Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Mahmut Aydın, Yeni Şafak’ta FETÖ’nün Batı’nın desteğini kazanmak için tedavüle soktuğu ‘dinler arası diyalog’ söylemini kaleme aldı.
DÜNYAYI HRİSTİYANLAŞTIRMA GİRİŞİMİ
Bu yazıda FETÖ/PDY yapılanmanın 1990’lardan sonra dillendirmeye başladığı “dinler arası diyalog” politikası, kalkıştığı 17/25 Aralık 2013 sivil ve 15 Temmuz 2016 askeri darbe kalkışmaları bağlamında inceleme konusu yapılacaktır. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra Katolik ve Protestan kiliseler, 17. yüzyıldan sonra sömürgeci güçlerle birlikte başlattıkları dünyayı Hristiyanlaştırma girişimleri neticesinde “19. yüzyıl bitmeden tüm dünyanın Hristiyanlaşacağı” öngörülerinin başarısız olması üzerine 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra katı ve saldırgan misyon yöntemlerinin yerine Hristiyan olmayanlarla diyalojik ilişki içinde olunmasını bağlılarına öğütleyen “dinler arası diyalog” ve “dini tolerans/hoşgörü” söylemlerini tedavüle sokmuşlardır. Nitekim başta II. Vatikan Konsili olmak üzere Papalık ve Protestan kiliseler tarafından yayımlanan bildirgelerde diyaloğun misyonerliğin yerini alan değil, ona yardımcı olan bir araç olduğu, eğer misyonerliğe hizmet etmiyorsa Hristiyanlar tarafından terk edilmesi gerektiği vurgulu bir şekilde ifade edilmektedir.
GÜLEN’İN PAPA’YLA GÖRÜŞMESİ
Batılı kiliseler tarafından günün şartlarına uygun yeni bir misyon yöntemi olarak benimsenen “dinler arası diyalog” söylemi 28 Şubat sürecinde başta lideri Gülen olmak üzere tüm FETÖ/PDY yapılanmasının gündemine adeta bir can simidi olarak girmiştir. Bu süreçte Gülen önce Türkiye’de Ortodoks Fener Patriği Barthholomeos ve Ermeni Patriği II. Karekin ve dönemin İstanbul Başhahamı David Asea ile görüşmeler yapmış. 09 Şubat 1998’de de Vatikan’a giderek dönemin Papası II. John Paul ile görüşmüştür. Gülen bu görüşmede Papa’ya verdiği mektubun girişinde yer alan şu sözleriyle adeta kendi gerçek kimliğini ve sahip olduğu bu kimlik bağlamında da misyonunun ne olduğunu gözler önüne sermektedir. “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler Arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.” Bu ifadeye FETÖ’nün milli iradeye karşı kalkıştığı senaryosu başta ABD olmak üzere Batı dünyasında yazılan, hain darbe girişimleri çerçevesinde bakıldığında Gülen’in bir üst akıl tarafından seçilerek İslam coğrafyasının imamesi olan Türkiye’yi bölüp parçalamakla görevlendirilen bir figür olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü söz konusu ifadede Gülen, Papa’ya ziyaretinin amacının yeni bir misyon yöntemi olarak tedavüle sokulan “dinler arası diyalog” çalışmalarını yürütmek üzere Katolik kilisesi tarafından kurulan Dinler Arası Diyalog İçin Papalık Konseyi’nin (PCID) bir parçası olduğunu ve bu kurumun temel misyonu olan Hristiyan olmayanlarla diyalog adı altında dostane ilişkiler kurarak onlara İncil’i ve İsa-Mesihi’ sunmak, eğer bu mümkün olmuyorsa onları Hristiyanlık sempatizanı yapmak suretiyle Hristiyan misyonuna yardımcı olma yönündeki arzusunu açıkça beyan etmiştir.
İSLAM İNANCINI SULANDIRMA TOPLANTISI
Nitekim Gülen, bu görüşmesinden kısa bir süre sonra Mart 1999’da Amerika’ya giderek oradan Papa’ya verdiği “Hristiyan misyonuna yardımcı olma” sözü çerçevesinde hem kiliselerin diyalog misyonuna hem de hegemonik güçlerin Türkiye üzerindeki emellerine hizmet etmeye devam etti. Bu çerçevede Gülen’in yaptığı ilk iş Papa’ya verilen mektupta yer alan “İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslam’ın asırlarca ölçülen yanlış anlamasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır” ifadeleri çerçevesinde, Batı’nın ürktüğü İslam imajının yerine kendisinin “ılımlı İslam” projesi kapsamında Müslümanlara karşı sert ancak gayrimüslimlere karşı son derece hoşgörülü ve diyalog kurulabilir bir İslam anlayışını yaygınlaştırmak için kolları sıvamak olmuştur. Bu bağlamda Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın öncülüğünde 2000 yılında Urfa’da ve 2006 yılında da Mardin’de uluslararası diyalog toplantıları düzenlenir. Sempozyum görüntüsü altında yapılan ve Türkiye’deki tüm gayrimüslim grupların davet edilmesine karşın kendileri dışındaki hiçbir Müslüman cemaat ve grubun davet edilmediği bu etkinliklerin temel amacı FETÖ/PDY yapılanmasının kendini gayrimüslim dünyada meşrulaştırarak sadece kendilerinin muhatap alınması gerektiği algısını oluşturmaktı. Nitekim Mardin’deki toplatıda Yahudi ve Hristiyanların Müslümanlar ile aynı Tanrı’ya inandıkları vurgulanmış ve devamında da sembolik bir nikah merasimi ile Müslüman bir bayanın ehli kitap bir erkekle evlenebileceği algısı oluşturulmaya çalışılarak İslam inancı sulandırılma yoluna gidilmiştir.
DÜNYADA DİYALOG ZEHİRİ
FETÖ/PDY yapılanması Diyalog Avrasya Platformu ve yayımladığı DA adlı dergi aracılığıyla Rusya, Orta Asya ve Kafkaslar’da dinler ve kültürler arası ilişkileri geliştirme adına konferanslar, paneller ve çeşitli sanat etkinlikleri düzenlemiştir. Bu örgüt özellikle Gülen’in Amerika’ya yerleşmesinden sonra kültür merkezleri, dinler arası diyalog enstitüleri, Rumi Forum gibi isimler altında Batı dünyasında özellikle de Amerika ve Kanada’da çok hızlı bir yapılama içine girmiştir. Öyle ki, Amerika’da FETÖ her eyalette 50’nin üzerinde dinler ve inançlar arası diyalog grupları oluşturmuştur. Diyalogla ilintili kurulan enstitü, dernek, forum ve benzeri oluşumlar vasıtasıyla düzenledikleri diyalog toplantıları, iftar yemekleri ve mahalli dini liderlere diyaloğa katkıları adı altında verilen ödül törenleriyle FETÖ hem kendini meşrulaştırma hem de ciddi kamuoyu desteği elde etme yoluna gitmiştir. Dahası bu hareket dinler ve kültürler arası diyalog konusunda çalışmaları olan tanınmış bilim insanlarına büyük paralar vererek onları “Gülen’in diyalog anlayışı ve dünya barışına katkıları” gibi konularda makaleler ve kitaplar yazmaya teşvik etmiştir. Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta diyalogda karşılıklı iletişim çerçevesinde tarafların inançlarını birbirlerine tebliğ etmesi söz konusu olmasına karşın FETÖ hareketinin diyalog adı altında düzenlediği etkinliklerde ve yaptığı faaliyetlerde tebliğin yani İslam’ın muhataplara sunulmasının asla söz konusu olmamasıdır. Çünkü söz konusu etkinliklerde amaç İslam’ın gayrimüslimlere sunulması değil; FETÖ hareketinin tanıtılması, meşrulaştırılması ve yaygınlaştırılması olmuştur.
MÜSLÜMAN OLMAYA GEREK YOKTUR
FETÖ’nün diyalog adı altında düzenlediği toplantılarda ve yaptığı etkinliklerde dikkat çeken bir diğer önemli husus da “ılımlı İslam” adına İslam ile Hıristiyanlığın aslında aynı Tanrı’ya inancı öngören dinler oldukları algısını oluşturacak adımlar atılmasıdır. Örneğin söz konusu toplantılarda Müslüman ve Hıristiyanların aynı Tanrı’ya inandıkları vurgulanarak kendi mekanlarında ve kiliselerde ortak ibadet seansları düzenlenmektedir. Peki, FETÖ yapılanmasının iddia ettiği gibi gerçekten Müslüman ve Hristiyanlar aynı Tanrı’ya mı inanmaktadır? İslam’da inanılan ilahın tekliği ve biricikliği üzerine dayanan mutlak bir tevhid inancı vardır. Yani İslam’ın Allah’ı hiçbir şekilde bedenleşerek yeryüzüne gelen ve beşer hayatı yaşayan bir ilah değildir. Hâlbuki Hristiyan inancına göre Tanrı, Hz. Âdem’in işlediği ve nesilden nesile tevarüs ederek gelen asli günahı ortadan kaldırmak için İsa-Mesih’in şahsında gökten yeryüzüne gelmiş, beşer hayatı yaşamış ve çarmıhta fidye olarak kanını akıtmış bir ilahtır. Bu olgusal gerçeklik karşısında, Müslüman ve Hristiyanların aynı Tanrı’ya inandığını iddia etmek açıkça İslam inancını tahrif etmektir. Bu tür sapkın bir diyalog politikası izlenmesinin temel nedeni baştan FETÖ/PDY yapılanmasının gayrimüslimlerle diyalogda Müslüman bir duruş sergileyerek diyaloğu İslam’ı onlara tebliğ etme aracı olarak değil, kendilerini uluslararası kamuoyunda meşrulaştırma ve sapkın hedeflerine ulaşma noktasında güç devşirme ve destek bulma aracı olarak kullanmasıdır. Haddizatında böyle bir diyalog politikası gittikçe artan sayıda Hristiyan’ın Müslüman olduğu Batı dünyasında kiliselerin ve misyoner kuruluşlarının da işine gelmektedir. Çünkü ifade ettiğimiz bu diyalog politikasına göre Hristiyanlar, Müslümanlarla aynı Tanrı’ya inandığı ve birlikte ortak ibadet yapabildiğine göre Hristiyanlığı terk edip Müslüman olmaya gerek yoktur. Dolayısıyla herkesin kendi inancında kalması ve hayatını söz konusu inanç üzere devam ettirmesi esas olmalıdır.
28 ŞUBAT’A AÇIK DESTEK
FETÖ hareketi, dinler ve kültürler arası diyalog adı altında düzenlediği etkinliklerde diğer Müslüman gruplarla veya cemaatlerle birlikte olmadığı gibi sürekli olarak onları olumsuz etkiyececek bir tutum içinde olmuştur. Örneğin Rusya’daki okullarının kapatılmaya başlanması üzerine FETÖ hareketi 2005 yılında Moskova’da “Din, Şiddet ve Terör” adı altında bir toplantı düzenlemiş ve toplantı sonunda yayımlanan sonuç bildirgesinde okullarının Rusya hükümeti tarafından kapatılmasını engelleme adına “biz terörizme karşı verdiği mücadelede Rusya’nın yanındayız” şeklinde bir cümleye yer vererek Rusya’nın terörist diye niteleyerek kendileriyle mücadele ettiği Müslüman Çeçenleri gönül rahatlığıyla öldürebileceğine cevaz verilmiştir. FETÖ/PDY, dini bir cemaat olarak görüldüğü dönemlerde gayrimüslimlerle diyalog köprüleri kurarken kendi dindaşı olan diğer Müslüman gruplarla bırakın bir araya gelip diyalog köprüleri kurmaya çalışmasını bu ve benzeri pek çok örnekte olduğu gibi onları olumsuz etkileyecek ve can evinden vuracak girişimlerde bulunmuştur. Örneğin, 28 Şubat süreci olarak bilinen dönemde ülkemizdeki dini camianın önemli liderlerinden dönemin başbakanı merhum Necmettin Erbakan’a sahip çıkacağı yerde, “beceremediniz artık bırakın” çağrısında bulunarak 28 Şubat post-modern darbesine açık destek vermiştir.
PAPA’NIN YAŞADIĞI HAYAL KIRIKLIĞI
Güdülen bu politikanın son halkası Müslüman coğrafyanın imamesi konumunda olan Türkiye’yi ve onun tüm mazlum milletlerin ümidi olan lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı yok etmek için kalkıştıkları 17/25 Aralık 2013 sivil ve 15 Temmuz 2016 hain askeri darbe girişimleri olmuştur. Bu iki kalkışmanın, özellikle de 15 Temmuz kalkışmasının Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Erdoğan’ın kararlı liderliğinde iktidarı, muhalefeti ve toplumun tüm katmanlarının birlikte karşı çıkışıyla bastırılması ve FETÖ/PDY yapılanmasının artık kiliselerin ve hegemonik güç odaklarının misyonuna hizmet edemeyecek şekilde yok ediliş sürecine girmesi, Gülen’in efendilerini bir hayli üzmüş görünmektedir. Nitekim FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi konusunda neden sessiz kaldığı yönünde kendisine sorulan bir soruya Papa Francis’in “bu konuda konuşmadım, çünkü aldığım bilgilere göre henüz orada ne olduğundan emin değilim” şeklinde yanıt vermesi aslında sağladıkları destekle ciddi yatırım yaptıkları Gülen’in ve kurduğu paralel devlet yapılanmasının kilisenin İslam coğrafyasının imamesi olan Türkiye’yi bölme ve buna bağlı olarak üçüncü bin yılda çoğunluğu Müslüman olan 10/40 paralelleri arasındaki coğrafyayı Hristiyanlaştırma misyonuna yardımcı olamamasının yarattığı derin hüznü yansıtmaktadır. Gülen’i Türkiye’ye iade etmemek için mazeret üstüne mazeret üreten başta ABD olmak üzere FETÖ’cü darbeye karşı hala derin bir sessizlik içinde olan Batılı hegemonik güçlerin de Papa’nın yaşadığı bu hayal kırıklığını ve derin hüznü paylaştığını söylemek için kahin olmaya gerek olmadığı aşikardır.