İSTANBUL – Hilal Uştuk
Ünlü Fransız piyanist Nicolas Horvath, İstanbul’un her yerinde biraz tarih olduğunu, camiler ve kiliselerin yan yana bulunduğunu belirterek, “Eğer anlatıldığı kadar çok sorun burada yaşanıyor olsaydı o zaman kiliselere de gitmek mümkün olmazdı. Kapalı olurdu. Sanat da müzik de Philip Glass müziği de olmazdı ya da buradaki gibi bir çağdaş sanat sergisi açılmazdı.” dedi.
Akbank Sanat’ta gerçekleştirdiği konser için İstanbul’a gelen sanatçı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, piyanoya aşık olduğunu söyledi.
Anne ve babasının işçi olduğunu, evlerinde piyano bulunmadığını ifade eden Horvath, “Evimizde piyano yoktu. İlk kez piyanoyu gördüğüm yer kiliseydi. Annem cazcı olmamı istiyordu çünkü dedem caz sanatçısıydı. Çok romantik olduğunu düşündüğünden saksafon çalmamı bekliyordu. 1980’li yılları düşünün. Ben de ya org ya piyano diye direttim. Her şey böyle başladı.” diye konuştu.
Horvath, ailesinin müzik dersine para ödeyemeyecek durumda olduğunu, bu nedenle Monako’da ücretsiz eğitim veren bir müzik okuluna gittiğini dile getirerek, şunları anlattı:
“Mutlak kulağım vardı ve çok fazla çalışıyordum. Sanırım 6 yaşlarındayken ailem yeteneğimi fark edip benim için piyano kiralamıştı. O sırada henüz elektronik piyano yoktu. Böylece pratik yapabiliyordum. Müzisyen bir aileden gelmiyordum ama müzik benim için kendimi ifade edebilme yöntemiydi. Tamamen şans ve benim bilinçli bir şekilde piyanoyu isteyişim her şeyi değiştirdi.”
“Günümüzde Amerika’ya gitmek çok büyük bir şey değil”
Horvath, Monaco’da her yıl müzik yarışması yapıldığını söyledi. 14 yaşındayken katıldığı bir yarışmanın izleyicileri arasında Monako Orkestrası’nın şefinin de olduğunu belirten Horvath, şunları anlattı:
“Kendi kızı da yarışmacılardan biri olduğu için izlemeye gelmişti. Mozart’ın ‘Fantasia’ eserinden bazı bölümleri çaldım. Çok etkilendi ve yarışmanın ardından beni tebrik etti. Daha sonra da eğitim almam ve festivale katılmam için tam burslu olarak Amerika’ya gitmemi sağladı. 1990’lar ile günümüzün şartları tabii ki aynı değil. Şimdi müzik yapmak oldukça ucuz. Amerika’ya gitmek de çok büyük bir şey değil. Oysa o günlerde hayallerin ötesinde çok büyük bir şeydi ve çok pahalıydı. 1 dolar yaklaşık 12 frank kadardı.”
Ünlü piyanist, Amerika’daki okul arkadaşlarının seviyelerinin çok iyi olduğuna vurgu yaparak, “Delirmişcesine pratik yapmam gerekiyordu. Zaman elverdiği ölçüde pratik yaptım. Bulunduğum seviyeyi aşıp konser verebilecek aşamaya gelmem gerekiyordu. Öğretmenlerin de beklentisi oldukça yüksekti. Bu nedenle çok çalışıyordum. Öyle ki günde 10-14 saat çalışmaktan artık parmaklarım kanıyordu. Oradakiler çok iyiydi ve buna ulaşmam gerekiyordu. Döndükten sonra piyanist olmak istediğimi fark ettim. Üç yıl, yaz dönemini kapsayan bir burstu. Bu eğitim hayatımı değiştirdi.” diye konuştu.
“İstanbul bence çok önemli bir şehir”
Türkiye’ye ikinci kez geldiğini aktaran sanatçı, Türkiyeyi çok sevdiğine vurgu yaparak, “Çok fazla gezme şansım olmadı ama insanların çok rahat ve yaşam dolu olduğunu gördüm. İstanbul bence çok önemli bir şehir. Tıpkı Roma ve Kudüs gibi. Çünkü 3 bin yıldan daha eski ve Doğu ile Avrupa’nın merkezinde.” dedi.
Nicolas Horvath, İstanbul’a geldiğinde çok eski tarihi binaları görmeyi hayal ettiğini dile getirerek şöyle devam etti:
“İstanbul’un her yerinde biraz tarih var. Camiler ve kiliseler yan yana. İstanbul adeta her şeyin bir arada olduğu bir şehir gibi. Böyle çok iyi olduğunu düşünüyorum. Fransa’da, ‘Arap ülkesi olacak’ endişesi var biliyorsunuz. Oysa burada her şey birbirine çok iyi entegre olmuş görünüyor. Mimari anlamda bakınca çok sayıda kilise var. Çok fazla bilgim olmadığı ve Türkiye’de yaşamadığım için yanlış bir şey söylemek istemiyorum ancak her şey ortada. Eğer anlatıldığı kadar çok sorun burada yaşanıyor olsaydı o zaman kiliselere de gitmek mümkün olmazdı. Kapalı olurdu. Sanat da müzik de Philip Glass müziği de olmazdı ya da buradaki gibi bir çağdaş sanat sergisi açılmazdı. Eğer söylendiği gibi bir diktatörlük söz konusu olsaydı, bütün bunlar mümkün olmazdı.”
Tanıdığı ve dinlediği Türk sanatçılara da değinen Horvath, “Türk sanatçılar arasında Hüseyin Sermet’i iyi biliyorum. Hatta piyanoya onunla başlayacaktım çünkü babam onu iyi tanıyordu. Aile dostumuz değildi fakat Monaco Konservatuvarında öğretmen olduğu için babam tanıyordu. Fakat ben okula başladığımda onun popülaritesi oldukça artmıştı. Çok daha başarılı olmak için oradan ayrılması gerekmişti. Tabii ki İdil Biret ve Fazıl Say’ı da iyi biliyorum. Fazıl Say’ı herkes tanır. Klasik müzikteki büyük isimlerden biri Fazıl Say. Yanılmıyorsam Mozart Kayıtları onun ününe ün kattı.” değerlendirmesinde bulundu.
Sanatçı, “derviş dansı” olarak tanımladığı sema gösterilerini de çok beğendiğini ifade etti.
“Gerçek Fransız dendiğinde, bu kavram milliyetçiliği kapsamıyor”
Ünlü piyanist, Fransa’da son dönemde artan milliyetçilik tartışmalarına da işaret ederek, şunları kaydetti:
“Ben bir Fransızım. Kendimi ‘gerçek Fransız’ olarak tanımlıyorum. Biliyorsunuz şu ara seçimler gündemde ve milliyetçilik tartışmaları söz konusu. Gerçek Fransız’dan kastım şu, benim anne tarafım İtalyan, babam ise Macaristan’dan. Ben Monako’da doğdum ve bir Fransızım. Fransa 4 bin yıl boyunca hep karma bir kültüre sahip olmuş. Bu nedenle insanlar, gerçek Fransız dediğinde bu kavram milliyetçiliği kapsamıyor.”