Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Fransa’daki terör saldırılarına ilişkin, “Şimdi bu olayın karşılığında Müslümanlar, camiler hedef gösterilirse, dindar insanlar, sakallı veya örtülü insanlar hedef gösterilirse, yüksek bir kavgaya sebebiyet verir. Bugünkü olaylar durduğu yerde kalmaz, Allah saklasın daha büyük yangınlar da çıkabilir. O yüzden siyasetçiler de söylemlerine dikkat etmeli, medya da bunu körükleyen yayınlar yapmamalı” dedi.
Bursa’da, AS TV’de canlı yayınlanan “Platform Özel” programına katılan Arınç, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, bronşit ve yorgunluk nedeniyle solunum yollarının fevkalade olumsuz etkilediğini söyledi.
Doktorlarının duruma el koyduğunu, “İstirahat etmeniz lazım, arkadan yurtdışı seyahat geliyor, yolculuk ve kongrelerdeki enfeksiyon kapma vesaire sebebiyle biz sizi göndermiyoruz” dediğini aktaran Arınç, Davutoğlu’nun Karabük’teki AK Parti Olağan İl Kongresi’ne katılamadığını hatırlattı.
Arınç, Davutoğlu’nun Bursa ve Yalova kongrelerinde bulunamayacağını ifade ederek, şöyle konuştu:
“Bir ihtimal, ‘Doktorlar bugünkü istirahati kafi görürlerse, yarın Bursa’yı tekrar yapabiliriz’ demişti. Kendisi aradı, dedi ki ‘Bana izin vermiyorlar, kusura bakmayın, Bursa’ya da çok selamlarımı iletin, inşallah yakın bir zamanda kısmet olur.’ Biz de kendisine acil şifalar diledik. Pazar günü de aslında iki ilin kongresi vardı; Antalya ve Isparta, herhalde oralara da gidemeyecek. 3 günlük istirahatin arkasından pazar akşamı kendisinin söylediği kadarıyla Merkel’in daveti üzerine Almanya ziyareti vardı, inşallah onu gerçekleştirecek. Bir günlük bir ziyaret, salı günü de Bakanlar Kurulumuzu yapacağız.”
“Kınıyoruz, lanetliyoruz”
Fransa’nın başkenti Paris’teki terör saldırılarına ilişkin bir soru üzerine Arınç, bundan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Arınç, şöyle devam etti:
“Tabii çok acı bir olay. Bunu fevkalade büyük bir üzüntüyle kınıyoruz, lanetliyoruz. Terörden çok acı çekmiş bir ülkenin insanı olarak, bizim ülkemizde de buna benzer maalesef masum insanların hayatına kıyanlar oldu. Çocuklarımızı, kadınlarımızı, sadece asker ve polisimizi değil, anne karnındaki bebekleri bile katleden, acımasız, insanlığa karşı suç işleyen terör ve teröristler… Bugüne kadar bunun acısını çok çektik. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursa olsun terör amacıyla insanları sorgusuz sualsiz, hiçbir sebebe dayanmadan masumiyet içinde öldüren insanlar birer canidir, katil sürüsüdür, bunlarla mücadele edilmelidir.”
Terörle mücadelenin, bir ülkenin tek başına yapabileceği bir iş olmadığını, dolayısıyla bütün dünyada teröre karşı ortak mücadele yapılması gerektiğini vurgulayan Arınç, Türkiye’nin en yakın dostları Afganistan ve Pakistan’ın terör kıskacında olduğunu, Bangladeş ve Hindistan’da bile terör eylemleri yaşandığını belirtti.
“Elinde silahla şiddet uygulayan bir insan teröristtir”
Arınç, Batılı ülkelerde, Avrupa Birliğinde, ABD’de, “Teröre karşı ortak mücadele edelim” dediklerinde karşılarına çıkan sorunlardan birinin, terörün tarifi olduğunu ifade etti.
Bazı terör örgütlerinin kendilerini özgürlük mücadelesi yapan gruplar olarak gördüğünü, kimilerinin de hak arama mücadelesi yaptığını iddia ettiğini dile getiren Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bir başkası, ‘Biz ezilen insanlarız, sesimizi ancak böyle duyurabiliyoruz’ diyor. Terörün Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinde de BM literatüründe de uluslararası sözleşmelerde de belli bir tanımı var. Bizde de Terörle Mücadele Kanunu var, orada terör tarif edilmiştir. Aynı zamanda Türk Ceza Kanununun bazı maddelerinde de ‘Bu suçlar terör amacıyla işlenirse onlar da terör suçudur’ denilmiştir fakat bu konuda tam bir netlik de maalesef yok. Üçte ikisi diyor ki ‘Bunların hepsi terördür, buna karşı beraberlik yapalım’, üçte biri de ‘Hayır bunlar terör değildir’ diyerek mazur göstermeye çalışıyor. Biz o üçte ikinin içindeyiz Türkiye olarak ve bu olayları isterse Müslüman yapsın, isterse Budist yapsın, dini, kimliği, rengi önemli değil, elinde silahla şiddet uygulayan bir insan teröristtir, kime karşı yaparsa yapsın bunun hiçbir zaman da tarifi veyahut da cevaz verilmesi veya mazur görülmesi mümkün değil.”
“Yapılan iş vahşettir, yapılan şey terördür”
Başbakan Yardımcısı Arınç, her ülkede olduğu gibi Fransa’da da terör saldırıları yaşanabildiğini belirtti.
Bazı terör olaylarının engellenemediğini anlatan Arınç, şunları kaydetti:
“Buna karşı tedbirler alınmalıydı, istihbaratıyla, güvenlik meselesiyle, belki buna karşı bir dayanışma içinde başka ülkelerle de işbirliği yapılabilirdi ama ne yaparsanız yapın, nasıl Türkiye’de bazı eylemleri maalesef önleme imkanımız yoksa Dolmabahçe’de, Sultanahmet’te olduğu gibi, daha önce başka yerlerde olduğu gibi, Paris de dünya metropollerinin en büyüklerinden biri, bu iki kişi nasıl olacak, bir tane de şoför bulacaklar, bir arabayla gidecekler, dışarıdaki iki polisi öldürüp, içeri girip, 12 kişiyi de orada katledecekler. Tabii ben ülkemde yaşananlara da bakarak, en azından terör konusunda, bir şeyler söyleme hakkını kendisinde gören bir insan olarak, içinden teröristlerin indiği bir aracın kapılarının açık tutulduğunu görüyorum, şoför de direksiyon başında. Onlar işlerini bitirip koşuyorlar, arabayla uzaklaşıyorlar ama hayret ediyorum o nasıl bir yoldur ki nasıl bir caddedir ki araç yolun ortasında duruyor, ne önden gelen var, ne karşıdan giden var, yani onlar işlerini rahatlıkla bitirip kaçana kadar herhangi bir kişiden, vasıtadan, yerden müdahale yapılmıyor, çekilen bütün görüntüler olayın işlendiği binanın teras katından amatörce insanların çektiği görüntüler.”
Arınç, Bursa’nın bile bir sokağında, caddesinde bir aracın yolun ortasında durup 3-5 dakikadan fazla bekleyemeyeceğini, Paris’teki olay mahallinin ya müdahale edilemeyecek kadar sapa bir bölümde kaldığını ya da gerçekten yolun bazı yerlerinden kesildiğini veya bir başka zaafiyetin söz konusu olduğunu ifade etti.
“Yapılan iş vahşettir, yapılan şey terördür” diyen Arınç, saldırganlarının Cezayir asıllı olmalarının da hiç önemli olmadığını dile getirdi.
“Türkiye bu konuda çok hassas”
Arınç, son zamanlarda farklı terör örgütlerinin, farklı amaçlarla ortalığı kana buladıklarını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ortadoğu’da ismini çok duyduğumuz, El Kaide’den El Nusra’dan başlayarak, sonunda IŞİD veya DAİŞ dediğimiz örgüte kadar, bunların yurtdışıyla yani Avrupa ülkeleriyle de bağlantıları var. El Cezire televizyonuna bir mülakat vermiştim, orada da sordular; ‘Türkiye üzerinden DAİŞ’e katılmak üzere gelip geçenlerden ne kadar yakaladınız, ne kadarını sınır dışı ettiniz?’ diye. Onlara bin rakamını verdim. 6 bin kişiye yakın olanı, pek çok ülkeden farklı olarak geleceğini bize haber verdikleri takdirde biz Türkiye’ye sokmuyoruz. Girmiş olanları da hemen yakalıyoruz, sınır dışı ediyoruz veya yargıya veriyoruz. Çok şükür ki Türkiye bu konuda çok hassas ama milyonlarca turistin geldiği Türkiye’ye, bir insan turistik pasaportla geliyorsa ve bize kendi ülkesinden herhangi bir bildirim de olmamışsa, Interpol, istihbarat vesaire aracılığıyla bu insan bizim üzerimizden Lübnan’a, Irak’a geçebilir, başka bir ülkeye gidebilir, İsrail’e gidebilir.”
“Türkiye’de taban bulamadıklarını görüyoruz”
O taraflara geçişleri kontrol edememe, 910 kilometrelik bir sınırı her an her dakika ciddi şekilde denetleyememe imkanı doğduğuna göre, bu kişiler hakkında kendilerine bilgi verilmesi gerektiğini dile getiren Arınç, ancak o şekilde derdest edebileceklerini söyledi. Arınç, şu bilgileri verdi:
“(Hangi ülkelerden ne kadar insan bu örgütlere katılıyor?) denildiğinde, Fransızlardan, Belçikalılardan, İngilizlerden, İtalyanlardan çok yani Avrupa ülkelerinin pek çoğundan DAİŞ’e katılmak üzere giden, bizim üzerimizden geçmese bile başka yollarla giden pek çok insan var. Bugün DAİŞ’in 10-15 bin civarında bir gücünden bahsediliyor, bunun hemen hemen yarısına yakını, dışarıdan gelen savaşçılar. Onlar, cihatçılar ismini taksa da biz terörist diyelim veya savaşçı diyelim. Bunların büyük bir kısmının Irak veya Suriye dışında da irtibatı var. Bunlar sadece Pakistan’dan, Hindistan’dan gelmiyor, çok az Türkiye’den gidiyor. Bulduklarımızı yakalıyoruz ama bulamadıklarımızın ölüm haberleri o taraftan gelince ‘Filan şehirden de filan gitmiş ve sonunda cenazesi gelmiş’ diyoruz. Çok şükür diğer ülkelere baktığımız zaman Türkiye’de taban bulamadıklarını ve Türkiye’den geçişlerin çok az olduğunu görüyoruz. Bu, Türkiye için bir başarıdır ama Avusturya’dan, İngiltere’den, Fransa’dan, diğer ülkelerden, ne kadar saçlı sakallı da olsa tiplerinden hemen anlamak mümkün…”
“İslamofobi, İslam düşmanlığı, ırkçılık veya yabancı düşmanlığı”
Arınç, bu vahşete bu sürünün içine katılmak için ülke dışından bir şekilde bu tarafa bir geçiş olduğunun söylenebildiğini ve bunların hangi milletten olduğunun da öğrenilebileceğini belirterek, şöyle dedi:
“Şimdi bu insanlar Cezayir asıllı Müslümanlar diyelim. Cezayir yıllarca Fransızların sömürgesi oldu. 300 sene Osmanlı bayrağı altındaydı, bunlar da 30 sene kadar sömürgecilik yaptılar, sonunda çekip gittiler. Öldüler, yaktılar, yıktılar ve Fransızlar burada büyük bir sömürgecilik örneği verdiler. Esasen Afrika’nın hemen hemen üçte biri eski Fransız sömürgesidir. Hem Batı ülkeleriyle, Senegal ve çevresiyle hem Orta Avrupa’daki pek çok ülkeyle bütün kaynaklarını sömürmüşlerdir, insanlarını da geçmişte bir kısmını köle olarak Fransa’ya getirmişlerdir. En fakir kesim onlardır, dışlanmışlardır, günübirlik işlerde çalıştırılıp, açlığını giderinceye kadar kendilerine imkan verilmiştir. Bu bir nefreti meydana getirebilir. Bunun karşılığında da insanlar kendilerini temsil etme imkanı bulamazlarsa zora gidebilirler. Dolayısıyla o ülkelerde yaşayanların Cezayir’de yaşayanlar başta olmak üzere diğer sömürülmüş ülkelerden gelenler potansiyel olarak mevcut otoriteye karşı bir tepki içerisinde olabilirler. Özellikle son yıllarda İslamofobi, İslam düşmanlığı, ırkçılık veya yabancı düşmanlığı da hemen hemen Avrupa’nın pek çoğunda giderek yükseldi.”
“Korkuların, nefret söylemlerinin süratle giderilmesi lazım”
Bülent Arınç, aşırı sağ veya ırkçılığın son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de federal parlamento seçimlerinde de çok yükseldiğine dikkati çekti.
Yabancı düşmanlığını körükleyen her şeyin kültürel anlamda da siyasi anlamda da tepkilerini farklı olarak ortaya koyabilecek grupların da bir tehlike oluşturduğuna değinen Arınç, şu ifadeleri kullandı:
“Büyük geçmiş olsun demeliyiz. Tabii kıstırıldıkları yerde öldürüldükleri anlaşılıyor. Rehinelerin de kurtarılmış olduğunu biliyoruz. Bunun sonu gelmeyebilir. O yüzden çok ciddi tedbirler alıp, en azından teröre karşı olan ülkelerin birbirleriyle yardımlaşması lazım ve bu fobilerin, korkuların, nefret söylemlerinin süratle giderilmesi lazım. Şimdi bu olayın karşılığında Müslümanlar, camiler hedef gösterilirse, dindar insanlar, sakallı veya örtülü insanlar hedef gösterilirse, yüksek bir kavgaya sebebiyet verir. Bugünkü olaylar durduğu yerde kalmaz, Allah saklasın daha büyük yangınlar da çıkabilir. O yüzden siyasetçiler de söylemlerine dikkat etmeli, medya da bunu körükleyen yayınlar yapmamalı. Çünkü Türkiye’de başta Diyanet İşleri Başkanımız olmak üzere Avrupa’daki Müslüman gruplar da bütün bu terör eylemlerini kınadılar, ‘geçmiş olsun’ dediler ve Fransız halkıyla dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler.”
Arınç, kendisinin de konuşmacı olarak bulunduğu 7’nci Büyükelçiler Konferansı’nda, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer ilgili kişilerin hem iç hem de dış gelişmeler konusunda büyükelçileri bilgilendirmiş olabileceğini söyledi.
Büyükelçilerin, temsil ettiği ülkelerin pek çoğunda terör olaylarının giderek büyüdüğünü anlatan Arınç, “Üç yıl oldu, D-8 toplantısı için Nijerya’ya gitmiştim. Nijerya’nın başkenti Abuja’da rahmetli Erbakan Hoca döneminde kurulmuş, kalkınmakta olan 8 ülkenin toplantısında Türkiye’yi temsil etmiştim. İlk defa orada Boko Haram örgütünden bahsedildi” diye konuştu.
Arınç, “Neyin nesidir bu Boko Haram?” dedikten sonra onların yaptığı faaliyetleri gördüklerini ve şaşırdıklarını ifade etti.
Bu örgütün, çok garip, saçma, İslam ile hiç alakası bulunmayan, birilerinin kafalarının doldurulduğu bir yapı olduğunu, sadece kan döktüklerini, kan akıttıklarını, kızları kaçırıp öldürdüklerini, şehirleri bastıklarını dile getiren Arınç, şöyle devam etti:
“Şimdi bir kasabayı ateşe vermişler. 2 bin insanın ölümünden bahsediliyor. Yani ‘Batılı anlamda her şey haramdır’ diyebileceğimiz, garip, saçma sapan bir inancın içindeler. Başka yerde Şebab örgütü var, Somali’de. Onlar da kendilerinin Müslüman olduklarını söylüyor. Bunlar da kendilerine göre cihat ilan ediyor. Sudan’da, Ortadoğu’da buna benzer örgütler var. Tabii bunlar İslam’ın gerçek anlamından çok uzak, belli maksatlarla beyinleri yıkanmış, ellerine silah tutuşturulmuş insanlar. Bazıları selefi inançla kendilerinden başka herkesi kafir kabul eden, herkesi yok etmek için kendisini görevli sayan bir anlayışa sahip. Sayıları çok fazla değil ama besleniyorlar, büyütülüyorlar, ortaya salınıyorlar. Üç beş tanesini öldürseniz bile arkası gelecek şekilde. Maalesef bu konuda çaba gösteren bir üst aklın emrinde bunlar. Yoksa oturduğunuz zaman bu insanlara, ‘İslam aslında böyledir’ deseniz bile adeta zombi haline gelmişler. Yani kafaları bundan başka bir şeyi kabul etmeyecek bir durumda. Bu nasıl bir inançtır ki sadece İslam topluluklarının içinden değil, Batıdan, Batı mantalitesiyle yetişmiş insanları bile içine çekebiliyor? Bunların bir kısmı maceraperest.”
Bunlarla mücadelede mutlaka bir sonuç alınacağına inandığını vurgulayan Arınç, teröre karşı faaliyetlerin sadece silahla olmayacağını belirtti. Şiddete karşı yalnızca şiddetle başarıya ulaşılamayacağına değinen Arınç, “Terörü ortaya çıkaran tüm sebepleri tespit edip, psikolojik, sosyal, toplumsal siyasi diğer konularda da teröre karşı mücadele vermeniz lazım. Biz veriyoruz. Diğer ülkelerle de iyi ilişki içindeyiz. Herhalde yapacağız” ifadesini kullandı.
“Ateş sönmesin diye herkes odun atıyor”
Arınç, terör olayları denildiğinde Türkiye’de son 30 yılda önce PKK terörünü anladıklarını ancak bunun yanında çok fazla örgüt bulunduğunu anlattı.
Herkesin bir terör örgütünü yaşatmaya çalıştığını ifade eden Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Ateş sönmesin diye herkes odun atıyor ve maalesef bu, yıllardan beri devam ediyor. Bir kısmı daha etkisiz, bir kısmı daha etkili, bir kısmı da hakikaten büyük ölçüde ülkemizi rahatsız eden ülkeler ama biz hep karakol basmaları, mayınların patlamasını sokaklardaki araçların patlatılmasını, sokaklardaki masum insanların öldürülmesini terör olarak gördük. Bir taraftan da polise, askere karşı veya çok ses getirecek eylemler yapmaya özenen örgütler gördük. Şimdi Sultanahmet’e, Dolmabahçe’ye gelmeden bakın. 7-8 Ekim’de yaşanan Kobani olaylarına bakmamız lazım. Kobani bahanesiyle Türkiye’de de terör eylemleri yapıldı. 50’ye yakın yurttaşımız bu eylemlerde hayatlarını kaybetti. Daha iki ay önce, üç aya yaklaştı. Şimdi onun öncesinde de münferit eylemler olabilir. Hiçbir zaman bir terör örgütünü sıfırlamak mümkün değil. ‘Sona erdirdik, kökünü kazıdık’, bu laflar size psikolojik rahatlık sağlayabilir ama dünyanın hiçbir yerinde bu örgütler hayatiyetlerini kaybetmez; velev ki kendi iradeleriyle bu işi bitirmedikten sonra. Terör örgütlerinin de bu işi bitirmeleri bazı ülkelerde müzakereler yolu ile olmuş. İrlanda’da, İspanya’da, başka yerde böyle olmuş ama Sri Lanka’da da başka türlü olmuş. Orada da Tamil gerillalarını bir adaya sürmüşler, hepsini öldürmüşler. Şimdi orada bile dışarıda kalan üç kişi varsa emin olun ki daha sonra yine Tamil Kaplanlarını ortaya çıkaracaktır. Çünkü bu işi ortaya koyan sebepleri yok etmedikçe terör örgütleri her zaman varlığını devam ettirecektir. Biz de şimdi bir çözüm süreci içindeyiz. Zaten üzerinde çok fazla durmamızın tek sebebi de çözüm süreci başarıya ulaşırsa örgüt silah bırakacak, eylem yapmayacak, artık bundan sonra da terör eylemleriyle karşı karşıya kalmayacağız. Ne kadar güzel, hepimizin çok özlediği bir tavır. Bunun için tabii sabırla yolumuza devam ediyoruz. Önemli olan örgütlerini minimalize etmek yani en asgariye indirmek, ateşi küçültmektir.”
Dolmabahçe ve Sultanahmet’teki saldırılar
Arınç, Dolmabahçe saldırısındaki kişinin kimliğinin belirlendiğini, onun uzun süre cezaevinde yatmış, sonra belli bir rahatsızlık nedeniyle tahliye edilmiş birisi olduğunu ifade etti.
Turizm polisine karşı yapılan saldırıda da bir kadının, biraz abartılmış bir kıyafet giydiği halde onu oraya getiren taksi şoförüne göre Rusça konuşan, oradakilerin söylediğine göre öyle kaba saba bir İngilizceyle bir şey sormaya çalışan bir görüntüden bahsedildiğini aktaran Arınç, şöyle konuştu:
“Olabilir, herkes kendisini gizlemek veya polise karşı kendini muhatap yapmak için bir şeyler söylemek istiyordur. Canlı bomba olduğu için de hemen yanına gelen polisimiz hayatını kaybetti. Öbürü için üzülecek değiliz. Önce oradan bir fotoğraf yayınlandı. Geçmişte bazı olaylara karıştığı söylenen bir kadın için daha sonra annesi, ‘Hayır bu yanlıştır, bu benim kızım değildir’ der. Doğruymuş, sonra bunun Rusya uyruklu bir kadın olduğu ifade edildi, açıklandı. Kayıtlardan bulundu. Çeçen kökenli, Rus vatandaşı olduğu söylendi. Türkiye’de Çeçenler var. Biliyorsunuz Ruslar büyük bir baskı uyguladı Çeçenistan’a, Grozni’yi bombaladı. Çeçenlerin bir kısmı Türkiye’ye geldi fakat Rusya’daki belli bir örgüt onları, dünyanın neresinde olursa olsun, yok etmek üzere takip ediyor. Maalesef İstanbul’da şu ana kadar 5 Çeçen liderin veya önde gelen isimlerin bu örgüt tarafından katledildiğini biliyoruz ama faillerini yakalamak mümkün olmadı. Dolayısıyla Türkiye’deki Çeçenlerin Türkiye’ye karşı bir eylem yapmasından bahsetmek mümkün değil ancak Çeçenlerin de Ortadoğu’daki bu radikal unsurlar içerisinde çok önemli sayıda olduklarını biliyoruz.”
IŞİD’in yerine DAİŞ
Başbakan Yardımcısı Arınç, IŞİD’in gerçek isminin DAİŞ olduğunun tespit edildiğini bildirdi.
İslam kelimesinin böyle bir örgütün adında bulunmasından rahatsızlıklarını ve bundan dolayı resmi kayıtlara DAİŞ ismini koyduklarını dile getiren Arınç, şunları kaydetti:
“Bundan sonra DAİŞ dediğimiz zaman IŞİD’i kastettiğimizi herkes bilsin. Onların içinde de mücadele etmek, savaşmak, cihatçı unsurlar gibi kendisini bir şekilde kaptırmış bazı kişiler olduğunu, kadın-erkek, biliyoruz ve duyuyoruz. Acaba orada Türkiye’ye bir mesaj için gönderilmiş birisi olabilir mi? O kadar zulüm görmüştür ki Çeçenler, eşleri, nişanlıları, babaları öldürülen pek çok kadın kendi başlarına bunların intikamını almak için söz vermişlerdir. Onlara bazen ‘Karadullar’ ismini taktılar. Acaba onlardan birisi midir? Karnında iki aylık çocuğu olduğundan bahsediliyor. Onun için bir insanın aklını kaçırması lazım ama gerçekten bu insanlar zombi haline getirilmiş, zihinleri, akılları, idrakleri o kadar kötü etkilenmiş ki arkadan kurulmuş bir robot gibi ‘şuraya gideceksin, şunu yapacaksın’ dendiğinde başka seçenekleri yok. Ya onu gönderenler, onu infaz ederler ya da onu gönderenler o kadar ikna etmişlerdir ki ‘Sen cennete gideceksin veya büyük bir şöhret olacaksın, kahraman olacaksın, haydi şu eylemi yap’ diye gönderildikleri de olabiliyor. Tabii biz araştıracağız. İki gün evvel bir televizyon kanalında ’36 saate biz bu işi ortaya çıkarırız’ demiştim. Çünkü hamdolsun hükümetimiz döneminde en karmaşık olayları bile en geç 36 saat içerisinde failleriyle beraber tespit edebiliyoruz. O, Türk güvenlik güçlerinin bir başarısıdır. Yoksa böyle isimli bir kadının ne zaman geldiği, bu cesedin ona mı ait olup olmadığını tespit edebilecek dünyada kaç tane hükümet vardır, kaç tane devlet vardır ve kaç tane polis teşkilatı vardır, doğrusu bilmiyorum. Bu konuda iddialıyız. Çok şükür fail bilindi. Amaç nedir, kimlerle bağlantısı vardır, onu da buluruz.”