İSTANBUL
Üsküdar Belediyesince düzenlenen “Pelin Çift ile Yeşilçam Söyleşileri” programının bu ayki konuğu Cüneyt Arkın oldu.
Ünlü Yeşilçam oyuncusu Cüneyt Arkın, Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlikte, hayatının bilinmeyen yönlerini ve sinema dünyasında yaşadıklarını anlattı.
Hatıralarıyla seyircileri bol bol güldüren Arkın, “Bir gün Londra’da birini gördüm, ‘Sen Türk müsün?’ dedim. ‘Nereden bildin abi?’ dedi. ‘Türk güzel bakar, yüreğinin güzellikleriyle, iyilik dolu bakar’ dedim, tıpkı sizin bakışlarınız gibi.” diye konuştu.
“Yürüyorum ama uçamıyorum”
Arkın, Pelin Çift’in sağlık durumuyla alakalı sorusuna, “Yürüyemiyordum, fizik tedavi oldum. Şimdi yürüyorum ama uçamıyorum.” şeklinde cevap verdi.
Filmlerinde hiç dublör kullanmayan Cüneyt Arkın, “Neden kullanayım ki? Ben kendim yaparım. Neden bu güzel halkımı aldatayım? Başkası benim yerime tehlikeye girecek, atlayacak, bana yakışır mı?” dedi.
Arkın, hareketli filmler çekmeye “Karaoğlan”la başladığını belirterek, şunları kaydetti:
“Medrano Sirki geldi İstanbul’a, ben oraya girdim. Benim sanatçı olduğumu bilmiyorlar. Havluları taşıttırıyorlar, yerleri sildiriyorlar, çay kahve getirtiyorlar. O sirkte ne yapılıyorsa yavaş yavaş öğrenmeye başladım. Sonra bir gün onlar Taksim’de dolaşırken benim bir afişimi görüyorlar. Akşam bana bir saygı, benim havlumu onlar taşımaya başladı. Yetmedi Kazak Sirki geldi orada da atlı aksiyon sahnelerini öğrendim. Altı yıl karate çalıştım, siyah kuşak oldum. Bunların hepsini aldım ve sinemaya uyguladım. Yani kolay olmuyor, iki tane güzel laf edeyim, saçlarım bozulmasın derseniz kalıcı olmaz.”
“Kendi kavgacı ekibimi kendim yetiştirdim”
Hareketli filmlerde ilk zamanlarda oyuncu bulmakta güçlük çektiklerine vurgu yapan Arkın, “Kendi kavgacı ekibimi kendim yetiştirdim. Tehlikeli sahneler çekiyoruz, ben onların hayatını kurtarıyorum onlar da benim hayatımı kurtarıyor. Benim evimde çalışırdık, bütün alet edevat vardı. Sete geldiğimizde o kavga sahnesi hazır olurdu, tek seferde çekerdik.” ifadelerini kullandı.
Arkın, o dönemlerin imkansızlıklarına dikkati çekerek, “Ben asıl karakter oyuncularına yanarım. Onların çoğu yaşlılar yurdunda, Taksim’de parklarda banklarda kimsesiz bir şekilde öldü. Karakter oyuncuları olmadan Türkiye’de film çekilmezdi. Çünkü onlar filmin kokusu, tadı, her şeyiydi. İsteseler çok büyük paralar kazanırlardı ama karın tokluğuna çalıştılar.” değerlendirmesinde bulundu.
Yoğun çalışma temposuna işaret eden Arkın, “Bir gün film çekerken bir kavga sahnesi vardı, çok fazla toz kalktı ben de dışarı çıktım. Çok güzel, tatlı bir rüzgar esiyordu, yüzümü okşadı. Baktım salatalık kokusu geliyor. Adamın biri salatalık soyup satıyor. Baktım ki bahar gelmiş benim haberim yok. Keşke daha az film çekseydim de dörtnala koşsaydım özgürlüğe, baharlara, çiçeklere.” yorumunu yaptı.
“Dayadım kapıya atı, kaçırdım eşimi”
Cüneyt Arkın, gençleri alkol ve sigaraya karşı uyararak, şöyle devam etti:
“Mehmetçik var ya her şeye layık. Bu çocukların haklarını ödeyemeyiz. Evlerimizde rahat rahat televizyon seyrediyorsak o çocuklar gencecik hayatlarını feda ettikleri için. Benden genç olabilirler ama onların ellerinden öpüyorum. O anneler ne aslanlar, ne yiğitler yetiştirmiş. O mübarek şefkatiniz merhametiniz yok mu? Biz sizin yüzünüzden yaşıyoruz. Türk annelerinin sevgisi bütün dünyaya yeter. O Türk anneleri ne dertler çeker ses çıkarmazlar. Onların ellerinden öpmek lazım.”
Eşi Betül Hanımın Fransa ve İngiltere’de tahsil gördüğünü aktaran oyuncu, “O zaman artistlere banka kredi bile vermiyordu. Artistim diye kız da vermediler. Biz Anadolu çocuğuyuz, dayadım kapıya atı, kaçırdım eşimi. İlk zamanlar yemeğe oturuyoruz, tavuk geliyor. Kaç tane bıçak çatal var. Ayak uydurmaya çalışıyorum ama aç kalıyorum. Bir gün dayanamadım, aldım soğanı bir vurdum, tavuğu da elime aldım. Baktım yavaş yavaş o da alıştı. Yalnız kavga ediyoruz şimdi, soğanın cücüğünü kim yiyecek diye. Tabii ben hanıma veriyorum.” şeklinde konuştu.
Muhabir: Musa Alcan