Son Osmanlı Meclis-i Mebusanında İstanbul milletvekilliği yapmış, hukuk profesörü Ahmet Selahattin Bey ile Seza Hanım’ın oğlu olan Haldun Taner, 16 Mayıs 1915’te İstanbul’da dünyaya geldi.
Henüz 5 yaşındayken, kalp krizi nedeniyle 42 yaşında olan babasını kaybeden usta yazar, annesiyle büyükbabası Matbaa-i Amire Müdürü İsmail Hamit Bey’in Saraçhanebaşı’ndaki konağına taşındı. Taner’in, büyükannesi, teyzesi ve 4 dayısıyla yaşadığı konakta, kültürel altyapı ve kişiliğinin temellerini atılmış oldu.
Taner, bir yazısında o döneme dair şunları anlatmıştı:
“Babamı 5 yaşında yitirdim. Annem, benim babam, dert yoldaşım, arkadaşım, her şeyim oldu. Yaşamım bana adamıştı. Bunu hak etmek için, ayrı bir çabayla çalıştım, ilk müsveddelerimin ilk dinleyicisi hep o olurdu. Ana dilimizin, halk Türkçemizin bütün inceliklerini onun konuşmalarından edinmişimdir. Kendi kendimle hiç övünmedim. Ama onun benimle övünmesine çok çalıştım. Çeşitli hükümetlerle hapse girecek derecede başımı derde sokmamaya da kendimden çok, onun için gayret ettim. Babamın istiklal mücadelesinden bana temiz bir ad kaldı. Bir de onun bilim adamı yeteneklerinden bazı iyi kötü genler kaldı. Ama bütün öteki birikimim, aile terbiyem, büyük çalışma gücüm, onuruma karşı saygım, bende olumlu ne varsa, hep anama borçluyum. Teyzeme okuma yazma borçluyum. Büyük dayım beni gezmeye götürdü. İngilterede’yken bir Hintli arkadaşından öğrendiği yogayı o yaşta bana da öğretmişti. Küçük dayım bana ilk olarak Fransızcayı öğretti. Büyükbabam açık havayı, doğayı, sporu sevdirdi.”
Dedesinin matbaası yazarlık hayatında önemli bir rol oynadı
Babasını erken yaşta kaybedince kendisini büyüten dedesi ile matbaası da Taner’in yazarlık hayatında büyük bir dönüm noktası oldu. Usta edebiyatçı bu durumu, “Büyükbabamın matbaası çocuk yaşımda benim için bulunmaz bir yaşam okulu, bir deneyim kaynağı olmuştur. Okul tatillerinde oradan çıkmazdım. Sürekli makine homurtusu insana vapurda imiş duygusu verir. Zamanı boşuna değil de bir yerden bir yere giderek bereketli bir hareket içinde harcama övüntüsü verir. İnsanoğlunun ürettiği en cevherli şeyin, düşüncelerin yayılmasına katkıda bulunduğu böbürü verir. Tanrıya şükür, çocukluğumda bilinçaltıma yerleşen bu güzel fon müziğinden bugüne kadar uzak kalmadım.” ifadeleriyle aktarmıştı.
Ortaöğrenimini 1935’te Galatasaray Sultanisi’nde tamamlayan Taner, tatil günlerinde çalıştığı, büyükbabasının Hamid Matbaası’nda ayrıca dönemin ünlü yazarlarını tanıma fırsatı yakaladı.
Bu isimler arasında Atatürk’ün yakını yazar ve mebus Ruşen Eşref Bey, romancı ve mebus Yakup Kadri Bey, sanat tarihçisi, ressam, opera libretisti, ilk sinemacı ve tarihi oyunlar yazarı Celal Esat Bey, Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin oğlu Muhtar Bey, o zaman bir liseli şair olan Cevdet Kudret Bey vardı.
Haldun Taner, devletin verdiği yükseköğrenim bursuyla 1935-1938’de Almanya Heidelberg Üniversitesi’ne giderek, ekonomi ve politika üzerine eğitim aldı. Ağır tüberküloz nedeniyle okulunu yarıda bırakarak Türkiye’ye dönen başarılı yazar, 1938-1942 arasında Erenköy Sanatoryumu’nda tedavi gördü.
İlk öyküsü “Töhmet”i 1946’da okurların beğenisine sundu
Teyzesi sayesinde tiyatroyu çok seven, henüz küçük yaşlardayken Saraçhane Tiyatrolarını izleyen Taner, “Hasan Efendi’yi, Naşit’i, Cemal Sahir’i, Darülbedayi’yi, dayımın sınıf arkadaşı Şadi Fikret’in oyunlarını o dönemde gördüm. İlk gördüğüm sinema, Saraçhanebaşı’ndaki Milli Sinema idi. Daha sonra Alemdar ve Ali Efendi sinemalarına giderdik.” demişti.
Galatasaray Lisesi’ndeki Fransızca edebiyat hocası Mösyö Dard’ın kendisinin yazarlık yeteneğini keşfetmesiyle Taner, gençlik yıllarında yazdığı skeçlerle edebiyat dünyasına adım attı.
Taner’in “Töhmet” adlı öyküsü, 1946’da “Haldun Yağcıoğlu” takma ismiyle Yedigün dergisinde yayımlandı. Skeç, öykü, oyun, kabare, senaryo ve hiciv türlerinde eserlere de imza atan Taner’in yazıları, “Yedigün”, “Ülkü”, “Yücel”, “Varlık”, “Küçük Dergi” ve “Yeni İnsan” dergilerinde yer aldı.
Siyasal politik konulu öykülerden oluşan “Yaşasın Demokrasi” adlı kitabını 1949’da okuyucuyla buluşturan usta edebiyatçı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1950’de bitirdi ve sanat tarihi kürsüsünde asistan olarak görev yaptı.
Usta yazar, 1950’de çıkardığı “Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” öykü kitabında yer alan, aynı adlı hikayesiyle New York Herald Tribune gazetesinin 1953’te düzenlediği uluslararası yarışmada birinciliğe değer görülürken, 1956’da da Varlık dergisi tarafından yılın en beğenilen öykücüsü seçildi.
Taner’in 1954’te yayımlanan “On İkiye Bir Var” kitabı, 1955’te verilmeye başlanan Sait Faik Hikaye Armağanı’nı alan ilk kitap oldu. Kitaptaki “On İkiye Bir Var” öyküsü aynı zamanda İsviçre Atlantis Yayınevi’nin düzenlediği “Zaman Üstüne Öyküler” yarışmasından da ödüle layık görüldü.
Yeşilçam için senaryolar yazdı
Viyana Üniversitesi’nde 1955-1957 yılları arasında felsefe ve tiyatro eğitimi alam Taner, bu yıllarda Yeşilçam’daki film şirketleri için de senaryolar yazdı. Viyana’da bulunduğu iki yıl içinde 700’den fazla oyunu seyretmek ve tanıma imkanı bulan Taner, o günlerde klasik tiyatro yanında epik tiyatro ile de ilgilendi.
Taner, İstanbul’a döndükten sonra 1957’de İstanbul Üniversitesi’nde ilk kez tiyatro tarihi ve dramaturgi dersleri verdi. Aynı Tercüman gazetesinde de köşe yazarlığı yapan Haldun Taner, 1 Mart 1960’ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okutman olarak çalışmaya başladı, ardından da darbe sebebiyle 146 üniversite hocasıyla birlikte üniversitedeki görevinden alındı.
Daha sonra tekrar görevine dönen, 1962’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi Kürsüsü’nde öğretim görevlisi olan yazar, bu görevini 21 Nisan 1976’ya kadar yürüttü.
Sürekli yaşadığı toplumu ve kurumları eleştirmesine karşın hiçbir zaman mahkum olmayan Taner, bunu yaparken onu kurtaran unsurların düşünüşündeki istikrar, edebiyatındaki kuvvet ve eserlerindeki ironi olduğuna işaret ederek, şunları kaydetmişti:
“Bir yazarın, bir düşünürün dürüstlüğü ve namusu, karakterinin tutarlığı, hayatı boyunca tavrı, tutumu, icraatı, makalelerinde, demeçlerinde ve nihayet eserlerinde yazdıkları ile ölçülür. Takibata uğrayıp uğramadığı, hapse girip girmediği ile değil. Hayatım mücadelelerim, yazdıklarım ortada. Bir yazar olarak her iktidar döneminde hep fikir ve yaratma özgürlüğünden yana oldum. Baskıya, sansüre, sanatçıya saygısızlığa karşı durdum. Zaman zaman yasaklandım. Takibata uğradım. Bir ara 146 hoca ile birlikte kürsümden de uzaklaştırıldım. Ama fikir namusu babında bunları saymak zorunu, hele bir hapishane belgesi gereğini hiç aklıma getirmedim.”
Haldun Taner, 1950’den sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü ile 1968’de kuruculuğunu üstlendiği Language and Culture Center Özel Tiyatro Okulu’nda da (LCC) birçok öğrenci yetiştirdi.
1967’de Deve Kuşu Kabare Tiyatrosunu kurdu
Başarılı yazar, 1960’tan itibaren tiyatro çalışmalarına yoğunlaşırken, güncel olayları konu alan eleştirel oyunları sunabilmek amacıyla kabare tiyatrosunun kuruluşuna öncülük etti. Taner, Ahmet Gülhan, Zeki Alasya ve Metin Akpınar ile 1967’de İstanbul’da Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nu kurdu. Toplumsal ve politik taşlamaya yer veren tiyatro, kendisine özgü üslubuyla geniş izleyici kitlesine ulaştı.
Münir Özkul ile 1969’da Bizim Tiyatro’yu kuran Taner, İşçi Tiyatrosu’nda da tiyatro dersleri verdi. Ahmet Gülhan ile de 1978’de Tef Tiyatro Grubu’nu oluşturan Taner, Tercüman ve Milliyet gazetelerinde uzun yıllar köşe yazarlığı yaptığı sırada “Devekuşuna Mektuplar” başlığıyla çeşitli fıkralar kaleme aldı.
Oyunlarında meddah geleneği ve tuluat tiyatrosunun özelliklerinden yararlanan Taner, tiyatrodaki ilk eserlerinde de dramatik türün başarılı örneklerini verdi. Ünlü yazarın kaleme aldığı “Keşanlı Ali Destanı” adlı oyunu, Türk tiyatrosunda ilk epik tiyatro örneği olurken, oyun Almanya, İngiltere, Çekoslovakya ve Yugoslavya’da da sahnelendi.
Atıf Yılmaz tarafından beyazperdeye aktarılan ve Cumhuriyetin ilk yıllarından Demokrat Parti dönemine kadarki süreçleri yalın bir dil ve eleştirel bir bakışla yorumlayan oyun, 1964’te gerçekleştirilen 275 temsille büyük bir başarıya ulaştı.
Haldun Taner’in 1969’da çıkardığı “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” kitabı Bordighera Uluslararası Mizah Festivali’nde öykü ödülünü, “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyunu ise 1972’de Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü’nü kazandı.
Eserlerinde entrikalı, sürprizli ve güldürücü olaylara da yer verdi
Usta edebiyatçı, öykülerinde genellikle insan ve insani değerler, doğa, yaşam, zaman, psikolojik durumlar, seçme yetisi, seçicilik özelliği ve anormallik gibi başlıklara yer verdi.
Sosyal konulara yönelen ve toplumun her kesimini, öykülerinde ele almaya çalışan Taner, bireyin toplumdaki yaşam biçimlerini, toplumun değişik kesimlerden seçtiği kişilerin tutarsızlıklarını, çelişkilerini ve ikiyüzlülüklerini, mizahi unsurları kullanarak, alaycı bir üslupla kaleme aldı.
Olayı ön planda tutan ve klasik örgülü hikayeler yazan Haldun Taner, eserlerinde entrikalı, sürprizli ve güldürücü durumlara da yer verdi. Çeşitli senaryolara da imza atan yazar, ayrıca Birleşmiş Milletler UNESCO kültür komisyonlarında görev aldı.
Haldun Taner, Türk tiyatrosunun müstakil bir yapıya kavuşması için yerli kaynaklara yönelinmesi gerektiğini de bir söyleşinde ifade ederek, “Bence Türk tiyatrosu, Türk şiirinin, hikayesinin gittiği yoldan gitmek suretiyle kendini kabul ettirebilir. Nasıl yeni hikaye, yeni şiir, eski sanat dergilerine siftinmek, yaranmak suretiyle değil, kendini müstakilen kabul ettirmişse yeni Türk tiyatrosu da miadı geçmiş eski değerlere bağlı, bürokratik ve bağımsızlıktan yoksun, mevcut tiyatrolara yaranmak suretiyle değil, kendi tiyatrosunu müellifinden idarecisine, aktöründen dekoratörüne kadar kendi yetiştirmek suretiyle tutunacaktır. Bence bunun başka çıkar yolu yoktur.” değerlendirmesini yapmıştı.
Alçak gönüllü ve zarif kişiliğiyle tanınan Taner, 7 Mayıs 1986’da kaldırıldığı Haydarpaşa Göğüs Hastanesi’nde vefat etti. Beylerbeyindeki Küplüce Mezarlığı’nda kabri bulunan Taner’in ismi, 1988’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun Kadıköy Sahnesi’ne ve Caddebostan’da bir sokağa verildi.
Ayrıca Milliyet gazetesi tarafından 1987’den beri yazarın adına “Haldun Taner Öykü Ödülü” düzenleniyor.