ANKARA – SİNAN USLU
Türkiye, NATO üyeliğinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmesine rağmen ittifakın terörle mücadele dahil birçok alanda Türkiye’ye verdiği destek sözde kaldı. Terörle mücadele, Türkiye’nin NATO ittifak sistemi içinde yalnız bırakıldığı alanların başında yer alıyor.
Türkiye, kuruluşundan bugüne ittifak üyeliğinden kaynaklanan tüm sorumluluklarını yerine getirmesine rağmen NATO’nun, Türkiye’nin güvenlik önceliklerini ya dikkate almadığı ya da ittifakın açık sorumluluk alanında olmasına rağmen Türkiye’nin güvenliği söz konusu olduğunda isteksiz davrandığı gözlemleniyor.
Türkiye’nin 1952’de üyesi olduğu NATO’nun, Türkiye’ye yönelik isteksizliğinin, “izaha muhtaç” en önemli yanlarından birini terörizmle mücadele alanı oluşturuyor. Terörle mücadele, Türkiye’nin NATO ittifak sistemi içinde en çok yalnız bırakıldığı alanların başında geliyor.
İttifak, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı güvenlik tehditlerinde ya Türkiye’ye doğrudan destek sağlamıyor ya da gecikmiş adımlar atmak suretiyle ülkenin ulusal güvenliğinin altını oyuyor.
Başbakan Binali Yıldırım, 4 Şubat’ta gerçekleştirdiği Kilis ve Hatay ziyareti kapsamında yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Suriye sınırındaki illere düzenlenen saldırılara ilişkin sayıları paylamış, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de, 14 Şubat’ta Brüksel’de düzenlenen NATO Savunma Bakanları Toplantısı kapsamında yaptığı açıklamada, Türkiye’nin bazı meşru güvenlik kaygıları olduğunu belirterek, “NATO müttefiklerinden hiçbir tanesi Türkiye’den daha fazla terör saldırısı mağduru olmadı.” ifadelerini kullanmıştı.
Buna karşın NATO’nun, defalarca Suriye’nin kuzeyindeki PYD/YPG/PKK ve DEAŞ mensubu teröristlerin saldırısına uğrayan Türkiye’yi yalnız bıraktığı, verilen desteğin de “söz”de kaldığı görüldü.
NATO ile Türkiye ilişkileri
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Güvenlik Uzmanı Murat Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son yıllarda NATO üyesi ülkelerle Türkiye arasında süregelen gerginliklerin, Türkiye’nin NATO ile ilişkileri üzerinde tahakküme neden olduğunu söyledi.
Bu kapsamda NATO üyelerinin ön yargıya dayanan söylemlerine paralel olarak Türkiye’de, NATO’nun yeni yüzyılda ne kadar gerekli bir güvenlik örgütü olduğuna yönelik soru işaretleri oluşmaya başladığını dile getiren Aslan, “NATO ve Türkiye arasında yaşanan gerginliğin nedenleri ile çıkış yolları nelerdir? Bu soruya verilecek cevap, önümüzdeki dönemde kolektif güvenlik anlayışının sorgulanmasına neden olacak ve NATO-Türkiye ilişkilerine yön verecektir.” diye konuştu.
“Türkiye NATO ülkelerini rahatlatıyor”
Türkiye’nin, 1952’den bu yana NATO’nun güneydoğu kanadının güvenliğine gerek caydırıcılığı gerekse aktif eylemleriyle katkı sağladığını hatırlatan Aslan, Avrupa kıtasındaki NATO üyelerinin, Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Kafkaslar eksenindeki istikrarsız bölgelerden kaynaklanan tehdit algılarına kalkan olan Türkiye’nin, Soğuk Savaş sonrasında terörizm ve yasa dışı göç ile insan kaçakçılığı gibi yumuşak tehditlere karşı tedbirler geliştirdiğini ve NATO ülkelerini rahatlattığını belirtti.
Aslan, Türkiye’nin ayrıca, NATO’nun tanımladığı tehdit ve güvenlik ortamına ilişkin muhtelif operasyonları gerektiğinde komuta ettiğine, Bosna, Kosova, Afganistan, Libya, Somali, Makedonya gibi sorunlu ülkelerde yürütülen operasyonlara da aktif olarak katıldığına dikkati çekti.
Daha da önemlisi Türkiye’nin, ABD’de travma yaratan ve halen ABD’nin birçok askeri girişimine gerekçe olarak ileri sürülen 11 Eylül saldırılarından sonra 5. maddenin ilk defa işletilmesine ilişkin olumlu yönde oy kullandığını hatırlatan Aslan, şunları söyledi:
“Türkiye, diğer bir ifadeyle ABD’nin ilan ettiği ‘terörizmle savaş’a, tüm NATO ülkeleri gibi ABD’nin yanında katılmıştır ancak NATO’nun, Avrupa ülkeleri ve ABD’nin güvenliğine yönelik iradeyi, Türkiye’nin güvenlik sorunlarına ne kadar yansıttığı tartışmalı bir konudur. NATO, Türkiye’nin 1984 yılından bu yana tecrübe ettiği, 40 binden fazla insanının hayatına mal olan ve PKK, DHKP/C, FETÖ gibi terör örgütlerinden kaynaklanan terör kaygılarını, ABD örneğinde olduğu gibi paylaşmamıştır.”
“NATO, üye ülkelerin güvenlik önceliklerinin koordine edilmesinde başarısız”
NATO üyesi ülkelerin, söz konusu terör örgütlerinin üyelerine oturma izni vermesi ve çeşitli isimler altında resmi temsilciliklerine göz yummasının, Türkiye açısından NATO’nun amaç ve işlevine yönelik soruları gündeme getirdiğine dikkati çeken Aslan, şöyle konuştu:
“Kolektif güvenlik örgütü olarak NATO’nun, Türkiye’nin terörle mücadelesine destek vermek bir yana, üye ülkelerin güvenlik politikalarının aynı çizgiye çekilmesinde pasif kaldığı rahatlıkla iddia edilebilir. Nitekim Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Lüksemburg gibi Batı Avrupa güvenliğine öncelik veren ülkelerin, Türkiye’nin güvenlik kaygılarına kayıtsız kaldıkları bilinmektedir. Dolayısıyla NATO, üye ülkelerin güvenlik önceliklerinin koordine edilmesinde başarısız kalmış, Türkiye’yi PKK ve FETÖ gibi terörist örgütlerle mücadelede yalnız bırakmıştır. Özellikle son dönemde, NATO şemsiyesi altında güvenlik ortaklığı kurduğumuz üye ülkelerin, Türkiye’ye örtülü silah ambargosu uygulaması, bu durumu bariz bir şekilde resmetmektedir.”
NATO’yu fonksiyonsuz kılan en önemli konulardan birinin, ABD’nin, NATO’daki başat konumu olduğunun altını çizen Aslan, konuya ilişkin örnekleri şöyle sıraladı:
“Örnek vermek gerekirse SACEUR (NATO Komutanı) olarak görev yapan generalin, ABD Avrupa Komutanı olması dikkate alındığında, NATO bir kolektif güvenlik örgütünden ziyade ABD’nin milli güvenlik öncelikleri doğrultusunda bir araç haline gelmiştir. Diğer bir örnek, NATO’nun Afganistan’da icra ettiği ISAF harekatında, ISAF Komutanının, aynı zamanda Afganistan’daki milli birlikleri dahil tüm ABD’li birliklerin komutanı olmasıdır. Bu durum NATO’yu, kolektif güvenlik örgütünden ziyade ABD’nin paravan maskesi haline getirmiş, uluslararası politik desteğin meşru aracı yapmış, operasyonların maliyeti de üye ülkelere tahvil edilmiştir. Ayrıca İttifak içinde alınan kararlarda, her ne kadar oydaşma esas olsa da özellikle bazı üye ülkelerin, ABD askeri yardımına erişmek için ABD tercihlerini ön plana çıkarması, ABD’yi NATO’nun genel iradesinin önüne geçirmiştir. Örneğin NATO’nun Çekyalı Askeri Komite Başkanı Orgeneral Petr Pavel’in, S400 hava savunma sistemi alımı nedeniyle Türkiye’ye yönelik tehditkar söylemleri halen hatırdadır. Kaldı ki Pavel, kendi ülkesinde eski Sovyet döneminden kalan hava savunma silahları envanterini dikkate almadan, Türkiye’ye sanki ABD adına uyarıda bulunmuştur. Dolayısıyla ABD’nin milli politikası ile NATO’nun kolektif güvenlik politikasının ne kadar farklı olduğu sorgulanır hale gelmiştir.”
NATO’nun pasif tutumu
NATO üyesi ülkelerin arasında çoğunluğu oluşturan Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin, kendi aralarında fikir birliği yapmışçasına Avrupa-Türkiye gerginliklerinde, tarafsızlıklarını kaybederek Türkiye aleyhinde ortak tutum takınmasının, başka bir sorun alanı olduğunu belirten Aslan, “Örneğin Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin haksız egemenlik ihlallerinde, AB üyesi NATO ülkelerinin klasikleşmiş bir şekilde Türkiye’yi yalnız bırakmaları, artık kanıksanmış bir uygulama haline gelmiştir. NATO’nun ise itidal çağrısı yaparken pasif kalmayı tercih etmesi, kolektif güvenliği ‘kolektif sessizliğe’ dönüştürmüştür. Örneğin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin doğalgaz sondajı yapmak için ilan ettiği üç numaralı sahada KKTC’yi dışlayan tutumuna, NATO üyesi AB ülkelerinin destek vermesi, öte yandan Türkiye aleyhine açıklamalarda bulunulması ve NATO’nun pasif tutumu, güvenliğin çifte standartlarını ortaya koymaktadır.” diye konuştu.
NATO üyelerinin, NATO’nun icra ettiği operasyonlarda izlediği stratejinin de, üye ülkelerin güvenlik anlayışının kavranabilmesinde incelemeye değer olduğuna işaret eden Aslan, “NATO üyelerinin, NATO’ya tahsis ettikleri askeri unsurlara kısıtlamalar koyması ve her konuda milli karargahların devreye girerek doğrudan komutayı ele alması kolektif güvenliğin ‘güvenilirliğinin’ sorgulanmasına yol açmaktadır. Nitekim Türkiye’nin tehdit algılarına cevap veremeyen NATO’nun, Suriye krizi sonrası Türkiye’ye gönderdiği hava savunma sistemlerinin, hangi milli kısıtlamalar dahilinde kullanılabileceği ve Türk hava sahasının güvenliğine ne kadar katkı sağlayabileceği, belirsizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan böyle bir endişe de Türkiye’nin S400 tedarikinin ne kadar haklı bir girişim olduğunu ortaya koymaktadır.” değerlendirmesini yaptı.
NATO-Türkiye ilişkilerine zarar veren en önemli konulardan birinin, NATO üyesi ülkelerin çeşitli motivasyonlarla sahip oldukları ön yargılar olduğuna dikkat çeken Aslan, özellikle radikalliğin mikro düzeyde askeri birliklere yansımasının ve Türkiye’nin Müslüman kimliğine karşı var olan ön yargıların, NATO-Türkiye ilişkilerine zarar verdiğini belirtti.
Norveç’te icra edilen “Trident Javelin 2017” isimli bilgisayar destekli komuta yeri tatbikatı ile Kanada’da Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nda yaşananları hatırlatan Aslan, şunları söyledi:
“Bu tür ‘hata’ların ciddi örgüt ve kurumlarda yapılamayacağı dikkate alındığında, NATO’nun ön yargı ve disiplin konusunda zafiyetleri olduğu ileri sürülebilir, ancak yapılan hatalara şu ana kadar sadece Türkiye’nin konu olması düşündürücüdür. Nitekim her detayı uzun bir süreç dahilinde planlanan ve profesyonel personelin dahil olduğu tatbikat ve toplantılarda hata olasılığı pek mümkün görünmemektedir. Sonuç olarak, bahse konu gelişmeler dahilinde, Türkiye, NATO’nun, NATO üyelerinin ve özellikle ABD’nin, Türkiye’ye yönelik güvenlik desteği kapasitesini, yaklaşımlarını ve örgütün iç dinamiklerini dikkate almaktadır. Yaşanan olumsuzluklar karşısında Türkiye’nin, güvenliğini sağlama yolunda NATO’ya bel bağlamak yerine kendi ayakları üzerinde durmayı tercih etmeye başladığı söylenebilir.”
NATO’nun, üye ülkelerini ortak bir güvenlik politikasının asgari müştereğinde buluşturamadığı ve terörizmle mücadelede desteğini esirgediğinin bir vaka olarak ortaya çıktını belirten Aslan, şunları kaydetti:
“Şüphesiz NATO, caydırıcı bir birliktelik ve üye ülkeler için güvenlik garantisidir ancak Türkiye, söz konusu güvenlik garantisinden tüm üye ülkeler kadar faydalanmak istemekte, çifte standartların önüne geçilmesini talep etmektedir. Diğer bir deyişle NATO’nun kolektif güvenliği, Türkiye özelinde ‘bireysel güvensizliğe’ dönüşmemelidir. Ayrıca radikal görüşlere sahip kişilerle terör örgütü sempatizanlarının, NATO kadroları ile üye ülkelerin Silahlı Kuvvetlerine sızması sonucu artan ön yargılar ve ‘bilinçli’ hatalar, hissedilen güvensizliğe çarpan etkisi yaratmaktadır. Ortaya çıkan güvensizliğin çıkış yolu, NATO’nun, ABD hegemonyası ve Avrupa bencilliğinden sıyrılıp, eşit ortaklık temelinde bir güvenlik modelinin kurulmasına ve güvenlik sorumluluğunun yerine getirilmesinde gerekli özen ve fedakarlığın gösterilmesine dayanmaktadır.”