İSTANBUL
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, “İstanbul’un da bir deprem şehri olduğunu bilmemiz lazım. Dünyada metropol şehirler içerisinde ‘en fazla risk taşıyan şehirler’ sıralamasında İstanbul ilk 10’da yer alıyor. Özellikle Adalar açığındaki fayın kırılması meselesi, bütün hocalarımızı meşgul eden bir konu. Hazırlanan raporlara baktığımız zaman, hocalarımızın neredeyse ittifak ettiği iki konu var. Birincisi, diyorlar ki ‘2030’a kadar mutlaka bu fay açığa çıkar, bu gaz sıkışması bir gün patlar.’ Çünkü belli tarihlerde devam eden ve tekrarlayan bir süreç var. Sonra Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın buraya kadar gelip dayandığını hepsi izah ediyorlar. İkincisi de bunun şiddeti 7’den aşağı olmayacak. Böyle olunca karşımızda kocaman bir tehlike var. Bu tehlikeyi görmemezlikten gelemeyiz.” dedi.
Bakan Özhaseki, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde (FSMVÜ) gerçekleştirilen “Kentsel Dönüşümde Yeni Yaklaşımlar” konulu panelde, Anadolu coğrafyasının dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olduğunu belirtti.
Türkiye’yi “cennet vatan” olarak nitelendiren ve deprem risklerine vurgu yapan Özhaseki, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e medeniyet konularında bilgiler verdi.
“Arabesk medeniyeti”
Geçen asırda ülkede yaşanan değişimlerden bahseden Özhaseki, “İki ciddi medeniyet kurmuşuz; Selçuklu ve Osmanlı medeniyeti. Selçuklu deyince herkesin zihninde bir imaj vardır, herkes Selçuklu’dan neyin kastedildiğini üç aşağı beş yukarı kendi kültür düzeyi içerisinde bilir. Osmanlı da ciddi bir devlet kurmuştur ve medeniyet imzası taşıyan bir devlet olarak hayatiyetine son vermiştir. Osmanlı’dan kastın da ne olduğunu herkes bilir. Peki günümüze geldiğimiz zaman 100 yıldır Cumhuriyeti kurduk. Okullarımız var, son dönemlerde biraz para pul sahibi olduk, aklımız ermeye başladı, gözde şehirlerimiz var. Bir medeniyet olgusu yolunda bir isim takabilecek olursak ne dersiniz? Şurada iki gecekondu, yanında cam giydirilmiş devasa bir yapı, yanında tamirhane, onun yanında bir bakkal, onun yanında yıkık bir virane daha duruyor. Böyle bir şehir dokusu. Bir isim takabilir miyiz? Takabiliriz aslında, o da ‘Arabesk medeniyeti’ olur. Bunlar bizim acı gerçeklerimiz.” diye konuştu.
Özhaseki, Batı şehirciliği ile Türkiye’yi kıyaslayanlara, şöyle cevap verdi:
“Sık sık yurt dışına gidenler Batı şehirciliği ile Türkiye’yi kıyaslarlar. Her zaman kıyaslanabilir fakat şunu bilelim, Batı’da zenginlikle beraber bilim de kültür de sanat da buna benzer bütün alanlarda da gelişme başladığında şehir planlamaları çok erken yapılıyor. Ve bunun üzerine inşa edilen yapılar 300-400 yıldır ayakta, restore edilerek günümüze kadar korunmuş ve geliyor. Bize gelindiğinde biraz sıkıntılı bir süreç var. Onların kalkınma dönemi bizim zorda olduğumuz dönemler. 100-150 sene öncesinden bahsediyorum. Şimdi o süreçlerden tabii ki planlamamız da geç yapılıyor. Türkiye’de erken planlamaya örnek olarak verilen şehirlerde ilk plancılar 1910’lu 1920’li 1930’lu yıllarda gelmiş. Onlar da daha çok hali hazırı tespit etmişler ve krokiler üzerinden plan çizmeye çalışmışlar. Şehirlerin minarelerine çıkmışlar oralardan resimler çekerek şehirleri korumaya çalışmışlar.”
Mimar Sinan’ın eseri yol yapılmak için yıkılmış
Geçmişte eski şehrin üzerine yeni şehir inşa etmek için planlamalar yapıldığını, 1930-1950 döneminde avlulu konakların ve taş evlerin yavaş yavaş yıkılarak ‘modern’ olduğu söylenen betonarme yapıların inşa edildiğini dile getiren Özhaseki, Mimar Sinan’ın yaptığı hamamın ‘buradan yol açacağız’ diyen belediyeciler tarafından yıkıldığını söyledi.
Özhaseki, 1950’li yıllardan itibaren Türkiye’de hızlı bir göç dalgası başladığını aktarırken, şunları söyledi:
“İnsanlar köylerinden çıkıyorlar şehirlere doğru geliyorlar. O göçler karşısında biraz da hazırlıksız yakalanmışız. İşi bilmeyen belediyeler var, ideolojik yaklaşım arkasından gelmiş, bir grup belediye ‘gecekondu yapıldığında yıkarım’ demiş, iki zabıta ile yıkmaya çalışmış. Bazı belediyeler de ‘Bunlar gelsinler bizim adam olurlar, arka bahçemiz olurlar, bunları eyleme götürürüz. Zaten işçi sınıfını örgütleyeceğiz, devrim yapacağız’ hikayesi… Ve varoşlar oluşmaya başlamış, göz yummuşlar. Kolay değil bunların altından kalkabilmek.”
“İnsanları deprem öldürmüyor, sağlıksız yapılar öldürüyor”
Göç kavgası, fakirlik, işi bilmeme, ideolojik yaklaşımlar ve geç planlama gibi durumların sağlıksız ve kimliksiz kentlerin temelini attığını ifade eden Özhaseki, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Japonya’da eğer bir Japon, şiddetli deprem olduğunda bu depremi ninni gibi kabul edip sağa-sola dönerek uyuyorsa bizim Türk insanı olarak düşünmemiz lazım. Bizde ufacık 4-5 şiddetinde depremler olduğunda hepimizi bir korku alıyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz, aşağı mı ineceğiz yoksa yukarı mı çıkacağız, karıştırıyoruz. Niye? Yaptığımız binalara güvenmiyoruz. Zaten insanları deprem öldürmüyor, sağlıksız yapılar öldürüyor.”
Özhaseki, “Bizim şehirlerimiz çok eski şehirler, devletlerden bile eski. 10-11 bin yıllık şehirlerimiz var ama 10 bin yıllık devlet yok tarihte. 5 bin yıllık, 3 bin yıllık da yok. Bu kadar eski şehirlere sahibiz. Bunların her birisinde eski hayatların, medeniyetlerin izlerini taşıyan çok önemli eserler var. Bunlar bizim çok önemli eserlerimiz ve korumamız lazım, her bir taşını korumamız lazım.” ifadesini kullandı.
“2030’a kadar mutlaka bu fay açığa çıkar, bu gaz sıkışması bir gün patlar”
Kentsel dönüşümün gerekliliğine dikkati çeken Özhaseki, şöyle devam etti:
“Birincisi deprem ülkesiyiz. Topraklarımızın yüzde 66’sı birinci ve ikinci derecede deprem kuşağı. Son 100 yıl içerisinde bu ülkede 6 ve üzerinde şiddetli olan deprem sayısı 56. Neredeyse 2 seneye bir 6-7 şiddetinde bir depremle karşı karşıyayız. Ölen insan sayımız 83 bin. Maddi kaybımız 100 milyar dolar civarında. İstanbul’un da bir deprem şehri olduğunu bilmemiz lazım. Dünyada metropol şehirler içerisinde ‘en fazla risk taşıyan şehirler’ sıralamasında İstanbul ilk 10’da yer alıyor. Özellikle Adalar açığındaki fayın kırılması meselesi, bütün hocalarımızı meşgul eden bir konu. Hazırlanan raporlara baktığımız zaman, hocalarımızın neredeyse ittifak ettiği iki konu var. Birincisi, diyorlar ki ‘2030’a kadar mutlaka bu fay açığa çıkar, bu gaz sıkışması bir gün patlar.’ Çünkü belli tarihlerde devam eden ve tekrarlayan bir süreç var. Sonra Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın buraya kadar gelip dayandığını hepsi izah ediyorlar. İkincisi de bunun şiddeti 7’den aşağı olmayacak. Böyle olunca karşımızda kocaman bir tehlike var. Bu tehlikeyi görmemezlikten gelemeyiz. Hiç konuşmayabiliriz, birbirimizi korkutmayız, başımıza da bir felaket gelirse o zaman kolayca da bir yol buluyoruz; ‘kader mader’ falan diyoruz. Cenab-ı Hak ne diyor bize bilmem. Böyle kadercilik olmaz, tevekkül ayrı şey, teslimiyet ayrı bir şey, kadere inanç ayrı bir şey. Biliyorsunuz karşıdan felaket kopmuş geliyor, seyrediyorsunuz, tedbir almıyorsunuz sonra da başınıza iş geldiği zaman da kader diyorsunuz. Böyle şey olmaz. Bu noktada hazırlıklı olmak lazım. Kentsel dönüşüm yapma isteğimizin birinci nedeni karşımızda böyle bir tehlike olmasından. İkincisi, göçler ufak tefek de olsa hala devam ediyor. Nüfusumuz artıyor, yeni konut ihtiyacı da ortaya çıkıyor.”
“Bir müteahhide bir vatandaşa biraz da belediyeye kalsın hesabı”
İstanbul’da 100 metre alanda 400 metrelik inşaat yapıldığına işaret eden Özhaseki, konuşmasına şöyle devam etti:
“Belediyeler bu işi nasıl çözüyorlar? Burada yoğunluk kaç 3, 6-7 veriyorlar. Bir müteahhide bir vatandaşa biraz da belediyeye kalsın hesabı. Böyle bir kentsel dönüşüm olmaz, bu cinayettir. Oradaki 4-5 katlı binaları yıkıyorsunuz, 10 kat yapıyorsunuz yarısını müteahhide veriyorsunuz, yarısını siz alıyorsunuz. O zaman ne oluyor sonuç? Yol aynı, kaldırım aynı, otopark aynı, yeşil alan aynı duruyor, nüfus iki misline çıkmış ve daha yaşanılmaz şehirler haline geliyor. Bir felaketle karşı karşıya kalıyoruz. Bina bazlılarda özellikle binayı biraz daha yükselterek yaptığınız zaman o sosyal donatıları hiç vermiyorsunuz.”
“Mahalle konseptine geçmek lazım”
Özhaseki, yerinde dönüşümün esas olduğunu, bunun formülü üzerinde çalıştıklarını kaydederken, şunları söyledi:
“Biz bunların formülleri üzerinde çok çalıştık. Yoğunluğu arttırmadan yerinde dönüştürerek yapmak lazım. Sonra mahalle konseptine geçmek lazım yavaş yavaş. Artık kendi kimliğimizden de kopmaya başladık. 80 katlı bir yapı içerisinde oturan insanlar, asansöre bindiklerinde ‘merhaba’ demiyorlar. Burunları dikiyorlar, normal bir vaziyette gidiyorlar, ‘merhaba’ yok. Evde tuz lazım olsa karşı komşudan isteyecek insan çok azaldı. Mahalle konseptinin kendine has bir ruhu var. Oranın merkezinde bir mescit var, toplanma yeri var, etrafında sosyal tesisler var, iş merkezleri var. Sokaklar oraya bağlanıyor ve sokaklarda çalışan, esnaf, bakkallar, herkes mahalleliyi tanıyor. Çocuğu bıraktığın zaman kimse korkmuyor. Herkes birbirine ‘merhaba’ diyor. Lazım olduğu zaman istiyor-veriyor-alıyor. Buraya dönmek lazım. Fakat bunu da akıllı evler konseptiyle çözmek lazım.”
Mehmet Özhaseki, şehircilikte temel kuralların ortaya konulması için çalıştıklarını vurgularken, yapı denetim firmaları ile müteahhitler arasındaki ahbap-çavuş ilişkisini şöyle özetledi.
“Yapı denetim firmaları var, inşaat yapılacağı zaman arsa sahibi müteahhidi denetlemesi için bir firma tutar. O daha çok piyasada şöyle olmuş, müteahhit gidiyor bir firma ile anlaşıyor, parasını da o veriyor, kendini denetleyecek bir firma çıkıyor ortaya. Yapı denetim firması deniyor buna. Orada artık iş ahbap-çavuş ilişkisine gelmiş ki tadı kaçmış, hiç kimse denetlemiyor. Denetlese yüzeysel denetliyor. Çünkü siz paranızla kendinizi denetleyecek firma tutuyorsunuz. İşte bunu da değiştiriyoruz. Bundan sonra hiç tanımadığı biri gelip onu denetlemeye başlayacak. Biz inşallah geleceği inşa edeceğiz, çocuklarımıza güzel bir ortam bırakacağız.” dedi.
Muhabir: Kaan Bozdoğan