Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç edenlerden Şefiye Aslantürk, Selim Dönmez ve Erdin Günaydın, o dönem yaşadıklarını AA muhabirlerine anlattı.
Sakarya’da yaşayan 66 yaşındaki Aslantürk, 1985 yılına kadar Bulgar-Türk ayrımı olmadığını fakat o yıldan sonra isim değişikliğiyle sıkıntı yaşamaya başladıklarını söyledi.
İsim değişikliğini kabullenemediklerini belirten Aslantürk, “İsim değiştirmede hangimiz Türk, hangimiz Bulgar anladık. Bir şey zorla olunca daha da sıkıntılı oluyor. Çocuklarımız, birbirimize gidip geldiğimiz komşularımız, herkes kendini çekmeye başladı. Onlar bizden çekindi, biz onlardan çekiniyoruz. 1989’a kadar öyle idare ettik. 1989’da eşim, babam, oğlum ve kızımla Adapazarı’na geldik.” diye konuştu.
Çocukların sünnet olmasının ve Türkçe’nin yasaklandığını, Türkiye’ye mektupların gidip gelmediğini, ailelerinden haber alamadıklarını anlatan Aslantürk, “Her şeyimizi bırakıp iki bavul 5 can öyle geldik. 24 saat içinde Bulgaristan’dan çıkma süremiz vardı. Sınırı geçtikten sonra Kapıkule Sınır Kapısı’na fotoğraflarımızı asmışlar.” dedi.
Aslantürk, yapılan baskıların Türkleri yurt dışına çıkmaya ittiğini belirterek, “Zaten öyle istediğimiz zaman Türkiye’ye gelemiyorduk ama baskılardan sonra yurt dışına çıkmak için mücadele ediliyordu.” ifadesini kullandı.
Sakarya’ya 1989 yılında göç eden 70 yaşındaki Selim Dönmez de Bulgaristan’dan sınır dışı edildiklerini belirterek, şöyle devam etti:
“Orada belirli bir varlığımız vardı. Türkiye’ye gelince boşluk hissettik. İşe gidiyorsun, iş bulsan da malzemelerin adını bilmiyorsun. Türkiye’ye teşekkür ediyoruz. Kapıları açmasaydı belki de Bosna Hersek gibi olacaktık. Köyden ilk gelenlerdeniz. Bizden sonra sıkıştırmaya başlamışlar zaten. Bir valizle geldik. 12 saatte gönderdiler ülkeden, bize demediler ‘Türkiye’ye gideceksiniz.’ diye. Ormanın içine soktular, etrafımızda silahlı askerler var. Sonradan Türkiye’ye gittiğimizi anladık.”
“Türkçe gülemezsin”
Kocaeli’nin Gebze ilçesinde yaşayan Erdin Günaydın (53) ise Bulgaristan’da birçok Türk’ün gördüğü baskılar ve işkenceler nedeniyle isim değişikliğini kabul etmek zorunda kaldığını belirtti.
Baskıların dayanılmaz duruma geldiği dönemde lise öğrencisi olduğunu anımsatan Günaydın, sürece ilişkin şunları paylaştı:
“Annem, ‘isim değişikliği belgesini kabul etmiyorum, ben Türk’üm ve imzalamam.’ dedi ve dövüldü. 3 gün yoğun bakımda kaldı. Başka bir hasta için Filibe’den gelen profesör, ‘3 gün ömür biçiyorum ve yaşasa bile konuşamayacak.’ demiş. Annemdeki travmalar hala devam ediyor. Annem hastanedeyken de imzalamadı ama hastaneden taburcu olduktan sonra büyüklerin araya girmesiyle mecburen imzalıyor. Annemin ismi Nefiye, ‘Neda’ ismini koyuyorlar. Annem 8 ay yatalak kaldı ve evde biz baktık. Zor günler yaşadık. Ninelerimiz şalvar giyerlerdi, onlar tamamen yasaklandı. Türkçe konuşamazsın, Türkçe gülemezsin. Yani bu çok acayip bir şey. Nedir bu, ‘Türkçe gülemezsin!’ Sen Türk olduğunu belli ediyorsun ve ondan rahatsızlık duyuyorlardı.”
Günaydın, akrabalarının ve ailesinin gördüğü işkencelere rağmen mücadeleye devam ettiğini, o günlerin izlerini hala yüreklerinde taşıdıklarını dile getirdi.
“Türkiye bize her zaman yardımcı oldu ve kucak açtı”
Türkiye’nin Bulgaristan Türklerinin yaşadığı olaylara hiçbir zaman kayıtsız kalmadığına ve o dönem sınırlarını açtığına işaret eden Günaydın, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yapılan baskılara karşı kendinizi ezik hissediyorsunuz ama direniyorsunuz. Özünüzde Türk kanı var ya o sizi devamlı dik tutuyor. Türk olduğum için gurur duyuyordum ve bu Bulgar arkadaşlarımı rahatsız ediyordu. Biz zaten Türkiye ile yatıp kalkıyorduk. Türkiye sevdalısıydık ve Türkiye için yanıp tutuşuyorduk. İlk Türkiye’ye giriş yaptığımda bayrakları ve ‘Türkiye’ye hoş geldiniz’ yazısını gördüğümde o duyguları tarif etmek imkansız. Yaşamayan bunu bilemez. Artık Bulgaristan’a özgüvenle gidiyorsunuz ve ‘Ben Türküm, sen bana Bulgar ismiyle hitap edemezsin.’ diyoruz. Pasaportun ve kimliğin verdiği güvence çok başka. Bana Bulgar ismi olarak ‘Emil’ adını koymuşlardı. Türkiye bize her zaman yardımcı oldu ve kucak açtı.”