İsrail 6 Mayıs’tan itibaren işgal altındaki Filistin toprakları ve Gazze’ye yalnızca silahla saldırmıyor. Bu yeni saldırı dalgası uluslararası toplumun bilinci ile hafızasını da hedef aldı. Filistin halkı ABD yönetimi sözcülerinden, İsrail devletinin temsilcilerine kadar geliştirilen ortak bir dile karşı mücadele ediyor. Washington ve Tel Aviv merkezli bu dil, tüm dünyayı Filistin meselesinin “Hamas’ın attığı roketlerle İsrailli sivillerin hedef alındığına; dolayısıyla İsrail devletinin kendisini savunma hakkını kullandığından” ibaret olduğuna dünyayı ikna etmeye çalışıyor.
İsrail 6 Mayıs’tan itibaren işgal altındaki Filistin toprakları ve Gazze’ye yalnızca silahla saldırmıyor. Bu yeni saldırı dalgası uluslararası toplumun bilinci ile hafızasını da hedef aldı. Filistin halkı ABD yönetimi sözcülerinden, İsrail devletinin temsilcilerine kadar geliştirilen ortak bir dile karşı mücadele ediyor.
ABD’nin Filistin halkını hedef alan yaklaşımı, 1915 olaylarına ilişkin Türkiye’ye karşı sergiledikleri tutumla paralel. Amaçları meseleyi tarihsel sürecinden, sebep sonuç ilişkilerinden soyutlamak, tarihin işlerine gelen kısmını cımbızlamak suretiyle tüm dünyayı kendi imal ettikleri bir gerçeğe ikna etmek.
Washington ve Tel Aviv’de yeniden imal edilen “gerçek”
Filistin konusundaki gerçeğin yeniden imalatı süreci 12 Mayıs’ta yürürlüğe kondu. Gazze’deki direniş grupları Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesindeki evlerinde taciz edilen Filistinlileri korumak, Mescid-i Aksa’da ibadet eden Müslümanlara saldıran İsrail güvenlik güçlerine yanıt vermek, Lid kentinde evleri, dükkanları yağmalanan, sokaklarda linç edilmeye çalışılan İsrail vatandaşı Araplara sahip çıkmak için ellerindeki tek imkana başvurduklarında “saldırgan taraf” ilan edildiler. Gazze’den roketlerin havalanmaya başlamasıyla Nisan ayından itibaren aşırı sağcı İsraillilerin Doğu Kudüs’te giriştiği tüm tahrik, taciz ve saldırı eylemleri unutuldu.
Washington ve Tel Aviv merkezli bu dil, tüm dünyayı Filistin meselesinin “Hamas’ın attığı roketlerle İsrailli sivillerin hedef alındığına; dolayısıyla İsrail devletinin kendisini savunma hakkını kullandığından” ibaret olduğuna dünyayı ikna etmeye çalışıyor.
Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki başta olmak üzere, gerçeğin yeniden imal edilmesiyle görevlendirilmiş ABD-İsrail korosunun tüm bileşenleri, Gazze’den atılan roketlere karşı İsrail’in meşru müdafaa hakkından dem vurmaya başladı. Peki ya bir aydır Şeyh Cerrah mahallesindeki evleri basılan Filistinliler, Mescid-i Aksa’da iftar saatinde saldırıya uğrayanlar ya da İsrail kentlerinde linç girişimine maruz kalan Araplar? Beyaz Saray ve İsrail yönetimine göre belli ki onların meşru müdafaa hakkı bulunmuyor.
Kimin meşru müdafaası?
İsrail’in Gazze’ye yönelik yürüttüğü son operasyonun içeriği, direniş gruplarının askeri kabiliyetlerini yok etmenin ötesinde hedefleri olduğunu gösteriyor. 13 Mayıs’ta başlayan İsrail saldırılarında Gazze halkının uluslararası toplum ile enformasyon ve mali düzeyde ilişkisini kesecek hedefler seçildi. İlk vurulan binaların Maliye Bakanlığı ve banka binaları olması bu defa bölge halkının farklı bir tehditle karşı karşıya olduğuna işaret ediyor. Bu esnada sahadaki gerçeğin yeniden imali korosuna ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin de katılıyor ve İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz ile yaptığı görüşmeye dair açıklamasında İsrail’in meşru müdafaa hakkına vurguda bulunarak Hamas’ın sivilleri hedef almasını kınıyordu. Austin’in bu açıklamayı yaptığı 15 Mayıs günü yalnızca Gazze’de 5 günde 41 çocuk ve 23 kadın hayatını kaybetmişti.
İsrail’in Gazze’ye yönelik yürüttüğü son operasyonun içeriği, direniş gruplarının askeri kabiliyetlerini yok etmenin ötesinde hedefleri olduğunu gösteriyor. 13 Mayıs’ta başlayan İsrail saldırılarında Gazze halkının uluslararası toplum ile enformasyon ve mali düzeyde ilişkisini kesecek hedefler seçildi.
İsrail’in uluslararası kamuoyunu Gazze’den soyutlamak için radikal bir hamleye ihtiyaç duyduğunu fark etmesi de yine aynı güne denk geldi. 14 Mayıs gece yarısı İsrail uçakları Gazze’deki eş-Şati mülteci kampında bir binayı vurdu. Hedef Hamas komutanlarından Yusuf Ebu Hatab’dı. Ebu Hatab evde yoktu ama saldırıda 6’sı çocuk 8 sivil hayatını kaybetti. Enkaz altından çıkarılan cansız bedenlerin görüntüleri uluslararası kamuoyunda infial yaratınca bu defa medya hedef alınmaya başlandı. 15 Mayıs günü önce Amerikan Associated Press (AP) ve El Cezire televizyonunun bürolarının bulunduğu bina yerle bir edildi. AP’nin çalışanlarına ekipmanlarını dışarı taşımak için dahi zaman tanınmadı. Çalışanlar dakikalarla yarışarak ellerine geçen malzemelerini kurtarabildiler. İsrail’in Gazze’nin dünyayla iletişimini kesmek için bir sonraki hedefi ise internet servis sağlayıcılarının bulunduğu çok katlı bir binaydı. Bu bina da saniyeler içerisinde bombalarla yıkıldı.
Türkiye’nin teşvikiyle harekete geçirilmeye çalışılan uluslararası toplum artık Gazze’de ateşkesin temin edilmesi bir yana, daha tehlikeli girişimlerin önüne geçmek için çabalarını yoğunlaştırmak zorunda.
İsrail Anadolu Ajansı ve TRT’den neden rahatsız?
Bu saldırıların öncesinde İsrail’in Jerusalem Post gazetesinde Seth J. Frantzman imzalı, Türkiye medyasını hedef gösteren analizin neden yayımlandığı da netlik kazanmış oldu. İran Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ve savunma sanayi odaklı çalışmalar yapan ABD vatandaşı Frantzman’ın akademik ve gazetecilik faaliyetlerinde Türkiye’nin yeri pek azdı. Jerusalem Post’ta, Gazze’deki medya kuruluşlarının hedef alınmasıyla eş zamanlı yayımlanan makalesi ise ilgi çekici öğeler barındırıyordu. Frantzman makalesinde Anadolu Ajansı (AA) ve TRT’nin işgal altındaki Filistin toprakları ve Gazze’deki gelişmeleri dünyaya duyurmasından İsrail yönetiminin duyduğu rahatsızlığa tercüman oldu. Frantzman’a göre AA’nın İsrail’in Gazze saldırılarında yaşamını yitiren Filistinlileri “şehit” olarak nitelemesi, TRT’nin ısrarla İsrail’in başkenti olarak Tel Aviv’i zikretmesi, İsrail devletinin terörist olarak kabul ettiği unsurlara verilen desteğin kanıtıydı. Frantzman’ın AA ve TRT’den duyduğu rahatsızlığı dile getiren yazısı ile eş zamanlı olarak Gazze’deki uluslararası medya kuruluşlarının ve internet servis sağlayıcılarının bulunduğu binaları yerle bir eden füzelerin kaynağının aynı çarpık zihniyet olduğunu teşhis etmek zor olmasa gerek.
İsrail’in dezenformasyon dünyasını aydınlatan bir akademisyen
Joe Biden-Binyamin Netanyahu ikilisinin, Filistin meselesini yalnızca Gazze’den atılan roketlerin yarattığı tehdide indirgeyen yaklaşımlarının tehlikesine en doğru teşhisi koyanlardan biri de Batı Şeria’daki Birzeit Üniversitesi akademisyenlerinden Helga Baumgarten oldu. 1993’ten bu yana Kudüs’te yaşayan 73 yaşındaki Baumgarten, Alman ZDF televizyonuna 12 Mayıs günü öğle bülteni sırasında bağlanarak uluslararası kamuoyunun Filistin meselesine dair gözden kaçırdığı hususları hatırlattı. Filistinlilerin yarım yüzyıldır işgal altında tutulan bir halk olduğuna dikkat çeken Alman akademisyen, İsrail ordusu ve İsrailli yerleşimcilerin Filistinlilere karşı yürüttüğü süreklilik kazanan şiddete hiçbir toplum ya da bireyin dayanamayacağının altını çizdi. Filistinlilerin günlük hayatlarına ne zaman nereden geleceği belli olmayan bir şiddet baskısıyla karşı karşıya olduğuna dikkat çeken Baumgarten, İsrail ordusunun kontrol noktalarının Filistin toplumu için terör kaynağı haline geldiğini ifade etti. Ekonomik şiddet ve sürekli evlerinden çıkarılma tehdidiyle karşı karşıya olan bir toplumun tepkisiz kalmasının mümkün olmayacağına işaret eden Alman akademisyen, Netanyahu hükümetinin anlamsız ve amacından sapmış politikalarının da sorgulanması gerektiği görüşünde. Ramazan ayında iftar için Şam Kapısı’nda toplanan Filistinlilerin İsrail güvenlik güçleri tarafından kuşatılması ya da Harem-i Şerif’e büyük bir polis gücüyle girilmesinin amacının sorgulanmaya muhtaç olduğuna işaret eden Helga Baumgarten Filistin toplumunun, kendilerine ölesiye saldıran bir devlete karşı savunma haklarını kullanmak zorunda kaldığını söyledi. ZDF televizyonundaki bu programın İsrail’deki aşırı sağ kesimlerde yarattığı rahatsızlığı ve “Hamas Helga” lakabı yakıştırılarak, Birzeit Üniversitesi üyesi akademisyene karşı başlatılan karalama kampanyasının vardığı noktaları tahmin etmek zor olmasa gerek.
Pazar günü İsrail güvenlik kabinesinin 4 saat süren toplantısının ardından ateşkesin söz konusu olmayacağı ve Gazze’ye yönelik saldırıların süreceği açıklaması yapıldı. Bu açıklamanın yapıldığı saatlerde Gazze’de ölen çocukların sayısı 58’e, kadınların sayısı ise 34’e ulaştı. İsrail’in Birleşmiş Milletlerin (BM) çağrılarını dikkate almayacağının da ilanı olan bu kararın ardından Gazze’deki ve Batı Şeria’daki uluslararası basının yeni saldırıların hedefi haline gelmesi şaşırtıcı olmayacak. Netanyahu yönetiminin internet bağlantısını tamamen keserek Gazze’yi dünyadan soyutlama yönünde atacağı adımlar da artık sürpriz sayılmamalı.
Medyaya yönelik saldırılar Gazze’nin tamamen işgaline mi hazırlık?
Türkiye’nin teşvikiyle harekete geçirilmeye çalışılan uluslararası toplum artık Gazze’de ateşkesin temin edilmesi bir yana, daha tehlikeli girişimlerin önüne geçmek için çabalarını yoğunlaştırmak zorunda. İsrail’in Gazze çevresinde inşa ettiği duvarla halkı bir açık hava hapishanesine mahkûm etmesi üzerine direniş grupları çareyi 2005 yılından itibaren tüneller kazmakta buldu. Bu tüneller İsrail’e karşı direnişi ayakta tutarken, Gazze halkının yaşamsal ihtiyaçlarının temin edilmesinde de hayati rol oynadı. 2017 yılında İsrail, bu yaşam damarlarını da kesmek üzere harekete geçerek ikinci güvenlik duvarının inşasına başladı. Yaklaşık 900 milyon dolara mal olduğu tahmin edilen, sensörlerle donatılmış ve toprağın 100 metre altına kadar ulaştığı öne sürülen bu duvar iki ay önce tamamlandı. Bölgeyi yakından takip eden uzmanlar, bu duvarın kaçakçılık maksatlı tünelleri engellemekten ziyade, zamanı geldiğinde İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtında önemli bir rol üstleneceğini ifade ediyorlar. Eski ABD Başkanı Donald Trump zamanında gündeme gelen ve Filistin topraklarının ilhakını öngören “Yüzyılın Anlaşması” gibi bir planın yürürlüğe konması halinde, İsrail’in Gazze’deki Filistin halkını, Mısır ile yapılacak bir anlaşma ile Sina Yarımadası’na inşa edilecek bir kente yerleştirmek için yerinden etmesi uzak bir olasılık olmayacaktır.
Gelişmeler, ülkesindeki istikrarsızlıktan ve büyüyen aşırı sağ dalgadan faydalanan Netanyahu’nun planlarına karşı uluslararası toplumun vicdanını muhafaza etmiş unsurlarının Filistin yönetimi ile diplomasi, ekonomi, medya, sağlık ve eğitim alanlarında daha güçlü bir işbirliği ortaya koyması gerektiğine işaret ediyor. İbrahim Anlaşmaları ile elleri ve kolları bağlandığı anlaşılan Körfez bölgesindeki Arap monarşilerinin de sokaklarından yükselecek toplumsal tepkiyle en azından İsrail’e karşı zorlayıcı diplomasiye kapı açacak girişimlerde bulunması Ortadoğu’yu daha büyük kargaşalardan koruyacak tek çıkar yol olarak görünüyor.
[Gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]