahim Hakkı Çetinkaya