İSTANBUL – Ammar Nas
28 Şubat döneminde görev yaptığı Beykoz Rüzgarlıbahçe İlköğretim Okulu’nda öğretmenlikten atılan Semra Birdal Ergün, Türkiye demokrasi tarihinde kara bir leke olarak yerini alan ve toplumda derin izler bırakan 28 Şubat 1997 postmodern darbesinin ardından uygulamaya konulan kararlar, aradan 21 yıl geçmesine rağmen o günleri yaşayanların hafızalarında hala tazeliğini koruyor.
28 Şubat döneminde Beykoz Rüzgarlıbahçe İlköğretim Okulu’nda sınıf öğretmenliği yaparken meslekten atılan şimdi ise Üsküdar Mithatpaşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde müdür olan Semra Birdal Ergün, söz konusu dönemde yaşadıklarını AA muhabirine anlattı.
Ergün, üniversiteye girdiği yılda 28 Şubat döneminin ilk ayak seslerinin geldiğini, ilk sıkıntıları Burdur Eğitim Fakültesi’nde yaşamaya başladığını söyledi.
“Okullarımız özgür okullar, buraya bu tür kafalar giremez”
Herkesin 1991-1996 yıllarında fakültelere rahatlıkla girdiğini, ancak kendi okullarında beden eğitimi ve ilkokullarda yapılan stajlara stajyer öğrenci olarak alınmayıp 657 Devlet Memurları Kanunu’na göre muamele gördüğünü aktaran Ergün, “Mücadelem öğrencilik yıllarımda başladı. Üniversite birinci sınıfta örtündüm, ikinci sınıfta yaşadıklarımız nedeniyle okulu bıraktım. Sebebi de iki derse alınmamamız. Gittiğimiz okullardan hep kapılardan kovulduk. Müdürler bize, ‘Okullarımız özgür okullar, buraya bu tür kafalar giremez’ diyerek stajlara almadı. Bu sebepten okulu bitirmem bir yıl gecikti.” diye konuştu.
Ergün, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) o yıllarda başörtüsü meselesini hiçbir şekilde problem olarak görmediğini, sistemin neyi emrediyorsa onu yaptıklarını dile getirerek, staja 5 kişi gittiklerini, 4’ünün başını açarak okula girdiğini ancak kendisinin başörtüsünü çıkarmadığı için kapıdan kovulduğunu anlattı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra tayininin İstanbul’a çıktığına çok şaşırdığını söyleyen Ergün, “Doğu’da zor koşullara, terör olaylarına rağmen başörtüsüyle daha rahat edebilirim diye orada çalışmak istiyordum. Ama Beykoz Rüzgarlıbahçe İlköğretim Okulu’nda göreve başladım. Göreve başladığım ilk gün öğretmenler odasına gittiğimde bir öğretmen bana, ‘Veliler öğretmenler odasında oturamaz.’ dedi. Ben de, ‘Ben veli değilim yeni atanan stajyer öğretmenim.’ dedim. O anda ‘nasıl olur’ tepkilerinde bulundular. Ardından, ‘Bu sizin probleminiz değil bunu idareyle konuşuruz.’ dedim. O dönemde okul müdürümüz bizimle daha doğru bir diyalog kurarak uygulamada çok bir şey yapmayacağını zaten yakında tayinle okuldan ayrılacağını söyledi. Biz de kendisi sıkıntıya girmesin diye müdür beyin gereken uyarıyı yaptığını ama ‘biz onu dinlemedik’ diyerek ona bir garanti verdik. Derslere başörtüyle girmeye başladık.” ifadelerini kullandı.
“Meslekten atıldıktan sonra meslekten atılmama rağmen kademe durdurma cezası verdiler”
28 Şubat postmodern darbesinin ardından zihniyeti destekleyici kişilerin tepkilerinin daha da sertleştiğini vurgulayan Ergün, sözlerine şöyle devam etti:
“1997 yılının kasım ayında bahçe nöbeti tutarken bir müfettiş heyeti birden okula geldi. Beni başörtülü gördükten sonra teftiş odasına çağırdılar. ‘Sen bu kılıkta mı burada çalışıyorsun, bu ne ya git taran da gel’ dedikten sonra, ‘Kusura bakmayın o dediğinizi yapamayacağım’ dedim. ‘Sen neler olacağını biliyor musun’ dedi. Ben de, ‘Yönetmeliklerde neler olacağı belli, onları uygulayabilirsiniz.’ dedim. O görüşmeden sonra her hafta devam eden bir soruşturma süreci başladı. Her hafta iki müfettiş gelip boş bir odaya aldılar. Bir masa, bir sandalye, daktilo başında bir müfettiş, biri de ayakta sorgu memuru gibi başımda dikilerek her seferinde her hafta aynı sorular soruldu. ‘Derse böyle mi giriyorsun? Bunun sebebi ne? Yönetmeliği bilmiyor musun?’ tarzında sorular soruldu. ‘Peki başı açık giren arkadaşlarınız var. (FETÖ’cü öğretmenleri kastediyor) Onlar için bu ayet geçerli değil mi?’ Bu diyaloglar sürekli yaşandı. ‘Sen Müslümansın da onlar değil mi? Demek ki senin başka amaçların var. Siz devleti yıkmaya, laik düzeni devirmeye yönelik bu işleri yapıyorsunuz çünkü onlar da başörtülü ama hiçbir sıkıntı çıkarmadan açıyorlar.’ dediler. Bu haftalarca süren süreç sonucu Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan ceza süreçleri yaşandı. Uyarı, kınama ve iki kere maaş kesimi aldım. 27 Temmuz 1998’de okuldan aradılar, gittiğimde önüme meslekten atıldığıma dair bakanlık imzalı evrak konuldu. O dönem Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay, Müsteşar Bener Cordan imzalı bir evrak. Meslekten atıldıktan sonra meslekten atılmama rağmen kademe durdurma cezası verdiler. Böyle tuhaf süreçler yaşadık.”
28 Şubat döneminde sadece Eğitimciler Birliği Sendikası’ndan (Eğitim Bir-Sen) destek gördüklerini belirten Ergün, sonradan oraya gelen mağdur arkadaşlarla El Ele Platformu’nun çalışmalarını yaptıklarını aktardı.
Ergün, meslekten atıldığında bir anda ortada kaldığını, o dönemde babasının da hastalandığını anlattı.
“28 Şubat’ın psikolojik yüküyle epilepsi hastası oldum”
28 Şubat döneminde maddi manevi çok fazla sıkıntılar yaşadığına dikkati çeken Ergün, “28 Şubat’ın psikolojik yüküyle epilepsi hastası oldum. Doktora gittiğimde, ‘Sen ne yaşadın! Epilepsi, ya çocukluk ya da ileri yaşlarda görülen bir hastalık bu genç yaşında böyle bir şeyin olmaması gerekir.’ dedi. Şu an her gün 12 saatte bir ilaç alıyorum.” dedi.
Semra Birdal Ergün, okullarda hem öğretmen çevresinde hem de sosyal hayatta çok sayıda tepkiyle karşılaştığını belirterek, otobüse bindiğinde insanların, “Bunlar da ne? İran’da gidip yaşasanıza” dediklerini kaydetti.
Öğrencilik yıllarında bile okul bahçesinde, “Suudi Arabistan’a gidin okumaya. Burada çağdaş Türkiye Cumhuriyeti okullarında ne işiniz var” gibi tepkilerle karşılaştığını ifade eden Ergün, “Bu her gün her yerde artık bizim için sıradanlaşan cümlelere dönüşmüştü. Çocukluk hayallerimi tam gerçekleştirdikten sonra meslekten atılıp işsiz kaldım. 5 yıl hiç çalışamadım sonrasında daha esnek olunmaya başlayan ama sıkıntıların kurumsal ve bireysel anlamda sürdüğü bir sürece girdik. O süreçte 6 yıl özel bir kurumda öğretmenlik yaptım. 2009’un Eylül ayında tam olarak resmi bir kurumda mesleğe döndüm.” şeklinde konuştu.
“20 yıl sonra tüm kurumlar bizim elimizde olacak” dediler
FETÖ’cülerin, kendilerini yıldırmak için çeşitli baskılar uyguladıklarını belirten Semra Birdal Ergün, şunları kaydetti:
“Biz vakıflarda öğrenci faaliyetleri yürütürken FETÖ’cü gençler bize, ‘Boşuna uğraşıyorsunuz. Siyasi ve vakıf çalışmalarıyla hiçbir şey elde edemezsiniz. Biz eğitimle ilgileniyoruz. 20 yıl sonra tüm kurumlar zaten bizim elimizde olacak.’ dedi. Biz bunu arkadaşlarımızla paylaştığımızda hep bir komplo teorisi olarak algılanıyordu. Bu sebeple çok sayıda insanla tartıştık. En sonunda çok şükür gerçekler ortaya çıktı. Ben öğrenciliğim ve öğretmenlik hayatım boyunca bu mücadeleyi yürütürken en büyük engel olarak FETÖ’cüleri görüyorum.
Zaman gazetesi imam hatipler kapatıldıktan sonra ‘hayırlı olsun’ başlığı attı. Bizim insanımız iyi niyet besleyerek buna bile tolerans gösterdi. 28 Şubat’ın en büyük rantını elde eden yapı FETÖ’dür. Çünkü 28 Şubat’dan sonra aşırı bir büyüme göstererek kendi özel okullarına dershaneler aracılığıyla çocuk devşirdiler. Eğitime bu noktadan bir girişleri var. Dindar kesim kendi giderlerinden keserek özel okula çocuklarını göndermesi mümkün değilken FETÖ’cü okullara, dershanelere sırf daha muhafazakar birtakım şeyleri öğrensin diye çocuklarını gönderdiler ama sonuç ortada.”
28 Şubatla ilgili davaları takip ettiğini belirten Ergün, Ankara’da Çevik Bir ve Çetin Doğan gibi isimlerin yargılandığı davalara izleyici olarak gittiğini söyledi.
Ergün, mesleğe dönse de dönmese de düşünce ve inançlarının değişmediğini vurgulayarak, sözlerini, “İnançlarımın sonuna kadar arkasında durdum. Hiçbir zaman hiçbir sistem sonuna kadar kalıcı değildir. Dolayısıyla bir gün mutlaka bu sürece geleceğimize, mutlaka bir şekilde galip geleceğimize inanıyordum.” diye tamamladı.
“Kızları minibüse doldurup ormana bıraktılar”
28 Şubat sürecinde İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde müdür yardımcılığı görevinde bulunan İstanbul Recep Tayyip Erdoğan İmam Hatip Lisesi Müdür Yardımcısı Mehmet Baydaş da AA muhabirine yaptığı açıklamada, 28 Şubat döneminde adeta bir başörtüsü avı başlatıldığını, kendilerinin de erkek lisesi olmalarına rağmen büyük sıkıntılar yaşadığını söyledi.
Post modern darbeyle beraber görev yaptığı lisede öğretmenlerle alakalı soruşturmaların başladığını aktaran Baydaş, “Öğrencilerimiz erkek olmasına rağmen takip ediliyordu. Günde iki kere yoklama alınıyordu. Bunlar resmi herhangi bir yazıyla da gelmiyordu. Genel manada bir baskı vardı. Öğrencilerin başörtüsü eylemlerine gidip gitmedikleri denetleniyordu. Sivil veya resmi kıyafetli çeşitli şekillerde polisler okula gelirdi. Hatta bazen bir hafta sonra, bir hafta önceki günün yoklamasını bile istiyorlardı. Öğrencilerime ‘gittiniz mi?’ diye sorduğumda, ‘evet, gittik’ dediler. ‘Peki neden gidiyorsunuz?’ dediğimde, ‘Hocam senin kızın veya kız kardeşin yakalanıp bir minibüse doldurularak ormana götürüp bırakılsa sen gitmez misin?’ cevabını verdiler. Kendimi onların yerine koyup düşündüğüm zaman, ‘Evet ben de giderdim’ diye düşündüm. Minibüslere doldurularak ormana bırakılan kızları biliyoruz. Bu çok acı.” diye konuştu.
Baydaş, Milli Güvenlik dersi öğretmenleri sıkıntı çıkardığı için başörtülü öğretmenlerin ders günlerini onlarla karşılaşmayacak şekilde ayarladıklarını anlatarak, Milli Güvenlik dersi hocalarının da denetlemeye gelen bambaşka bir ekip olduğunu kaydetti.
“İmam hatiplerin gözden düştüğünü yazdırdılar”
İmam hatip liselerinde üniversiteye giriş konusunda gelen puan kırılması olayının tam bir haksızlık olduğunu söyleyen Baydaş, sözlerine şöyle devam etti:
“İmam hatip liselerinin gözden düştüğünü, medya gruplarıyla yazdırdılar. İmam hatipler etrafında kamerayla çekim yapıyorlardı. Bunlara şahit oldum. Ses ve ortam dinlemek için araçlarla okulun yakınlarına geldiklerini biliyorum. Okullarımızın bir kısmını, liselere devrettiler. ‘Nüfus azalmıştır’ diye gelip bizim okulumuzda da sınıfları ölçtüler, metrekareyi nüfusa bölüp başka okullardaki çocukları bizim okula getirmeye çalıştılar. Okulumuza başka liselerden öğrenciler alıp buradaki imam hatip ortamını bozmak istediler. Bize sürekli yazılı olarak bildiriyorlardı. Kütüphanede belirli yazarların kitapları yasaklandı. ‘Tehlikeli kitaplar bir komisyon marifetiyle alınarak imha edildi.’ diye yazı geldi. Eski yıllıklar bile bu şekilde imha edildi. Sıkıntılı süreçler yaşadık.”
28 Şubat döneminde mağdur olanların itibarının devlet tarafından iade edildiğini ve sosyal haklarının geri verildiğini aktaran Baydaş, söz konusu dönemin bir daha gelmeyeceğini, Türk milletinin de buna müsaade etmeyeceğini belirtti.
“Öğretmenler başörtülü olarak derslere girmesin”
Başörtülü öğretmenlerle ilgili kendisine yazılar geldiğine işaret eden Baydaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bize gelen yazıda, ‘Bu öğretmenlere tebliğ edin, bundan sonra başörtülü olarak derslere girmesinler.’ yazıyordu. Onlara bunları tebliğ etmek zorundaydık, üzerimizde baskı vardı. İçeriden de birilerine sürekli haber verenler vardı. Müfettişler gelip tüm bayan öğretmenlerle toplantı yaptılar. Toplantıda ‘Başınızı açacak mısınız, açmayacak mısınız?’ diye sordular. İstifa edenler oldu. Kimisi peruk taktı, kimisi ise atıldı. Bener Cordan yönetimindeki bir heyet, bayan hocamızı ihraç etti. Erkek imam hatip lisesi olmamıza rağmen, öğretmenlerle ilgili çok sıkıntı yaşadık. Okulumuzdaki öğretmenler sırf başörtülüler diye öğretmenlikten atıldılar. Müfettişler bir gün elinde programla başörtülü hocamızın sınıfına planlı şekilde geldi. Dersten çıktıktan sonra bize fırça attı, ‘Nasıl bu şekilde derse girmesine müsaade ediyorsunuz’ dedi. Sonra başörtülü hocalarımızın tayinlerini başka okullara çıkardılar, oradan da açığa aldılar, bir süre sonra ise ihraç ettiler. Dolayısıyla bu tür ilginç olaylar yaşadık.”
“İdarecinin istifa etmesi bile yasaklanmıştı”
Başörtüsünün bir gün serbest olacağını hep düşündüğünü belirten Mehmet Baydaş, o dönemde karamsar olmak yerine içinde hep ümit beslediğini dile getirdi.
Baydaş, 28 Şubat döneminde tuhaf uygulamalarla karşı karşıya kaldıklarını vurgulayarak, “İkinci bir emre kadar idarecinin istifa etmesi bile yasaklanmıştı. Bu çok anormal bir şey değil mi? Hiçbir şekilde istifa edemiyorduk. İstifaya zorlanmak için her şey yapılıyordu ama istifa edemiyorduk. Hiçbir zaman hak etmediğimiz baskı ve takipler oldu. Öğrencilerimizin ve bizim önümüz kesildi. Çok haksızlığa uğradık, umarım o günler bir daha yaşanmaz.” şeklinde konuştu.