Uluslararası Tiyatrolar Birliği tarafından 1961’de ilan edilen Dünya Tiyatro Günü, her yıl 27 Mart’ta dünya çapında gerçekleştirilen etkinlikler ve ücretsiz tiyatro gösterimleriyle kutlanıyor.
Dünya Tiyatro Günü kapsamında, AA muhabirine açıklamada bulunan Atasoy, tiyatronun hayatındaki yerini, Kovid-19 salgınının tiyatroya etkilerine ve geleceğine ilişkin değerlendirmelerini paylaştı.
“Tiyatro benim için bir varoluş biçimi”
Başarılı oyuncu, tiyatronun kendisi için bir varoluş biçimi olduğunu ifade etti.
Devlet Tiyatrolarının perdelerini açtığı gün 1 Ekim 1975’te dünyaya geldiğini belirten Atasoy, “Annem 6 aylık hamilelik sürecine kadar sahnedeymiş. Babam da biliyorsunuz ‘Fadik Kız’ adında bir radyo tiyatrosu yazmış. Sahnede meslektaşı kulağına fısıldıyor, ‘kızın olmuş’ diye. O da diyor ki, ‘adını Fadik koysunlar.’ Yani tiyatronun içine doğmuş biriyim.” dedi.
Fadik Sevin Atasoy, annesinin kendisini piyanonun üzerinde uyuttuğunu ve çocukluğunu kulis arkalarında geçirdiğine işaret ederek, “İzmir Devlet Tiyatrosundaki aktörlerin sözleriyle, konuşmalarıyla uyudum ben. O benim ninnim oldu. Oradaki kostümler benim yorganım oldu.” diye konuştu.
Oyunculuğunda mümkün olduğunca özgün olmaya gayret ettiğini ifade eden Atasoy, şöyle devam etti:
“Babamın bana söylediği büyük bir nasihati vardı, ‘eğer iyi bir zanaatkarsan, sanatını iyi yapıyorsan dünyanın her yerinde alıcın vardır.’ Ben de dolayısıyla mümkün olduğunca kendim olmaya, geldiğim coğrafyayı unutmamaya ve onu işlemeye çalıştım. Bu sebeple ABD’de bir oyun yazarken ve bunu sergilerken bizim meddahımızdan yola çıkarak ilerledim ve bu karşılığını buldu. İngiltere’de de, Danimarka’da da karşılığını buldu. Babamın sözünün ne kadar doğru olduğunu oradaki uluslararası seyirciyle buluştuğumda anladım.”
“Bakanlığımızın hassasiyetinin birebir şahidiyim”
Ünlü oyuncu, pandemi öncesi Türk tiyatrosunun altın çağını yaşadığı ve her koşula rağmen bugün iyi bir noktada olduğu değerlendirmesini yaptı.
Yeni tip koronavirüs döneminde tüm meslektaşlarının zor bir süreç geçirdiğine değinen Atasoy, tiyatro sanatçılarıyla gurur duyduğunu ifade etti.
Atasoy, salgın nedeniyle özel tiyatrolar konusunda yapılan desteklere de değinerek, “Kültür ve Turizm Bakanlığımızın bu konudaki hassasiyetinin ve yapıcı çalışmalarının birebir şahidiyim. Güzel yardım paketleri yapıldı. Uzman bir komisyon oluşturuldu. Sayın Bakanımız da çok büyük hassasiyet gösteriyor. Tiyatro yetkililerini dinledi ve çok hızlı bir şekilde bu soruna cevap üretildi. Dolayısıyla çok mutluyuz.” şeklinde konuştu.
ABD’de de özel tiyatrolar açısından bir endüstrileşme söz konusu olduğunu aktaran Atasoy, şunları kaydetti:
“Orada milyon dolarlık bir endüstri, bir kültür caddesi var. Tabii ki bizim de bu endüstri anlamında hedeflenen o noktaya kavuşmamız gerekiyor. Teknik açıdan böyle bir farklılıktan bahsedebiliriz. Ama içerik, oyun kalitesi açısından, yazarlarımız ve oyuncularımız açısından dünya standartlarında bir kaliteye sahibiz.”
“İnsanın, insana hikayesi bitmez”
Hikaye sanatının var olduğu sürece tiyatro sanatının da bitmeyeceğini savunan Atasoy, “Çünkü insanın, insana hikayesi bitmez. İnsan yaşadığı sürece duyguları, acıları, ifade etmek istedikleri bitmez. Tiyatronun dört duvara bile ihtiyacı yok. Herhangi bir mekanda bizler seyirciye ulaşabiliriz. Düşünsenize, ilk çağdan beri hala aynı enstrümanlar kullanılarak yapılan bir sanattan bahsediyoruz. Varlığını insan yaşadığı müddetçe devam ettirecektir.” değerlendirmesinde bulundu.
Atasoy, son dönemdeki çalışmalarına ilişkin ise şunları anlattı:
“Hepimiz bu süreçte dijital ortam içerisinde nasıl yer alabileceğimizi araştırmaya başladık ve online prömiyerler oldu. Tam ABD turnesine başlıyordum. (Geçen yıl) 12 Mart’ta Berlin’e gidiyordum. Hepsi dijitale döndü. Bir süredir sinema, yönetmenlik eğitimleri alıyordum zaten. Tiyatro sineması üretebilmek üzerine arkadaşlarımla çalıştım. Böylelikle ‘Muse’ oyununu yeni baştan sinematografik ama tiyatro öğelerini kaybetmeden hazırlayarak, yönetmenliğini de üstlenerek görüntü yönetmeni Uğur İşbak, yapımcılığını ise Emre Oskay’ın yaptığı tek kişilik oyunu bir tiyatro sinemasına dönüştürdük. Bu formatı ABD’ye festivale yolladım. Gecenin bir yarısı telefonum çaldı, ‘festival başkanı sizi arıyor.’ dediler. O eser, ABD’de ‘en iyi yapım ödülü’nü aldı. Pandemi olmasaydı, ben oyunu tiyatro sinemasına hiçbir zaman dönüştürmeyi düşünmeyecek ve uluslararası bir platformda da böyle bir ödülü hep beraber kucaklamış olmayacaktık.”
Ayrıca senaryosu ve yönetmenliği kendisine ait olan “Juliet’in Yolculuğu” adında ilk kısa metrajlı filmi için çalışmalara başladığını aktaran Atasoy, ileriki dönemde yine yönetmen koltuğunda 12’şer dakikalık 5 ayrı bölümden oluşan bir kültür sanat içeriğini izleyiciyle buluşturacağını söyledi.
Başarılı oyuncu, bu yıl için “Muse 90401” adlı tiyatro sinemasının festivalleri gezeceğini ve eğer Broadway açılırsa 42. caddede bu oyunu oynamaya devam edeceğini sözlerine ekledi.