Kıbrıs’ta ve Ege (Adalar) denizinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu yeni dinamiğin ana faktörü hiç kuşkusuz Türk tarafının attığı adımlar ve uzlaşma isteğidir.
Madalyonun diğer tarafına bakıldığında, Yunan tarafı sadece deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunu görüşeceğini açıklayarak, yani ön şart koşarak başladığı istikşafi görüşmelerde Ege ve Doğu Akdeniz’de yaşanan tüm sorunların masada olmasını istemiyor.
Türkiye’nin Oruç Reis gemisini geri çekmesiyle başlayan bu yeni süreç Adalar denizinden kaynaklanan sorunların teknik bir çerçevede değerlendirilmesi ve olası çözüm yolları konusunda uzlaşmak amacıyla ortaya çıkan fakat 2020 yılında taraflar arasındaki gerilim nedeniyle dört buçuk yıldır yapılmayan istikşafi görüşmelerin 25 Ocak’ta İstanbul’da yapılmasıyla daha da ivme kazandı. Bu görüşmeler sonrası Türk tarafı yine olumlu bir yaklaşımla “Ege dahil tüm sorunların çözümü mümkündür, bunun için irademiz tamdır, bölgesel barış ve istikrar herkesin menfaatinedir” mesajlarını devletin en üst makamları aracılığıyla dünyaya duyurdu. Yine aynı şekilde Kıbrıs meselesinde de gayriresmi beşli konferansın programlanması konusunda bir hayli olumlu tavır takınan Türk tarafı, eğer gerçekten ulaşılmak istenen nokta çözümse bunun yeni ve yaratıcı fikirlerden geçtiği mesajıyla olumlu yaklaşımını sürdürdü.
Madalyonun diğer tarafına bakıldığında, Yunan tarafı sadece deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunu görüşeceğini açıklayarak, yani ön şart koşarak başladığı istikşafi görüşmelerde Ege ve Doğu Akdeniz’de yaşanan tüm sorunların masada olmasını istemiyor. Oysa iki ülke arasındaki sorunlar Ege ile sınırlı değil. Epey büyük bir alanda çakışan deniz yetki alanları, Lozan Antlaşmasına aykırı olarak silahlandırılan Yunan adaları, Ege’de aidiyeti belli olmayan ancak Yunanistan tarafından işgal edilen 152 ada, adacık ve kayalığın yasal statüsünün yeniden ele alınması, Karasuları 6 mil olmasına rağmen uluslararası hukuka aykırı olarak 10 mil şeklinde deklare edilen Yunan hava sahası, artan göçmen akınları ile daha da önem kazanan arama kurtarma faaliyetleri, hidrokarbon kaynakları ve Kıbrıs meseleleri iki tarafı devamlı olarak karşı karşıya getirmeye devam ediyor.
Yunan tarafı neyi amaçlıyor?
Kendine özel coğrafi koşulları nedeniyle iki ülke arasında deniz sınırı anlaşması bulunmayan Adalar denizinde her iki ülke de 6 mil karasularına sahip. Buna rağmen Yunanistan Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesini öne sürerek karasularını 12 mile çıkarmak istiyor. Türkiye ise böyle bir hamlenin “savaş nedeni” (casus belli) olacağını açık bir şekilde belirtmiş durumda. Yunanistan ayrıca uluslararası hukuka göre yarı kapalı deniz statüsünde olan Doğu Akdeniz’de adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomi bölgesi (MEB) olduğu iddiasıyla sadece Adalar denizinde değil Doğu Akdeniz’de de gerginliği artırmaya çalışıyor.
Yunanistan’ın maksimalist talepleri kabul edilirse Ege’de yüzde 43 olan karasuları yüzde 71’e, açık denizlerin oranı ise yüzde 49’dan yüzde 19,7’ye düşecektir. Yine benzer şekilde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin MEB’i yaklaşık yüzde 80 oranında küçülerek 189 bin kilometrekareden 41 bin kilometrekareye inecektir. Böylelikle Türkiye’nin açık denizlere ve çevre bölgelere erişimi sınırlandırılarak bölge jeopolitiğinde etkisiz bir aktör haline getirilmesi planlanıyor.
Peki sınırlı nüfusu, kara parçası, askeri ve ekonomik gücüne rağmen Yunan tarafı neyi amaçlıyor? Yunanistan Adalar denizi ve Doğu Akdeniz’de gerçekten çözüm mü istiyor? Bu sorunun bildiğimiz yanıtını Yunan karar vericiler Ocak ayında bir kez daha teyit ettiler. Geçen ay Yunan Parlamentosu tarafından onaylanan bir kararla Yunanistan İyonya denizinde karasularını 12 mile çıkararak egemenlik alanını yaklaşık yüzde 10 oranında genişletti. Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, 1947’de yönetimi Yunanistan’a devredilen 12 Ada’dan sonra ülkenin topraklarının ilk kez genişlediğinin altını büyük bir siyasi gururla çizerken, Başbakan Kiryakos Miçotakis aynı uygulamayı Girit ve Ege adalarında yapma kararlılıklarını ifade ederek Yunanistan’ın kısa ve orta vadeli hedeflerini çok açık bir şekilde ortaya koydu.
Yunan tarafı siyasi anlamda elindeki tek koz olan adaları kullanarak Doğu Akdeniz’de yayılmacı bir siyaset izliyor. Ege ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik alanlarını olabildiğince genişleterek Adalar denizini bir Yunan gölüne dönüştürmek, Türkiye’yi de Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlık haklarını yok sayarak Antalya körfezine hapsetmek istiyor. Yunanistan’ın maksimalist talepleri kabul edilirse Ege’de yüzde 43 olan karasuları yüzde 71’e, açık denizlerin oranı ise yüzde 49’dan yüzde 19,7’ye düşecektir. Yine benzer şekilde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin MEB’i yaklaşık yüzde 80 oranında küçülerek 189 bin kilometrekareden 41 bin kilometrekareye inecektir. Böylelikle Türkiye’nin açık denizlere ve çevre bölgelere erişimi sınırlandırılarak bölge jeopolitiğinde etkisiz bir aktör haline getirilmesi planlanıyor. Bu stratejinin hayata geçmesi için de Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke olan Türkiye’yi bölgesel ittifaklar kurarak yalnızlaştırmak ve hem Türkiye’yi hem de Kıbrıslı Türkleri dışlayan bir enerji ve güvenlik düzeni kurulmaya çalışılmaktadır.
Rum-Yunan tarafının Kıbrıs yanılgısı
Bu stratejinin Kıbrıs ayağına bakıldığında ise 1968’den beri süren tüm görüşmelerde Kıbrıslı Türklerle güç paylaşımını, siyasi eşitliği, doğal kaynakları ve zenginliği paylaşmayı kabul etmeyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), aynı Yunanistan’ın Adalar denizini bir Yunan gölü olarak gördüğü gibi, tüm Ada’yı kendi “vatanı” olarak tanımlayıp sözde yeniden “birleştireceğini” söylüyor. Rum yönetimi aynı zamanda, yabancı asker olarak tanımladıkları Türkiye’nin Kıbrıs’ta sürdürdüğü askeri varlığını kayıtsız şartsız sona ermesini sağlayarak Yunanistan’ın Türkiye’yi çevreleme siyasetinin güney ayağını tamamlama peşinde. Böylece Türkiye’nin son zamanlarda keşfedilen hidrokarbon yatakları ile jeo‐stratejik önemi daha da artan Kıbrıs’ta hem siyasi hem de deniz yetki alanlarında taviz vereceği umut ediliyor.
Türkiye’nin son zamanlarda Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerini yeniden canlandırma çağrısını ve Ege denizi ile Doğu Akdeniz’de iki ülke arasındaki sorunların çözümü için uzatılan dostluk elini zafiyet ve yayılmacı siyasetleri için fırsat olarak algılayan Rum-Yunan tarafı, Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta çözüm değil taviz peşinde.
Türk tarafının bu tavizleri vermesi halinde Rum ve Yunan tarafının iştahı daha da kabaracak ve bunun devamında Türk donanması ve petrol arama faaliyetlerinin sınırlandırılmasına, akabinde de başta Libya ve Suriye olmak üzere Türkiye’nin sahip olduğu stratejik derinlik ve karar alma mekanizmalarındaki rolü kısıtlanmaya çalışılacaktır.
Özetlemek gerekirse, Türkiye’nin son zamanlarda Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerini yeniden canlandırma çağrısını ve Ege denizi ile Doğu Akdeniz’de iki ülke arasındaki sorunların çözümü için uzatılan dostluk elini zafiyet ve yayılmacı siyasetleri için fırsat olarak algılayan Rum-Yunan tarafı, Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta çözüm değil taviz peşinde. Üstelik uluslararası ve bölgesel konjonktürü iyi okuyamayan bu iki ülke hâlâ AB üyeliği kozunun Türk tarafından taviz koparacağı yanılgısı içinde.
Çözümsüzlük daha büyük siyasi krizlere yol açacak
Oysa Türkiye’nin her gün büyüyen siyasi, askeri ve ekonomik gücünü görmezden gelerek her ne kadar aynı organizasyon içinde olsalar da çoğu önemli AB ülkesinin Yunan tarafı “hatırına” Doğu Akdeniz’deki en önemli ve stratejik aktör olan Türkiye ile karşı karşıya gelmeyeceğini er veya geç anlayacak olan Rum-Yunan ikilisini ileride daha da sıkıntılı günler bekliyor. Sınırlı siyasi, ekonomik ve demografik gücü olan bu iki ülkenin AB’nin tüm Doğu Akdeniz siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye çalışması zamanla birlik içerisinde de ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalacaktır.
Yaşanan son bölgesel gelişmeler barış ve istikrarın herkesin menfaatine olduğunu ve Doğu Akdeniz’deki en güçlü ülke olan Türkiye olmadan bunun mümkün olmayacağını anlayabilmek için Rum ve Yunan tarafının daha fazla zamana ihtiyaç duyduklarını bir kez daha gösterdi.
Sonuç olarak, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları sorununun çözülmemesi halinde, bölgenin daha büyük siyasi krizlerle karşılaşacağı aşikâr. Böylesine büyük bir siyasi karışıklıktan hiçbir taraf yarar sağlamayacaktır. Aslında bölgedeki tüm sorunların çözümü mümkün. Ancak yaşanan son bölgesel gelişmeler barış ve istikrarın herkesin menfaatine olduğunu ve Doğu Akdeniz’deki en güçlü ülke olan Türkiye olmadan bunun mümkün olmayacağını anlayabilmek için Rum ve Yunan tarafının daha fazla zamana ihtiyaç duyduklarını bir kez daha gösterdi. Bu noktada Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını aktif bir şekilde savunmaya devam etmesi aynı zamanda sahada verdiği mücadeleyi ve bölgesel ülkelerle işbirliğini artırarak aleyhine kurulmaya çalışan ittifakı bölmesi Yunan tarafının taviz hayallerinin gerçeklerle yüzleşmesine büyük katkı sağlayacaktır.
[Prof. Dr. Hüseyin Işıksal Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı ve Müzakere Heyeti Üyesidir]