İSTANBUL
Doç. Dr. Hikmet Toker, TBMM Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen, “19. Yüzyılda Osmanlı Sarayında Müzik” konulu panele katıldı.
Dolmabahçe Saray Konferansları kapsamında Sultan II. Abdülhamid Han Konferans Salonu’nda düzenlenen etkinlikte konuşan Toker, 19. yüzyıl öncesinde Osmanlı’da müzik, 19. yüzyıldaki müzik politikasının ülkenin müzik hayatına etkileri, Sultan Abdülaziz döneminde sarayda müzik, müzik kurumları, değişim, değişimin müzikal hayata ve saraya etkilerini anlattı.
Toker, Selçuklular’da Osmanlı’daki kadar gelişmiş olmasa da belirli müzik kurumları olduğunu söyleyerek, “Kadim Türk toplumlarında müzikle ilgili belli bir kültürün olduğunu biliyoruz. Tam manasıyla bir saray müziğinden bahsetmek mümkün değil ama mesela ‘nevbet vurma’ diye cumhuriyete kadar devam eden bir form var. Tam net olarak bilinmeyen bir form. Ama İslam ile birlikte, 5 vakit namazla beraber vurulan nevbetler var. Nevbet vurma alışkanlığının kadim Türk toplumlarına kadar gittiğini söyleyen araştırmacılar var.” dedi.
Müziği moral değerler olarak gördükleri için Osmanlı’daki birçok sultan ve devlet adamının müzisyen olduğunun altını çizen Toker, şunları kaydetti:
“Bu yüzden de devletin yönetim erkinde müzik, sandığımızdan çok daha önemli bir yer tutuyor. Selçuklu’da bunu görüyoruz. Bu alışkanlık Osmanlı Devleti’ne de geçiyor. İstanbul’a gelene kadar, Osmanlı Devleti’nde bizim alıştığımız gibi bir müzikten bahsetmek mümkün değil. Orta Asya kökenli bir topluluk ve bu insanlarda en önemli müzik algısı, ozanlar ve aşıklık üzerine kurulu. İstanbul’un fethinden önceki döneme ait hatıratları incelerseniz, Mesela 2. Murad’ın sarayında yüzlerce saz şairi olduğunu görüyoruz. ‘Osmanlı sarayında halk müziği yoktur’ gibi bir algı var. Osmanlı sarayında her zaman halk müziği var. Aslında bunun uzun bir süre devam ettiğini görüyoruz. Bu çok bilinen bir şey değil.”
Hikmet Toker, Osmanlı’daki müzisyen padişahlara ilişkin de bilgi vererek, şunları söyledi:
“Sultan I. Abdülhamid ve I. Mahmud müzisyen idiler ve çok önemli besteleri var. Burada tam zamanlı müzisyen, yarı zamanlı hükümdar ise III. Selim’dir. Gerçekten hiçbir hanedanda III. Selim gibi müzisyen bir hükümdar olmamıştır. O, baştan ayağa bir müzisyen ve bestekar. Yaptığı bestelere, terkip ettiği makamlara baktığınız zaman, tam zamanlı müzisyen gibi yaşaması gerektiği görülür. III. Selim döneminin, müzik teorisi çalışmalarına da etkisi var.”
Osmanlı’da ilk kurumsal batı müziği yapısını III. Selim’in kurduğunu sözlerine ekleyen Toker, ancak Batı müziğinin, kültürel bir ihtiyaç, toplumsal bir değişim ve o değişimin bir neticesi olarak gelmediğinin altını çizdi.
Abdülmecid 30-40 operayı tercüme ettirmiş”
Doç. Dr. Toker, Sultan Abdülmecid dönemini, değişimlerin yaşandığı dönem olarak değerlendirerek, şunları söyledi:
“Sarayda sistem değişti. Operalar icra edilmeye başlıyor. Abdülmecid’in Osmanlı arşivinde, önemli operaları tercüme ettirdiği küçük kitapçıklar var. Bütün rolleri tercüme ettirmiş. Kendisi izlerken, oradan takip etmiş belki. Çok seviyor çünkü. Bununla ilgili bir çalışma yapılması gerekiyor. Herhalde 30-40 operanın, Abdülmecid için yapılmış tercümesi var. Opera tarihini çalışanlar için önemli.”
Toker, Osmanlı’daki müzisyenlerin bakış açısının çok önemli olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Adam neyzen ama aynı zamanda batı müziği orkestrasında keman çalışıyor. Sermüezzin Rıfat Bey çocuklar için piyano albümü besteliyor. Ne Rıfat Bey sermüezzinliğinden bir şey kaybediyor, yaptığı eserler ortada. Ne de Segah Peşrev yaptığı için Yusuf Paşa bir şey kaybediyor. Ama bunu kafada politize etmemişler. En büyük acıyı burada müzisyenler çekiyor. Müzisyenler tuhaf bir politizasyonun içinde tuhaf bir halde uzunca bir yüzyıldır. Bunu yenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kapsayıcı bir politikayla bunları aşmamız gerek.”
Toker, Sultan Abdülaziz’in dünyadaki birçok yere ihsanda bulunduğunu, adına birçok eser bestelendiğini belirterek, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Osmanlı’da 19. yüzyılda sarayda çok kapsayıcı bir müzik hayatının olduğunu söylemek mümkün. Tabii ki her zaman olduğu gibi, politika bazı müzik türlerinin diğerlerinin önüne geçmesine neden oluyor. Hala da bunu görüyoruz ama orada bir müziği reddeden ve bir başka müziği var eden bir şeyden bahsetmek çok zor. Bence de bu çok önemli. 19. yüzyıl Türk müziğinin zirve noktası birçok kişiye göre. Tanburi Cemil Bey’le zirveye doğru çıkıyor. Batı müziği hareketinin başlamasının, Tanburi Cemil Bey’in çıkmasına engel olmadığını görüyoruz. Eğer müziği devlet politikasıyla kafamızda daha kapsayıcı, geniş bir bakış açısından görürsek, her müzik türü için çok önemli alanlar açabiliriz.”
Muhabir: Hilal Uştuk